‘Sinyal teorisi’

Üç ayı aşkın bir süredir hiç istememe rağmen uzak kaldım Açık Gazete’den…

En son yazımı yazarken patladı bombalar Londra’da ve tıkandım, zorlandım, sonunda da vazgeçtim bıraktım… Bitiremedim yazımı… Yazı 2012 Olimpiyat oyunlarının Londra’ya nasıl geldiği ile ilgiliydi. Öğrenilecek o kadar çok şey vardı ki, Londra’nın son anda büyük bir sürpriz ile yarışı kazanmasını sağlayan süreçten… Ancak bir önceki gün yaşanan zafer kutlamaları ertesi sabah çok tatsız bir şekilde aniden kesildi, son buldu…

Umarın gün gelir yeniden bir fırsat olur ve Londra’nın başarını analiz ettiğimiz yazıdan faydalanma fırsatı bulabiliriz… Ancak köprünün altından o kadar su aktı, gündeme o kadar çok olay oturdu ki, şimdi artık zamanı değil 2012 Olimpiyatlarından bahsetmenin; seçimler çok geride kaldı, oyunlara ise daha yedi yıl var… Yani yazımızda bombalandı gitti…

Aylar sonra tekrar gücümü toplayıp Açık Gazete için yeniden bir yazı hazırlamaya başladığımda, kendime bu sefer bir konu üzerine değil de genel anlamda bazı düşüncelerimden bahsetme izni verdim.. Yani bu yazı aslında hiçbir şey hakkında. Diğer bütün yazılarımda okuyucuma vaad ettiğim ve hep tutmaya çalıştığım bir söz var: “Bu yazının sonunda bir konu hakkında biraz daha fazla bilgi sahibi olacaksınız”. Bu söz maalesef bu yazı için geçerli değil… Bu genel bir yazı… Yani okuyup da “eee yeni birşey öğrenmedim” derseniz, bu sefer için beni hoş görün… Bu işte öyle bir yazı…

Yazılarımda çok radikal görüşlere yer vermediğimi fark etmişsinizdir. Yazılarımın görüş ve yorumdan çok, bilgiye dayalı olmasına gayret ediyorum.Önemli bulduğum, hayatımızı etkileyecek, ekonomik boyutu olan güncel gelişmeleri takip edip aralarından bana en enteresan gelenleri yazılarıma konu olarak seçiyorum. Sonra da konuyu mümkün olduğunca araştırıp, en anlaşılır ve basit bir dille aktarmaya çalışıyorum… Son iki yıl içinde yazılarımda makro ekonomik gelişmelerden alkollü içkiler sektöründe yaşanan şirket birleşmelerine, gelişmekte olan ülkelere kayan iş kollarından, Çin turizmine, Nobel ödüllerinden iPod’a kadar değişik konulara değinmiştik.

Gothe günlük gazeteleri biriktirir, üzerinden otuz gün geçtikden sonra okurmuş. Gerçekten önemli olan konuları bu şekilde daha rahat ayırt edebiliyormuş. Aslında önemsiz olmasına rağmen gündemi meşgul eden konulara aldanmıyormuş. Medyanın hayatımızın her aşamasına hükmettiği günümüzde sanırım Gothe’nin bertaraf etmeye çalıştığı “aldanma” sendromu giderek daha da kaçınılmaz oluyor…

Basın sürekli olarak bir kriz gündemi yaratmaya çalışıyor. Özellikle İngiliz basını bu konuda son derece başarılı. Herkesi etkileyecek bir konu bulup büyük manşetlerle hayatımıza sokuyorlar… İddialar gerçek olmayınca da küçük bir haber ile iddiaların “gerçek” yanını okuyucularına da ulaştırmayı ihmal etmiyorlar. Yani hem basının demokrasilerdeki dördüncü erk görevini yerine getirirken, hem de gündem yönetimi gücünü ellerinde tutuyorlar.. Örnek mi? Mesela MMR aşısı. Bebeklere uygulanan meşhur “üçlü aşı”… Bir doktorun iddiası üzerine MMR aşısının çocuklarda ileri yaşlarda ortaya çıkan çok tehlikeli hastalıklara neden olduğunu yazmaya başladılar. Konu defalarca gündeme geldi, gündemden kayboldu… Basın gündemi yönlendirecek başka bir konu bulamayınca hep bu konu tekrar tekrar başka başka bahanelerle gündeme geldi. Her gündeme gelişinde de aileler, doktorlar zor bir ikilem ile karşı karşıya kaldılar… Geçenlerde ulusal bir gazetenin iç sayflarında kısa bir makale olarak dikkatimi çekti: Konu hakkında bütün tarafların üzerinde anlaştıkları son rapor yayınlanmış: MMR aşısı zararlı değilmiş… Peki neden konu hakkında insanın içini ürküten bütün iddialar baş sayfadan manşetlere taşınırken, bu son rapor kendisine iç sayfarda zor bir yer bulabildi?… İşte bunun gibi özellikle de Irak ile ilgili o kadar çok konu gündemi meşgul ediyor ki, sorumluluk sahibi bütün köşe yazarlarının bence amacı bu “gündem tuzağına” okuyucularının düşmesine engel olmak…

İşte biz bu kaygı ile yazıyoruz…

Bu bağlamda “sinyal teorisi” diye isimlendirdiğim bir yaklaşımımı sizlerle paylaşmak istiyorum. Gündemimize giren her olayı, gazetelerde okuduğumuz her haberi, her gelişmeyi bir sinyal olarak düşünün ve bütün bu sinyalleri iki boyutlu bir düzende şu şekilde yerleştirmeye çalışın. Dikey eksen sinyalin gücü olsun, yatay  eksen de sinyalin sıklığı… Güç derken sizce bu olay/haber ne kadar önemli ona karar vereceksiniz. Sıklığına gelince, ne kadar sıklıkla bu konu ile ilgili bir habere veya yeni bir gelişmeye tanık oluyorsunuz ona bakacaksınız… Üzerinde düşünmeye değer gördüğünüz konuları bu şekilde değerlendirmeye almak bence çok faydalı oluyor…

Sonuçta bazı konular sağ üst köşeye yerleşecek (hem çok sık karşımıza çıkan, hem de önemli olduğuna inandığımız konular), bazıları ise sağ alt köşede olacak (sık karşımıza çıkan ama önemsiz gördüğümüz konular). Diğerleri ise sol alt köşeye (hem önemsiz hem de pek sık karşımıza çıkmayan konular) veya sol üst köşeye yerleşecek (önemli ama seyrek karşımıza çıkan konular…).

Bir grafikle özetlemek gerekirse:

_____________________ (+) _____________________                            
Güçlü sinyal (önemli konu)    Güçlü sinyal (önemli konu)
Az karşılaştığımız sinyal    Sık karşılaştığımız sinyal

(-)________________________ ________________________(+)

Zayıf sinyal (önemsiz konu)    Zayıf sinyal (önemsiz konu)
Az karşılaştığımız sinyal         Sık karşılaştığımız sinyal
_____________________ (-) _____________________      

Sol alt köşeyi ihmal etmemiz gerektiği aşikar (aşikar ama o kadar da kolay değil tabii). Sağ alt köşeyi de ihmal etmemiz gerektiğini biliyoruz ama ihmal etmek o kadar da kolay değil (Michael Jackson ve benzeri birçok ünlü kişi ile ilgili “paparazi” türü haberler).  Entellektüel aktivitelere ayırdığımız zamanımızda üstte yer alan köşelerde kalmamız gerektiğini biliyoruz. Ancak benim inandığım felsefe sağ üst köşeden çok, sol üst köşeye odaklanmak…

Açıklayayım: Aslında bu grafiğin üst kısmı ile alt kısmını birbirinden ayırabilmek zaten çok büyük bir başarı. Günümüzde maalesef medya toplumu alt kadranlarda tutabilmek için her türlü tuzağı hazırlıyor. Üst kadranlara gelince; evet sağ üst köşe, yani hem önemli hem de sıkça karşımıza çıkan konular üzerine odaklanmamız birçok açıdan çok faydalı, ama eğer kendimize, sevdiklerimize ve hatta topluma ışık tutmak istiyorsak, o zaman biraz olsun geleceği okumaya çalışmamız gerektiğine inanıyorum. Sağ üst köşe bence bugünü iyi algılamamızı sağlıyor. Sol üst köşe ise geleceği çözmemize yardımcı oluyor… Bir örnek vermek gerekirse biz iPod hakkında köşemizde yazı yazdığımızda daha Avrupa basınında bu ürün hakkında yer alan yazılar bir elin parmaklarını aşmıyordu. Biz o zaman bunun hem sosyal hem de ekonomik açıdan çok önemli bir icat olduğuna inandık ve okuyucularımıza tanıttık. Günümüzde iPod artık birçoğumuz için sağ üst köşe ile sağ alt köşe arasında bir yerlerde… Ama artık günümüzün bir parçası, hızla hayatımızı birçok açıdan, biz farkında olmasak da, değiştiriyor ama artık bugün iPod hakkında kafa patlatmak bize günümüzle ilgili kararlar aldırmaktan öteye bir işe yaramayacak….

Köşe yazılarımıza bu felsefe ile eğiliyoruz. Konuları bu şekilde seçmeye çalışıyoruz. Tabii her konu herkes için sol üst köşeye oturmuyor, bazen biz de günün heyecanına kapılıp sağ üst köşeye kayıyoruz, ama en azından felsefemize sadık kalmaya çalışıyoruz….

İşte bu da böyle bir yazı oldu… Ama en azından çok önem verdiğim bir hayat felsefemi sizlerle paylaşma fırsatı buldum… Umarım arayı fazla soğutmadan yine yakın geleceğimizi şekillendireceğine inandığımız konularda sizlerle beraber olmaya devam edeceğiz…

Mutlu, sağlıklı, esenlik dolu günler diliyorum hepinize…

1089620cookie-check‘Sinyal teorisi’

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.