Nihâvend bir Ankara

iş hayatına 6 yaşında atıldım ben
kadın hastalıkları mütehassısı olarak
kömürlüğümüzde başlamıştım konsültasyonlarıma
birer ikişer geliyordu hastalarım
derin derin nefes aldırıp
öksürtürdüm onları
sonra ?
sonra muayenehanemi basınca annem
men edildim meslekten

aya gidildiğinde ise
8 yaşındaydım ben
balkona çıkarmıştı televizyonunu komşumuz
aşşağıdan seyrettik mahallecek
çekirdek çitleyerek.

o zamanlar
5 kilo konulurdu tahta sandıklı radyoların üstüne
kaldırınca kiloyu
susardı radyo
Türk Sanat Müziği
en güzel o radyolarda dinlenirdi
ve dantelliydi TRT o zaman
her türden teknolojik alete dantel örerdi annelerimiz
telefon – radyo – televizyon

basamakta durursak otomatik ‘’ kapu ‘’ çarpardı
bussing marka otobüslerde bizi
ve ben çocukken
Atatürk gibi konuşurdu otobüs şöförleri Ankara’nın
‘’ Efendileeeeeeeeer arkaya doğru ilerleyiniz !!! ‘’

çocuk düşürürdü Zeki Müren
akşam gazetelerinde 8 sütüna manşet
sanat güneşimiz değildi o zamanlar henüz
gözünüz yolda
kulağınız bende olsun diyerek
seslenirdi radyoda
sevgili şöför arkadaşlarına

cırtlak mavi ceketleri ve
kavun içi gömlekleriyle Ulus meydanında
heykelin altında buluşan Yozgatlı ameleler
kandırılmanın buruk hayal kırıklığıyla okurlardı
Müren’in sevmek için kucağına aldığı çocuğu
nasıl elinden düşürdüğünü İzmir Fuarında

bir Ankaralı okumazdı böyle gazeteleri
ayıptı
sadece
hüviyetimi yitirdim hükümsüzdür
diye ilan verilebilirdi böylelerine
sonra Ankaralı
altında buluşmazdı heykelin asla
Yeni Karamürsel’in önünde buluşurdu
Ankaralılar

Orta 1’ deyiz daha
ve nihavend makamında aşığız bütün sınıf
ingilizce hocamıza
bir yandan Mr. and Mrs. Brown’ın
sıkıcı yaşamını göz ucuyla izliyor
diğer yandan içimizden yüzüne karşı Gülseren hocanın
’’ üzülme sen meleğim, gün olur kavuşuruz,
ecel ayırsa bile mahşerde buluşuruz ’’
söylüyoruz derslerde

yediğim bir tokatla
bitti aşkımız
sonra ?
sonra bir yanlızlık şarkısı söyledi uzun süre sazım
kaderim buydu
böyle yazılmıştı yazım
taşa geçer
kendime geçmezdi sözüm

ben çocukken
dolgun şişelerde
kırmızı kapaklı sütleri vardı Atatürk Orman Çiftliği’nin
kapılara bırakılırdı İngiliz usulü
nezih semtlerinde Ankara’nın

kapağını hiç bozmadan açıp-kapamanın
ustasıydı çocuk ellerimiz
tadına doyulmazdı o kalın kaymağı
parmaktan yalamanın

sonra
dünyanın bütün Denizlerini Gezmiş
Dev bir Genç çıktı ortaya
nedense inanmıştık
asla yakalanmayacağına
Günaydın gazetesinde
parkalı fotoğrafını görünce ağladık
sonra ?
sonra büyüyünce
adlarını yazdık duvarlara

Ahmet Bey’in yanında çalışırdım yaz tatillerinde
Amerika görmüş Ahmet bey
ve orda gördüğü her şey
olsun isterdi Türkiye’de
disiplin derdi hep
disiplin
mahallenin ilk süpermarketiyiz şaka değil
çişe bile gidemezdik öyle zırt-pırt
bir gün müşteri bastırmış
sıkışmışız
girdim depoya
rahatladım boş bir Tekel şişesine
bir kaç ay geçti aradan
Temmuz sıcağı yakıyor
Hüseyin abi geldi yandaki taksi durağından
demlenirdi Tekel eşliğinde beyaz leblebiyle
kadınlara ilişkin ilk derslerimi alırdım ondan
açtım buz gibi Tekeli
koydum önüne
püskürdü ağzından birayı
lanet yağdırıp Tekel idaresine
sidik ulan bu dedi
sidik
ben de bir utanç
bir utanç
yerin dibine girdim
sanki
Tekel müdürü bendim
ve hala düşünürüm o şişe
o şişe miydi diye

Zagor alırdım kazandığım parayla
ısınamadım Tommiks’e
süt çocuğuydu
bir kez bile öpemedi Albayın çilli kızı Suzi’yi
sonra Teksas, Mr. Swing, Kızılmaske ve Mandrake
orta son’da ancak başlayabildim Aziz Nesin’e
sayesinde yedim ilk dayağımı Usta’nın
lise 1’de
beyaz leblebi eşliğinde
Çubuk şarabı ve birinci içiyoruz okul bahçesinde
büyüktü suçum
hem birinci içiyor
hem de o gomonisti okuyordum

sonra?
sonra uğruna dayak yediğim şu
gomonizmi öğreneyim bari dedim

Nihâvend’i terkedip
Hüzzam’a geçişim o zaman oldu işte benim

667520cookie-checkNihâvend bir Ankara

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.