Cemal Süreya,bir şiirinde ”Her ölüm erken ölümdür”diyor.
Levent Kırca, o komik haliyle boylu boyunca yerde yatıyor.Bu kez sarhoş, ya da ölü numarası yapmıyor; gerçekten yerde yatıyor…
Yeni Şafak Gazetesi’nin 1 Ocak tarihli sayısında beni şok eden o röportajı okurken Levent Kırca’nın erken ölüm sendromuna yakalandığını anladım…
Soğuk betona uzanmış, pala bıyıkları toz, toprak içinde…
Levent Kırca “hidayete” ermiş.Eskiden Halk Partiliymiş, ama artık değilmiş.”Bu hükümet olmazsa, Cumhuriyet Halk Partisi olsa, daha mı iyi olacak; daha kötü olur.Eski bir Halk Partili olarak artık Halk partili değilim.Hükümet şu anda yapabileceklerini yapıyor.Recep Tayyip Erdoğan dürüst adam” diyor…
Röportajı okurken anlıyoruz ki, Levent Kırca,Yetim değil ama baba sevgisinden uzak büyümüş.Kendisi daha altı yaşındayken babası verem tedavisi için İsviçre’ye gitmiş ve bir daha dönmemiş.Levent , çocukluk, gençlik yıllarını babasız geçirmiş.Bir çocuğun yaşamında bunlar önemli.Gelecekte yaşanacak bir travmanın ilk izleri…Babasıyla yeniden karşılaştıklarında ise Levent 28 yaşındadır, babasının kollarına atılıp ağlamak için çok geçtir. Her şey içinde kalmış.Babasına kızamamış. Saygıda kusur etmemiş.Ama hep bir kırgınlık duymuş, ona karşı yüreğindeki hafif kini hep korumuş…
Kendi anlatımına göre, çocukluğunda hiç bağırmamış.Sesini yükselttiği hiç görülmemiş.Çocukluğu, gençliği ekonomik sıkıntılar içinde geçmiş. Zavallı annesi, iki yakalarını bir araya bir türlü getirememiş.Sonradan, tiyatroda çok para kazanmış, ama neye yarar.Yaşlılığında ,Piyangodan milyonlar kazanan yurttaşın bu parayla bir tuvalet yaptırması gibi,yetmişinden sonra gelen servetin içine…
.
Çocuklukları mutsuz geçenlerin bu mutsuzlukları evlilik yaşamlarına da yansırmış.Çocukken mutlu olamayan, mutlu bir baba da olamıyor.
Oya Başar’la otuz yıllık beraberliği boşanmayla sonuçlanıyor.Sonra yeniden barışma, ikinci kez ayrılıkla noktalanan kesin boşanma…
29 Ekim tarihli Bugün Gazetesi’nde de, “Evden donunu bile almadan ayrıldığını” söylüyor. Derya Baykal da Ferhan Şensoy’dan ayrılırken evdeki Dümbüllü kavuğunu da alarak gitmişti.Demek ki,sahnede n bu milyonları güldürenler, evde hanımlarını bile güldüremiyor, mutlu edemiyorlar.
Levent Kırca, içini başka bir gazeteye değil de Yeni Şafak’a dökerken Oya Başar’la son anlarını şöyle anlatıyor:
“Daha 10 gün önce..Aramızda tatsızlıkla vardı.Kavga ediyorduk sık sık; sonra ben çekip paltoyu (Levent Sanayi Mahallesindeki işyerini kastediyor) geliyordum. Üç-beş gün burada kalıp eve geri dönüyordum.Oya, madem gidip duruyorsun, ayrılalım bari, dedi.Tabi ben istemedim önce.Birbirimize en çok ihtiyacımızın olduğu bir devreye girdik. Sabret, şunun şurasında ölüme ne kaldı, dedim.”
Bu sözleri Levent Kırca söylüyor.Hepimizi kahkahadan yerlere yatıran bir sanatçının iç dünyası demek bu denli umutsuz, karmaşık ve fırtınalı da olabiliyormuş…
M.Ö. Beşinci Yüzyılda yaşamış Büyük Yunan Tarihçisi ve Filozofu Herodot, “ Hiçbir insan tek başına kalınca kendine yetmez” diyor.
Anlattıkları,Levent Kırca’nın bugün geldiği noktanın gizli kodlarını da açıklayan yaşamındaki kara deliklerdir…
Acı ama, görünen o ki, Levent Kırca artık AKP’ye gidiyor..
AKP Akademisinde (medresesinde) hoca(ulema) olacakmış. Sanatçı açısından siyasetin nasıl göründüğünü anlatacakmış.Bunun için Levent Kırca’nın tanıklığına gerek yok.Benim kafam karıştı. Peki, ya bugüne dek bize cam ekrandan anlattıkları neydi?
Levent Kırca, umutları tükenen bir çok insan gibi yanılgı içinde,tutunacak dal olarak dine sarılıyor.
Bu dünyada cennet gibi bir yaşam sürdüren insan, öbür dünyadaki cenneti neden özlesin.
Adam gibi duygusal bir yaşamı olan öbür taraftaki huri –melekleri niye düşünsün.
Din, umutsuz insanların sığınabildikleri bir yanılsama limanıdır.
AKP de, ucu başka dünyalara dek uzanan, insanların ertelenmiş umutlarının toplamıdır.
Yaşıyorken düş kurmazsınız.Yaşayamadığınız şeyleri düşlersiniz…
Başbakan gibi, Levent Kırca da eski gömleklerini sırtından çıkarıp atıyor. Değişme hakkını kullanıyor, değişiyor.
Levent Kırca’nın bugün yaşadığı travmanın gizli kodları sıraladığımız olaylarda saklı…
Türkiye tarihinin hiçbir döneminde görülmeyecek ölçüde bol mizah malzemesi yerlerde sürünürken o gidip AKP’ye tutunmaya çalışıyor.Ne yaman çelişki bu?
Siyasal iktidarlara yanaşmanın, her zaman muhalif kalması gereken sanatçılara, özellikle de gülmece ustalarına hayır getirmeyeceğini Levent Kırca düşünemiyor mu?
Siyasal iktidara bu denli angaje olmuşken, bakalım bundan sonra ekranlardan gibi hokkabazlıklar yaparak bizi güldürecek? Daha da önemlisi, ona neremizle güleceğiz?.
AKP Akademisi’nde ne inciler döktürdüğünü de göreceğiz.
O konferansı bir cuma gününe denk getirirlerse hiç şaşmam.Ardından da “Haydi bakalım Levent,Cuma namazına!”
”Siz gidin. Ben otele çekilip dinleneceğim” mi diyecek? “Dürüst” arkadaşlarını kırmayı göze alabilecek mi?
Madem ki AKP Akademisinde ders verecek, saçına bıyığına da özen göstermesi gerek? Adamın biri çıkar “Kes bu Kızılbaş bıyığını!” deyiverir, belli mi olur.Bu konuda standart arıyorsa, Erbakan Hoca’nın badem bıyıklarını,Sayın Erdoğan’ın, Sayın Abdullah Gül’ün ve Mehmet Ali Şahin’in kırpma bıyıklarını kendisine örnek alabilir…
Ben, kendimi şimdiden Levent Kırca’yı badem ya da kırpık bıyıklarla görmeye de hazırlıyorum.
Anladım ki, her oyuncu , sahnede bir tiyatro eserini sergilerken biraz da kendini oynuyormuş.
Levent Kırca, şimdi de içinde gizli kalmış o komiklikleri sergileyerek bizi güldürüyor.
Bunları yazarken içimin kan ağlamadığını, gülmeyi unutmuş toplumumuzda Levent Kırca gibi sanatçıların çok zor çıktığını bilmediğimi mi sanıyorsunuz…
.
O şimdi soğuk betonda boylu boyunca yatıyor.
Pala bıyıkları toz toprak içinde.
Başındaki Nasrettin Hoca kavuğu yuvarlanmış, başka bir yöne gitmiş.
Demek ki, Nasrettin Hoca zamanında da insanı böyle çileden çıkaranlar varmış.
Yoksa, Hoca hiç eşeğe tersinden biner miydi?
***
Levent Kırca çok güldürdü.
Henüz yaşıyorken kendini ölüme mahkum etti.
Her ölüm, erken ölümdür!…