Suriye’de oluşan yeni politik dengeler ve Cenevre-2 Konferansı

ÖSO ile Esad arasında zorunlu ve uzun vadeli bir ittifak oluşturulacak. Bu ittifakın esas buluşma noktası ise bölgesel düzeyde bir tehdit oluşturan radikal İslamcı örgütlere karşı ortak bir savaşın örgütlenmesidir. Cenevre-2 Konferansı’nın en önemli halkalarından biri bu olacaktır

Suriye’deki politik gelişmeler yeniden şekillenirken bölgedeki ittifak ilişkileri de yeniden tanımlanıyor. Suriye’nin küresel güçlerin saldırı merkezi haline geldiğinden beri yaptığımız analizler bütünüyle doğrulanıyor.

22 Ocak 2014 tarihinde, ‘Cenevre-2’ ismiyle yapılacak uluslararası konferansta, Suriye üzerinden Ortadoğu’nun politik dengeleri yeniden planlanacak. Dahası Suriye yeni dönem stratejilerin test ve uygulama alanı olarak değerlendirilecek. Böylelikle kimin nerde durduğu ya da duracağına, hangi ülkenin mevcut gelişmelerden nasıl etkileneceğine dair bir kısım politikalar çok daha fazla netleşecek.

Rusya’nın belirlediği Suriye politikası, güç ilişkilerini belirliyor

Suriye eksenli gelişen küresel güçlerin stratejilerde esas belirleyici gücün Rusya olduğu ve bugünkü politik gelişmelere Moskova’nın yön verdiği, ABD dâhil herkesin kabul ettiği bir realitedir. Özellikle, Suriye’deki kimyasal silahları Birleşmiş Milletler temsilciliğine teslim etme önerisiyle başlayan süreçle Rusya, Ortadoğu politikasında çok daha etkin bir konuma gelmeye başlamış bulunuyor. ABD’nin, hem içerisinden geçtiği ekonomik kriz nedeniyle hem de Ortadoğu’nun karmaşık ilişkilerinde geliştirdiği stratejilerin önemli oranda çökmesi nedeniyle Suriye politikasında edilgen kalması ve Esad rejimine yönelik kararlı bir tutum almaması sonucu aşamalı olarak Rusya’nın Suriye politikasına angaje oldu. Bir bakıma Putin’in geliştirdiği ‘çözüm’ önerileri Obama için de bir kurtuluş oldu denebilir. Aynı şekilde İngiltere ve Fransa da giderek Rusya’nın geliştirdiği politikaları kabul etmek zorunda kaldılar. ABD Dışişleri Bakanı John Kerry’nin, “Suriye çatışmasına askeri müdahalenin kabul edilemez olduğu konusunda Rusya ile hemfikir olduklarını” söylemesi iki güç arasındaki stratejik ittifakın geldiği noktayı gösteriyor.

22 Ocak’ta toplanacak olan ve yaklaşık olarak 30 ülkenin katılacağı uluslararası Cenevre 2 Konferansı esasen Rusya’nın geliştirdiği çözüm politikaları ve önerileri üzerinde şekillenmeye başladı. ABD ve İngiltere, bir yıl önceye oranla önemli düzeyde geri adım attılar. Bunun birçok nedeni bulunmakla birlikte, en önemlisi Suriye’nin iç politik dengelerinin tahmin edilenden çok daha karmaşık ve zorlu olduğunun ortaya çıkmasıdır.

Suriye’de somutlaşmış savaş esasen bölgesel bir nitelik taşıyor ya da tersten bölgesel düzeyde sürdürülen savaş Suriye’de merkezileşmiştir. İki yıldır acımasızca sürdürülen ve yüz bini aşkın insanın yaşamını yitirdiği, neredeyse ülkenin her şehrinin yerle bir olduğu ve fiilen Ortadoğulaşan savaşın politik sonuçları da, küresel güçlerinin beklediğinin çok ötesine geçmiş bulunuyor.

Cenevre-2 Konferansını zorunlu kılan bazı faktörler:

Birincisi, Rusya ve İran destekli Esad rejiminin tasfiye edilmesinin o kadar kolay olmadığı ortaya çıktı. Sistemin temel dinamiği olan ordunun çok önemli bir kesimi, Esad yönetimini kararlıca destekledi. Devletin askeri güçleri, muhaliflerin elinde bulunan ve özellikle stratejik öneme sahip bölgelerin çok önemli bir kısmını yeniden ele geçirdi.

İkincisi, ABD, İngiltere ve Fransa’nın desteklediği Özgür Suriye Ordusu merkezli muhalif güçlerin beklenilen etkiyi göstermediği ortaya çıktı. Öncelikle ordu içerisinde Sunni generallerinin önemli bir kısmının kopacağı hesaplanıyordu. Bu olmadı. Gelenlerin de ciddi bir etki gücü oluşmadı. Tek merkezli bir güç olamayan ÖSO, süreç içerisinde dağıldı ve fiilen işlevsizleşti. Bu bakımdan ABD, Fransa ve İngiltere’nin desteklediği güçler, esasen muhatap olmaktan çıkmış bulunuyor.

Üçüncüsü, ABD ve İngiltere’nin onayı ile Türkiye, Katar ve S.Arabistan’ın ekonomik ve askeri desteğiyle ululararası İslamcı güçler, Suriye’ye giriş yaptı. Bunlar, öncelikli olarak Esad rejimini devirmede yararlanılacak yedek güçler olarak görüldü. Ancak bugün sayıları on binlerle ifade edilen ve bölgesel ölçekte güç haline gelmeye başlayan radikal İslami örgütler, ÖSO’yu da saf dışı bırakarak doğrudan kendileri Esad rejiminin alternatifi olmaya başladılar. Çok kısa sürede El Kaide ile bütünleşen El Nusra ve Irak Şam İslam Devleti gibi örgütler, hem bölgesel ve küresel güçler, hem de İsrail için tehlike olarak görülmeye başlandı. Küresel güçlerin oluşturmak istediği politik denklemi alt üst eden bu durum karşısında; ABD-Rusya ittifakı çok hızlı bir şekilde ortaya çıktı.

Dördüncüsü, muhaliflerin önemli oranda zayıflaması ve Esad’ın bir bakıma zorunlu bir seçenek olarak Rusya’nın denetiminde ön plana çıkartılması ABD ve İngiltere tarafından kabul gördü. Rusya ve İran, Esad rejimine askeri yardımlara devam ederken, tersten ABD ve İngiltere ilk kez, Muhaliflere her türlü askeri yardımı durdurduğunu açıkladı. Ayrıca Türkiye, Katar ve S.Arabistan’ı da uyararak özellikle askeri yardımın hiçbir şekilde yapılmaması gerektiğini belirtti.

Beşincisi, Suriye politik denklemi içinde hesaba katılmayan Kürtlerin artık stratejik bir güç olarak dengeleri belirleyen konuma gelmiş olmalarıdır. Esad ve Muhalifler dışında üçüncü bir güç olarak Rojeva’nın tamamını kontrol eden ve fiilen özerklik statüsüne geçen bir Kürt realitesi bulunuyor.

Rusya ve ABD sadece Suriye’nin bugünkü iç politik denklemi üzerinde anlaşmadılar, esasen Ortadoğu’nun yeniden dizayn edilmesi konusunda ortak bir noktaya gelmiş bulunuyorlar. İki gücün ortak önceliği, Suriye on binlerle ifade edilen ve aynı zamanda Irak’ta da çok ciddi bir politik ve toplumsal krize yol açan ‘Radikal İslamcı Hareketlerin’ tasfiyesinin esas alınmasıdır. Suriye’de güçlenmiş bir radikal İslamcı hareket hem İsrail için, hem Kafkasya’da Rusya için, hem Irak’ta ve Ürdün’de ABD için ciddi bir tehlike olacaktır. Bu bakımdan bugün en önemli kararlardan birisi, radikal İslamcı örgütlerin tasfiyesinin ön plana çıkmasıdır.

Bunun başarılması için Rusya’nın eli güçlenen Esad rejimi, ABD ve İngiltere ikilisinin de zayıflayan muhalif güçler üzerinde bir baskı oluşturmasıyla, ikisi arasında yeni bir ittifakın oluşturulmasına karar verildi. Cenevre-2 Konferansı’nın en önemli halkalarından biri bu olacaktır. Muhaliflerin ciddi güç kaybı nedeniyle ortaya çıkan kararsızlığına rağmen ÖSO ile Esad güçleri arasında zorunlu ve uzun vadeli bir ittifak oluşturulacak. Bu ittifakın esas buluşma noktası ise bölgesel düzeyde bir tehdit oluşturan radikal İslamcı örgütlere karşı ortak bir savaşın örgütlenmesidir. Bu savaşın örgütlenmesi için, iki gücü bütünleştirecek bir ateşkes süreci devreye konulacak. Özellikle herkes bakımından ciddi bir öneme sahip olan Halep merkezli başlayacak olan ateşkes süreci, aslında radikal İslamcı örgütlerle çok daha yoğun bir savaşın başlaması anlamına geliyor. Bu savaş ABD ve Rusya tarafından çok daha aktif olarak desteklenecektir.

Cenevre-2 Konferansı güç ilişkilerini de yeniden tanımlayacaktır. Süratle güçlenenler, gerileyenler ve politik denklemin dışına düşecek güçler olarak değerlendirildiğinde birtakım veriler ortaya çıtmış bulunuyor. Özellikle bölgesel ilişkilerde, dengelerin yeniden belirleneceği bir süreç olacaktır.

Kazanımlı çıkan ülke İran olacak

Bölgesel ilişkilerde stratejik bir noktaya gelen İran, Cenevre-2 Konferansı’na katılmasıyla çok daha aktif bir pozisyon alacak. ABD ambargoyu henüz kaldırmadı ama İran’ın katılması eğiliminin giderek güçlendiği belirtiliyor. Rusya’dan sonra Arap Birliği Genel Sekreterliği de İran’ın katılmasının olumlu olacağını açıkladı. Hem İran ile ABD arasında gelişen ilişkiler, hem Rusya’nın ağırlığını koymasıyla İran, katılımcı bir güç olarak dengeleri belirlemede rol oynayabilir. Bu aynı zamanda İran’ın izlediği Suriye politikasının ön plana çıkması anlamına geleceği gibi Konferans’ta Esad’a olan desteği daha da artırır. Bu bakımdan İran, Suriye’nin geleceğini belirlemede diğer Ortadoğu ülkelerine oranla bir adım öne çıkacaktır.

Cenevre Konferansına katılan Mısır, sessiz ama daha etkileyici bir politika ile Arap dünyasının lider ülkesi haline getirilecektir. Mısır’ın bugünkü iç politik krizi nedeniyle bölgesel politikalarda nispeten zayıf kalması aldatıcı olmamalıdır. Özellikle ABD, S.Arabistan, Katar ve hatta İran tarafından desteklenmesi sürpriz sayılmamalıdır.

Suriye’nin iç politik krizinde aktif rol oynayan S.Arabistan ve Katar, sessiz kalmakta ve mevcut politikalarıyla başarısız bir pozisyona geldiklerinin farkındadırlar. Bu bakımdan ABD/Rusya eksenli geliştirilen politikalara hızla uyum sağlamaya başladılar. Radikal İslamcı hareketlere ekonomik desteği önemli oranda kestiler. Bu bakımdan Cenevre-2 Konferansının doğrudan mağlupları olarak görülêmezlerse de, etki güçlerinde önemli bir kırılmanın oluştuğunu belirtmek gerek.

Cenevre-2 Konferansı’nın mağlubu hangi ülkedir? Bu soruya verilecek yanıt: Türkiye’ye olacaktır.

Türkiye’nin belirlemiş olduğu Suriye merkezli Ortadoğu politikası bütünüyle çöktü. Esad’a iki ay ömür biçen Başbakan’ın kendi geleceği sorun olmaya başladı. Dış politikada tam bir başarısızlık örneği sergileyen Davutoğlu’nun politik gerçeklerden tamamen uzak olan ‘stratejik derinlik’ tezi aslında ‘stratejik yüzeysellik’ olarak Türkiye’nin bütün Ortadoğu ilişkilerini yerle bir etti. İddia ettikleri ve uygulamak istedikleri hiçbir politika tutmadı, hepsi başarısız oldu. Bugün, Suriye eksenli oluşan yeni politik dengelere uyum sağlayamayan AKP hükümeti, iki nokta üzerinde ilerlemeye devam ediyor. Birincisi Rojava’da oluşan Kürt özerkliğini tasfiye etmek, ikincisi El Kaide güçlerine askeri desteği devam ettirmek. Özellikle Rusya-ABD-İngiltere üçlüsünün, Suriye’de tasfiye etme kararı aldıkları radikal İslamcı örgütlerin Türkiye tarafından desteklenmesinin politik sonuçları oldukça ağır olacaktır. Bugün Suriye’ye yönelik alınan hiçbir kararda Türkiye’nin bir rolü bulunmuyor. Sürece en son dâhil edilen İran dahi, Suriye eksenli oluşturan politikalarda belli bir rol alırken Türkiye fiilen ‘yok hükmünde’ sayıldı.

Suriye’de ateşkes sağlanır, muhalifler ve Esad güçleri ortak bir politika geliştirir ve İslamcı örgütlere karşı ABD-Rusya desteğinde başlatılacak olan savaş başarılı olursa, Türkiye sadece politik olarak değil aynı zamanda bölgesel stratejilerde ve enerji boru hatlarının geçiş alanında da büyük bir darbe yiyecektir. İran-Güney-Batı Kürdistan-Suriye hattı yeni enerji koridoru olarak hızla ön plana çıkıyor. Bu enerji politikasıyla Türkiye önemli oranda devre dışı kalacak ve bölgesel etkinliği hızla azalacaktır. Bunun başka bir yansıması da küresel sermayenin ve özellikle Arap sermayesinin Türkiye’den hızla kaçması olacaktır. Bu bakımdan, Cenevre-2 Konferansı’na katılan ve kendi kendine rol biçen Türkiye, kaybedenler kategorisindedir.

Cenevre-2 Konferansı’nın en zayıf noktası ise Kürtlerin katılmamış olmasıdır.

Suriye’de çok önemli bir güç olarak iç politik dengeleri belirleyen, önemli bir askeri güce ulaşan, radikal İslamcı örgütlere çok önemli bir darbe vuran ve toprak olarak önemli bir alanı kontrol eden Kürt Yüksek Konseyi’nin Cenevre-2 Konferansı’na davet edilmemesi çok ciddi bir hata olması bir yana, Cenevre-2 kararlarının fiilen işlevsizliğinin göstergesidir. Bu tarz bir politika ile Suriye’de savaşın durması değil, aksine süreklileştirilmesi ve politik krizin Kürtlerin yaşadığı bütün bölgeyi kapsayarak gelişmesi sağlanır.

Kürtlerin katılmasını engelleyen iki güç bulunuyor. Biri Türkiye’dir. Gelinen noktada Suriye politikasını Kürtlerin başarısız kalması üzerine kuran Türkiye, Cenevre-2 Konferansı’na Kürt Yüksek Konseyi’nin katılımını adeta bloke etti. Belki de tek başarısı budur. Diğeri ise halen Türkiye hassasiyetini dikkate alarak Kürtlerin bir taraf olarak dahil olmasını engelleyen ABD’dir.

Suriye’nin mevcut politik durumu objektif olarak analiz edildiğinde Kürtlerin dışında kalacağı bir stratejinin başarılı olamayacağı pratik olarak doğrulanmış bulunuyor. Bu bakımdan Kürtlerin ve azınlıkların yer almayacağı bir Konferans meşru sayılmaz.

Cenevre-2 Konferansı’na 30 ülkeden temsilcinin katılacak olması, küresel güçlerin Suriye politikalarının önemini ortaya koyuyor. Sorun sadece politika belirlemek ve kararlar almak değildir. Önemli olan bu politikaların yaşam bulmasıdır. Bunun da son derece zor olduğu çok açıktır. Halkların çıkarlarından çok küresel ve bölgesel güç odakların stratejik çıkarlarına göre alınan kararların tek başına başarılı olma şansları bulunmuyor.

Suriye’nin iki yıllık savaş süreci bunu çok net olarak ortaya çıkardı. Koşullar oluştuğunda başta bölge halklarının temsilcilerinin, değişik politik eğilimlere sahip örgütlerin, demokratik-sivil toplum örgütlerinin içinde yer aldığı alternatif bir barış ve çözüm konferansının örgütlendirilmesi çok daha fazla anlamlı ve gerçekçi olacaktır.

___________________

[email protected]

1608400cookie-checkSuriye’de oluşan yeni politik dengeler ve Cenevre-2 Konferansı

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.