SANAT’TAN… Babil: Mitos ve gerçekler

Arkeolojik buluntularla desteklenmeyen tarihsel olaylar, sözlü ve yazılı anlatılarla gelecek nesillere aktarılır. Gerçek olaylar, bu yolculukta, bir yandan fire verirken, diğer taraftan da yapılan ekleme ve yorumlarla değişerek ilerler.  Bir noktadan sonra, artık hangi ‘bilgi’nin gerçek, hangisinin bir söylen olduğu birbirine karışır. Antik Babil şehriyle ilgili bilgilerimiz tam da böyle bir gelişmeyle günümüze kadar gelmiştir.

Belleğimizi şöyle bir kurcaladığımızda, sisler arasında mistik bir varlık gibi belirir Babil. Klasik dünyanın yedi harikasından biri olduğu için, ilk akla gelen ‘Babil’in Asma Bahçeleri’dir. Sonra, ziggurat kulesi, hafızanın yatay yüzeyini delerek ortaya çıkar. Asma bahçelerin varlığı konusunda eminizdir, ama ziggurat şeklindeki Babil Kulesi gerçekten var mıdır?

Oysa gerçekte, ‘asma bahçeler’ konusunda, antik dünyanın tarihçisi Heredot’un yazıları  dışında hiç bir buluntu yokken, zigguratın varlığını kesinlikle kanıtlayan arkeolojik buluntular vardır.

Babil konusunda en çok, toplumsal yapı ve kültür üzerine mitoslar üretilmiştir. Batı söyleninde, özellikle de Eski Ahit’ten kaynağını alan mitoslarda Babil, zevk ve sefahatın, fuhuş ve kumarın, her türlü günahın, kısaca ahlaksal çöküşün bir metaforuna dönüşmüştür. Tarihi, MÖ 2.400’lü yıllara kadar giden bu şehir devletle ilgili öylesine efsaneler üretilmiştir ki, hangisinin gerçek, hangilerinin mitos olduğunu ayırt etmek kolay değildir. Ancak, 19. yüzyılın sonlarında ve 20. yüzyılın başlarında yapılan kazılarda ortaya çıkan bulgular şehir etrafında örülen mitosu kırıp, bazı gerçekleri ortaya çıkarmıştır.

Peki Babil gerçekten, söylendiği gibi, ahlaksal çöküşün yaşandığı, despotların yönettiği bir şehir midir?

British Museum’da yeni başlayan, “Babil: Mitos ve Gerçek” başlıklı sergi, belki bu şehir hakkındaki tüm sorulara bir yanıt vermese de, mitoslar ve gerçekler arasına bir çizgi çizmeyi amaçlıyor.  2 bin yıllık mitosla, 150 yıllık arkeolojiyi karşı karşıya getirmeye çalışıyor.

Sergi, sadece kral II. Nebukadnezar iktidarını (MÖ 605-562) mercek altına almış olmasına rağmen, Babil’in genel tarihsel bir panaromasının çıkmasına da katkıda bulunuyor.

Daha sergiye girer girmez, Fırat ve Dicle nehirleri arasında, bugünkü Bağdat’ın 85 km kadar güneyinde kurulmuş bulunan Babil’in havadan çekilmiş fotoğrafları, bugün artık eski azametini yitirmiş olsa da, bir zamanlar bu topraklar üzerinde büyük bir şehir kurulu olduğuna tanıklık eden hayaletimsi kalıntıları görüyoruz. Sergide ilerledikçe, kızgın güneşin yaktığı bu topraklar içinden çırkarılmış nesneler bir bir, kulaktan dolma bir söylenle değil, olağanüstü bir medeniyetle karşı karşıya olduğumuzu gösteriyor. Mühendislik, bilim, zanaat, şehircilik, denizcilik, astronomi konularında bugün bile, geliştirerek kullandığımız bir çok buluşun ilk defa orada bulunduğuna tanık aluyoruz.

Sözlü tarihin buluntularla kanıtlanması noktasında, bu sergide yaşanan ironi, yazılı belgelerin hemen tamamının çivi yazısıyla yazılmış, silindir ve tabletlerle karşı karşıya kalmamız. Hammurabi’nin kanunlarından, Babil’i MÖ 539 yılında alan Pers kralı Kiros’un yazdırdığı, bugünkü anlamda insan hakları genelgesi denebilecek ‘Kiros Silindir’ine, oradan asma bahçelerinde dikili bitkilerin bir listesine kadar, bu yazıların ancak İngilizce çevirilerine güvenmek zorundayız. Yine de, somut bir nesne olarak karşımızda duran bu bulgular, hiç bir şüpheye yer bırakmıyor. Eğer gerçekten tarih dersi dışında bir haz almayı istiyorsanız, böylesine farklı buluntulardan oluşan ve ayrıntılı bir sergide iyice konsantre olmanız gerekiyor. Ancak o zaman, Babil’in sokaklarına gitmeyi başarıyorsunuz.

Eğer girmeyi başardıysanız, bu sokaklarda, Ninova’daki Asurbanipal kitaplığında bulunan çivi yazısı tabletlerden, o zamanlar,  53’ü büyük, 650’si küçük olan toplam 703 tapınak, 360 sunak, 2 ayin yolu, 24 büyük cadde ve 3 kanal görebilirsiniz. Babil, ayrıntılı bir şekilde tasarlanmış, dörtgen bir plan üzerine kurulmuş. Biri iç, diğeri dış olmak üzere 16,5 kilometre uzunluğunda 2 surla çevriliydi. Surların dışında bütün şehri çevreleyen su hendekleri de vardı.

Tüm bunların bir mitos değil gerçek olduğunu gördüğünüz zaman, daha önce Babil’le ilgili olumsuz rivayetleri düşünüyorsunuz. Bugün bildiğimiz anlamda, tarihin ilk metropolü olan Babil’de, bugün hala yürürlükte olan en temel toplumsal düzenlemelerin de ilk defa yine orada ortaya çıktığını gördükten sonra, olumsuz söylenlerin çoğu silinip gidiyorlar. Yazının ilk defa burada kullanıldığını biliyoruz. Ancak, tüm Babil’i kapsayan posta ağı, şehrin onarım ve temizlik gibi belediye hizmetleri sistemi de burada ilk defa hizmete giriyor. Polis teşkilatı, şehrin güvenliğini temin ederken, suçlular 282 maddelik yasalarla yargılanıyor. Evet, bu yasaların bugünkü anlamda demokratik bir ülkeye yakışmayacağı söylenebilir. Ama diğer yandan, Babil şehri yasalarındaki bazı maddelerin, binlerce yıl sonra bugün hala bazı ülkelerde uygulandığını görmek de aynı şekilde insanı şaşırtıyor.

Zamanı, 60 saniye ve dakikalara bölen, ağırlık ve uzunluk ölçülerini geliştiren, ilk haritayı yapan da Babilliler. Sivil ve askeri mühendislikte, zanaat ve sanatta, denizcilikte, harita çıkarmakta, matematik ve astronomide örneklerini izlediğimizi bu olağanüstü keşifler, şehrin daha önce bilinen profilini tamamen değiştiriyor.

Bir tablette, Babilli bir öğretmenin matematik dersinde öğrencilerine zigguratın her katının boyutlarını hesaplamaları için bir alıştırma verdiğini görüyoruz. Bu sayede Babilli öğretmen, Babil Kulesi’nin şekil ve yüksekliğini de bugüne taşımış oluyor. Tanrı Marduk’a adanan, tanrılara uzanmak için göğe doğru yükselen zigguratın, Rönesans ve sonrasında yapılan tasvirlerinde olduğu gibi oval değil, köşeli ve Londra’daki St. Paul Katedrali kadar yüksek olduğunu öğreniyoruz.
MODERN BABİL YORUMLARI
Tarihteki kötü olay ve kişiler, hayal gücünü tetiklemekte genellikle daha başarılı olur. Bu durum, Babil şehri çevresinde üretilen mitoslardan etkilenerek yaratılmış modern sanat eserlerinde bir kere daha teyit ediliyor sanki. Bu bölümde, Rossini’nin Babil’den esinlenerek yazdığı operadan, Hollanda Okulu sanatçılarının resimlerine, Edgar Degas’ın, asma bahçeleri balkonunda tasvir ettiği kraliçe Seramis’den, Albrecht Dürer’in “Babil Fahişesi”ne kadar çeşitli dönemlerde sanatçıların Babil yorumları sergilenmiş.
Babil’e olan ilgi, günümüz sanatçılarına kadar sürmüş. Güzel sanatlardan popüler kültüre kadar, binlerce yıldır imgelemi tetiklemeyi sürdürmüş bir şehir Babil. Müzik alanında, tek şarkıyla efsane olan Boney-M’in ‘Babylon’ şarkısı, Rolling Stones ve Bob Marley’in yorumları, Romanyalı ressam Michael Lassel’in ayakkabı tabanlarıyla inşa ettiği ve sonra bunu foto-gerçekçi bir tarzda resmini yaptığı Babil’i, Julee Holcombe’nin 2004 tarihli, Manhatten adasının Babil’le yer değiştiği dijital fotoğrafında görsel sanatlarda izliyoruz.
BABİL VE MODERN BARBARLIK

Sergi, Babil’in kurulduktan binlerce yıl sonra, modern çağlarda maruz kaldığı barbarlıklarlardan verilen örneklerle bitiyor. Çıkış kapısının hemen yanına, son anda eklenmiş gibi duran videoda, Babil’in Saddam Hüseyin ve 2003 yılında işgalin bu efsanevi şehre verdiği zararla ilgili kısa bir film seyrediyoruz. Filme göre, kendini, Nebukadnezar’la özdeştiren Saddam’ın, 1980 yılında bu sit alanı üzerinde bir tepeye yeni bir saray inşa etmesi, sit alanı için bir felakettir. Ancak, işgalle birlikte sit alanının başına gelenler tam bir yıkım olur. ABD askerleri, bu alana askeri bir kamp kurar. Helikopter alanı yaparlar. Dozerlerle oradan, oraya aktarılan toprak, artık arkeolojik bir sonuç çıkarılması imkansız bir şekilde kirletilir.

Videonun arkasındaki duvarda, British Museum’un Orta Doğu bölümü direktörü John Curtis’in kısa bir açıklaması yer alıyor. Curtis, işgalin, Babil şehrine onarılması imkansız zarar verdiğini belirtirken, antik şehrin kalıntıları üzerinde askeri bir karargah kurmakla, Mısır’daki piramitler veya Britanya’daki Stonehenge etrafında kamp kurmak arasında bir fark olmadığını söylüyor.  İşgalin ilk yıllarında da, Curtis ve bir grup uzman, bu konuda endişelerini açıkça dile getirmişlerdi.

Babil sergisi aylar önce basına duyurulduğunda, ana vurgu, Irak’taki sit alanına işgal sonrası verilen zararlardı. Serginin bu ana çerçevede düzenleneceği açıklanmıştı. Ancak serginin buraya kadar olan bölümlerinde hiç de öyle bir sonuç çıkarmak mümkün değil. Bu bölüm en sona bırakıldığı gibi, çıkış kapısı yanına, ayakta ve seyretmesi zor bir pozisyona yerleştirilen (Bu nedenle çok sayıda izleyicinin seyretmeden ayrıldığı)  kısa videoda yapılan “ince” kurguyla, sorumluluk tamamen ABD ordusunun üzerine atılmış. Irak’ın  o bölgesine Britanya ordusunun gelmediği doğrudur. Ancak, tüm işgali birlikte planlayan iki ülke değil midir? Videonun sonunda, artık orada karargahı olmayan ABD askerlerinin bölgeden çekilmesinden sonra yöreye gelen İngiliz arkeologlarıyla, Iraklı uzmanların birlikte çalıştığının gösterilmesi, kurgunun tesadüf olmadığını, ustaca hazırlandığını gösteriyor.

Aslında sergide, Babil’le, bugünü bağlayan başka noktalar da tespit etmek mümkün. Örneğin, Pers kralı Kiros, genelgesinde, Babil’i, orada yaşayanların insan haklarını korumak amacıyla işgal etmek zorunda kaldığını söylüyor. Bunun, ABD ve Britanya’nın Irak’ı işgal nedenleriyle benzerliğini çağrıştırmadığını ileri sürmek olası mı?

Diğer bir paralellik de, serginin sadece Nebukadnezar’ın 40 yıllık iktidar dönemini incelemeye almasında. Bu belki tamamen küratöryal bir karardı. Fakat politik sonuçları açısından baktığımızda, neden özellikle bu dönemin seçildiğinin de tesadüf olmadığını görüyoruz.

Sergi daha önce Fransa ve Almanya’da gerçekleştrilmiş. Bu ülkelerdeki sergilerde Babil’in genel tarihi ele alınmış. Curtis, Londra’da sadece 40 yıllık döneme yoğunlaşılmasını, yakın çağlarla bağını göstermek, Saddam döneminde Babil’in kağıt paralar üzerinde bile kullanıldığını ve tarihsel olarak, Saddam iktidarının Nebukadnezarın devamı olduğu konusunda sürekli vurgu yapılmasını incelemek amacıyla açıklıyor. Ancak bu açıklama serginin bütünüyle çelişiyor. O takdirde sormak gerekir, neden bu konular sadece dış kapı yanına yerleştirilen kısa bir filmle geçiştirildi?

Asma bahçeler ve Babil Kulesi Nebukadnezar döneminde inşa edilmişti. Diğer yandan, yukarıda sayılan buluşların çoğu daha önceki dönemde, özellikle de Hammurabi döneminde ortaya çıkmıştı. Babil’le ilgili olumsuz mitoslar ise, sürekli bu dönemden refarans alır. Bu dönemde  Kudüs işgal edilip Yahudiler Babil’e getirilir. Yine bu dönemde, Yahudiler Pers kralı tarafından kurtarılır. Bu tarihsel olaylarla, yakın tarih arasında bir paralellik kurmak  ve  2003 yılındaki işgalin haklılığı, en azından kaçınılmazlığı konusunda tarihsel bir paralellik yaratılmak istenmiş olabilir mi?

Eski Ahit’e göre, Babil, ahlaksal çöküşünden ve orada yaşayan halkın zalimliğinden dolayı tanrılar tarafından cezalandırılmıştır. Oysa gerçekte Babil’in sönmesi, Perslerin, daha sonra da, Büyük İskender tarafından işgal edildikten sonra yavaş yavaş  terkedilmiş olmasıyla ilgilidir. Yakın tarihin gerçekleri de aslında bu kadar sarihtir.

1632650cookie-checkSANAT’TAN… Babil: Mitos ve gerçekler

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.