SANATTAN… Ulusların renkleri ve küreselleşme…

Ulusal kimliği, etnik renkleri öne çıkaran sergiler son yıllarda büyük bir artış gösterdi. 1998’de ‘Çin’in 5000 yılı’, bu yılın başında Londra’da düzenlenen  ‘Türkler: Bin Yıllık Yolculuk’ sergisi, Londra Britanya Müzesi’nde hala süren,  ‘Unutulmuş İmparatorluk: Persler’, yine Londra’da, Victoria & Albert Müzesi’ndeki Çin Modern sanatları sergisi, Ekim ayında başlayacak ve Avrupanın çeşitli şehilerinde gösterime girecek olan Alman Sanatı sergisi, New York’taki Guggenheim Müzesi’nde başlayan, Rusyanın 800 yıllık tarihinden kesitler veren ‘Ruslar’ sergisi, İngiltere’nin New Castle şehrinde geçen hafta açılan ‘British Art Show’ sergisi…

Görüldüğü kadarıyla  önümüzdeki yıllarda da bu tür, ulusal kimlik, aidiyet bağlarının tarihe geri dönerek arandığı ya da bugünkü dünyada üretilen sanatın ulusların kimlikleri nasıl, ne oranda yansıttığı/yansıtmadığı temelinde düzenlenen sergiler süreceğe benziyor.

Günümüzde, ‘geçmişle yüzleşme’, ‘tarihle  barışma’ kavramlarının, özellikle ulus,  etnik köken ya da azınlıklarla ilgili konuların tartışıldığı ortamlarda sık sık kullanıldığını  duyarız. Azınlık hakları, ulusların sorumlulukları, evrensel değerler gibi konularda tartışmalar siyasi platformlarda bütün hızıyla sürerken, devletlerin kültür kolları da bu tür sergilerle, bir taraftan küreselleşen dünyaya ulus olmanın anlamlarını hatırlatırken diğer taraftan da, bugünkü gelinen noktaya nasıl bir tarihsel yolculuktan gelindiğinin görsel kanıtlarını vermeye çalışıyor.

Bu sergilerin ortak paydası, ulusların kimliğini ileri sürmede en etkili araçlarından biri olan sanat, geniş anlamıyla da kültürün zaman içinde değişime uğraması. Din değiştirilebildiği gibi kültür değiştirilemeyeceği gerçeği bir yana, ulusların tarihsel yolculukları sırasında ontolojik varlıklarını koruyarak, günün politik istemlerine yanıt vermeye çalıştığı ve bu bağlamda da diğer kültürlerle ilişki içinde olduğu sürece bu değişimin doğal bir sonuç olduğudur.

Kültürlerin ve buna bağlı olarakta ulusların kimliğini oluşturan karakterlerin sürekli değişim içinde olması, bireylerin ortak duygu, inanç, arzu ve hedefleri doğrultusunda karşılıklı gelişen organik bir ilişki içinde olmasına bağlıdır. Bu nedenle toplumlar, tarih içinde kendine ait izler bulur ve bireyler bu ortak özelliklere bakarak kendini tanımlar.

Londra’daki ‘Türkler’ sergisinde, ‘bin yıllık yolculuk’ etnik bir tanım kullanılarak ve coğrafi olarak Orta Asya’dan başlayan Türklerin tarihi olarak sunulmuştu. Oysa 600-1600 tarihleri arasındaki yılların büyük bölümü Osmanlı damgası taşır. Osmanlı kimliği ise Türklük üzerine değil, içinde çeşitli etnik kökenden insanı barındıran, çok kültürlü İslami bir karakter üzerine kurulmuştur. (Son dönemlerinde İttihat-Terakki iktidarında devletin resmi idelojisi haline gelen Pan-Türkist hareketine rağmen) Gerçekte Türklerin Orta Asya kökeni ve Anadolu’nun İslam öncesi antik tarihi yani cumhuriyet döneminin Türk kimliği, cumhuriyetin ilanından sonra, İslami kimliği aşmak ve laik bir devletin temellerini atmak amacıyla  bilince çıkarılmıştı. AB kapısındaki bugünkü Türk devletinin düzenlediği  bu sergide Osmanlının müslüman kimliğinin arka planda sessizce geçiştirilmesi ise tarihle ilgili değil bugünkü politikalarla ilgilidir. (Sergide yer alan eserlerin çoğuun islami kültürü yansıtmasına rağmen)

‘Unutulmuş İmparatorluk: Persler’ sergisi de aynı mantıkla fakat ters bir yönde düzenlenmişti. Bugün İslami ilkeler üzerine kurulmuş bir devlet olan İran, müslüman olmayan tarihine, ‘Perslik’ adına sahip çıkıyor. Antik dünyanın en büyük imparatorluğu olan Pers İmparatorluğu’nun tarihi, özellikle de  Darius’un tahtta olduğu MÖ 500’lü yılların ortalarından, MÖ 331’de  Büyük İskender tarafından işgaline kadarki dönem Pehlevi Hanedanının tahta çıtığı 1920 yılından sonra canlandırılmış, modern İranlıların Pers imparatorluğunun bir devamı olduğu vurgulanmıştı. 1979’da devrimden sonra da Ayetullah Hümeyni İslami olmayan dönemi lanetlemiş ve yine ‘Perslik’ unutturulmuştu. O döneme ait eserlerin bir kısmının İran’da bile sergilenmediği bir dönemde, ‘Unutulmuş İmparatorluk’a ait kültürel eserler, medeniyetlerin birbirlerini barbarlıkla suçladığı bir dönemde bu defa Londra’da sergilendi.

Her beş yılda bir yapılan ‘British Art Show’ ise her ne kadar içerik olarak yukarıdaki örneklerden tamamen farklı olmasına rağmen, yine de bugün içinde bulunduğumuz politik gündemi yansıtmaktadır. Belirlenen küratörlerin çağdaş sanatın Britanya’daki son örneklerinden seçtikleri eserlerden oluşan bu sergilerde, sergilere ismini veren Britanyalı olmanın özelliklerini görmek olanaksızdır. Aslında, sergilerin tam da bu özelliği Britanya kültürünü yansıtır; Çok renkli, çok sesli, küreselleşen dünyanın küçük bir modeli. Bu yanını özellikle  bu yılki sergide görmek mümkün. Sadece sergilenen işler açısından değil, sanatçıların kimlikleri de Britanya’nın bu dokusunu yansıtmaktadır. Fransız, Türk, Sırb, Amerikan, İtalyan, Brazilya, Pakistan, Uganda, Zambia, Alman, Polonya, Kanada, Bulgaristan ve Hindistan kökenli sanatçılar, bu yönüyle değişen Britanyanın bir metaforudur.

Bu örneklerde de görüldüğü gibi, ulusları oluşturan öğelerin tek bir göstergesi yoktur, tersine birçok özelliklerden oluşur ve bunlar da sürekli olarak değişir. Sorun, bu özellikleri tanımak ve gelişmeyi sahiplenmektir. Tarihe statik bir noktadan bakıp, aynı görüntüyü bügünde tekrarlamak isteyenlerin genellikle zora başvurmak zorunda kalmaları tesadüf değildir.

***

Londra, Berlin, Paris ya da İstanbul sokaklarında yoldan geçenlere, İngiliz, Alman, Fransız, Türk olmak ne demek diye sorulduğunda farklı yanıtlar alabiliriz ya da herkes soruya kolaylıkla yanıt veremeyebilir ama sonuçta herkesin kendine göre bir yanıtı vardır.

Aynı soruya politikacıların vereceği yanıt, sokaktaki adamdan çok farklı olabilir. Ulusal kimliğin günlük yaşam içinde cisim bulması ile politik arenada kullanımı arasındaki fark, ideolojik değil “pratik” nedenlerden kaynaklanır. Birey için, yaşam biçimini belirleyen kültürün bir parçası olarak kimlik, bilinç altında, bir tür “sağlama” görevi gören bir davranışlar bütünü iken, politikacı için, bireylere ulaşmanın ya da ‘öteki’ni belirlemenin bir aracıdır.

Politik platformlarda, ulusların bağımsızlığı, azınlık hakları tartışmalarının sürekli olarak küresellik kavramlarıyla birlikte gündeme gelmesi, bu sorunların dünyanın  küreselleşmesiyle birlikte su yüzüne çıkmasına bağlanabilir. Bu bağlamda günümüzde ulus, kimlik ve azınlık kavramları küreselleşme olgusunun dışında ne anlaşılabilir ne de çözülebilir.

Bu kavramlar 19.yüzyılda ilk defa gündeme gelmişti.  Toplumun kolektif bir kimliğe sahip olması, gücünüde artıracağı düşüncesiyle, çoğunluğun kültürü ulus kimliğine dönüştürülmüş, sonucunda da aynı toplum içinde yaşayan azınlıkların kültürleri ortaya çıkmıştı. Azınlıkların kendi dil, gelenek ve kültürlerini kaybetmek istememesi üzerine de ilk sürtüşmeler başlamıştı. Ancak II. Dünya Savaşı’ndan sonra azınlıkların hakları uluslararası yasalarla korunmaya alındı. (Bazı ülkelerde kağıt üzerinde kalsada)

1990’lı yıllardan sonra oluşan tek kutuplu dünyada ulusların, etnik azınlıkların  tarihlerini birdenbire hatırlamalarının arkasında, küreselleşmeyle birlikte birbirine yaklaşan toplumların, ‘öteki’ni yeniden tespit etme ihtiyacı da vardı. Bu anlamda, tarihle yüzleşmekten çok, geleceğin toplumunu hazırlama dürtüsü vardı bu gelişmelerde.

Küreselleşen dünyaya en büyük itirazlar, erozyana uğrayan lokal kültürlerin üyelerinden gelir. Bu da doğaldır. Yeni olanaklar yarattığı gibi, yeni risklerde doğurdu küresel dünya. Teknoloji sayesinde mesafelerin önemini yitirmesi, karşılıklı etkileşimin önündeki engelleri ortadan kaldırdı. Dünyanın her yerinde insanlar aynı eşyaları tüketmeye başladı. Maddi, manevi her türlü malın sınır tanımadan yaygınlaşması, bölgesel kültürleri örten yeni bir kültürde yaratmaya başladı. Diğer yandan, küreselleşme güçleri, genel anlamda ekonomik çıkar dürtüsüyle hareket etmesine rağmen, insan hakları gibi bazı evrensel hakların yaygınlaşmasını da getirdi.

Tüm bu gelişmeler sonucunda, 90’lı yıllardan sonra dünyanın gündemini ‘kimlik politikaları’ belirledi. Bazıları kimlik politikalarında psikolojik bir boyut görürken, gelişmeleri “nostalji” ile açıkladı. Diğerleri, toplumların çözülmesini, bireyin önündeki engellerin açılması olarak değerlendirirken, başkaları bunu, güçsüz devletlerin yabancı güçlere karşı bir savunma mekanizması olarak gördü.

Bu yaklaşımların hiçbirinin tek başına yeterli bir açıklama getiremeyeceği kadar kompleks bir konu olmasına rağmen, küreselleşme olgusunun, birleştirici/benzeştirici özelliği ile kimlik politikalarının, ayrıştırıcı yapısının aynı madalyonun iki yüzü olduğu açıktır. İşte bu nedenle ulus, etnik kökenler, azınlık sorunları küreselleşme kavramından ayrı ele alınamaz.   Sosyolog Roland Robertson, bu  yapısından dolayı küreselleşme olgusu için ‘Glocalization’ (‘Globalization’ ve ‘local’ kelimelerinden türettiği) kavramını kullanır.

Küreselleşmenin bu ikili yapısı, alt yapıda tek bir şemşiye halinde insanları örterken aşağıda (ya da üst yapıda) toplumları daha da küçük “kabileleşme”lere zorladı. Bireyler, dinden, kişisel ilgi alanlarına, etnik kökenlerden, cinsel tercihlere kadar uzanan alanlarda gruplaştılar. Küreselleşme ve bölgeye ait olan arasındaki etkileşim bireyi yalnızlığa iterken, toplumsal anlamda da çelişkiler yarattı.

***

Kimlik politikaları herzaman kıyaslamayı ve rekabeti getirir. Bu da varolan kaynakların (maddi-manevi, ekonomik gelişme, siyasi güç, kültürünü serbestçe yayabilme vb.) eşit kullanımı sorununu gündeme getirir.

Küreselleşme, bölgesel farklılıkları ortaya çıkarır, çelişkileri tetikler. Daha önce aynı ekonomik-politik sistem içinde yaşayan gruplar arasında, yapılabilen karşılaştırma sonucu eşitsizlikler çıplak gözle görünür hale gelir. Komşunun evine girilinceye kadar, onun sahip olduğu zenginlikler görülmez. Küreselleşme işte bu olanağı yaratır.

Geçmişin acılar ve adaletsizlikler defterleri açılır. Tarihsel hesaplaşma, sadece ezilen azınlıkların, geçmiş acıların sorumlularının bulunması isteminde kalmaz, toplumun her kesiminden insanlar, bir tarihte, bir yerde uğradığı haksızlığın hesabını sorar. Herkes tarihin bir noktasında mağdur olmuştur ve birileri de bunun hesabını vermelidir.

Toplumsal sorunlar, basit bir düzleme indirgenir. Böylelikle oluşturulan ‘öteki’ ya da ‘düşman’, kolektif  kimliğin kan bağı, din, anadil ya da  etnik köken gibi dar ve dolaysız bir alanda tanımlanmasına olanak sağlar. Bölgesel düzeydeki sorunlar da, ‘öteki’ne bağlanır. Örneğin “terörizme karşı savaş” böylesine küresel bir hedef saptarken, ülke/ler içinde de bu doğrultuda (terörizmin dini karakteri ve yoğunlaştığı ülkeler açısından) bir kimlik belirlenir, iç politikalar buna endekslenir.

Soy, din ve bölgesel aidiyet çerçevesinde oluşturulan kimlik politikalarının anakronistik bir yapısı olduğu da ileri sürülür, ancak genellikle geleneksel bir elbise içinde sunulan kimlik politikaları, özünde modernizmin bir ürünüdür. Gelenek ve görenekler, kültür ve dinle ilgili duygular bireyi yönlendiren güçlü dürtüler yaratmasına rağmen, bu dürtüleri tetikleyecek bir mekanizma olmadan aşırı noktalara kaymaz. Bu durum, kaybedildiği zaman farkedilen değerli “şey”lere benzetilebilir.  Kimlik politkalarının, küreselleşme renklerinin, ulusal renklere karışmasıyla tetiklenen bir savunma sezgisi sonucunda ivme kazandığından söz etmek mümkün.

***

Salvador Dali’nin ülkeleri renklerle tanımlama alışkanlığı vardı; İspanyayı “sarı” olarak görürdü, bir defa sorulduğunda Türkiye için “kırmızı” demişti. Dali’nin bu seçimi arkasındaki nedenleri bilmiyorum, ancak renklerin simgesel anlamları kültürlere görede değişir. Beyaz Batı’da mutluluk simgesi iken Doğuda ölüme işaret eder. Ayrıca renkler ve nesneler arasında da bir ‘ilişki’ vardır. Kırmızı, bir nesne üzerinde cinselliği çağrıştırabilecekken, diğer bir nesne üzerinde ölümü hatırlatabilir.

Bu bağlamda küreselleşmenin, kültürler önünde bir tür prizma görevi gördüğü düşünülebilir. Eğer kültürleri prizmaya çarpan ışınlar olarak alırsak, prizmanın (küreselleşme) içine girerken ve çıkarken yarattığı kırılmalar kültürlerin ait olduğu toplumun verdiği tepkilere göre değişecektir.

1631360cookie-checkSANATTAN… Ulusların renkleri ve küreselleşme…

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.