İTALYA’DAN… Artaud, İzmir ve şizofreni

“Ne bekliyorsunuz? Ölümün size gelmesini mi? Can dostlarım size ölüme sizin gitmenizi öneririm! Onunla yüzyüze gelmeyi!” Fransız yazar, şair ve sanatçı
Artaud, 1930 yılında Eugène Deslaw’in çektiği “La fın dü monde-Dünyanın sonu” adlı filmde kameraya böyle haykırıyor.

Milano Çağdaş Sanat Merkezi PAC’ta fırtınalı hayatı mercek altına tutulan Artaud’nun rol aldığı onlarca filmden bir tanesi “La fın dü monde”. Galeri mekanında dev ekrana yansıtılan filmde genç Artaud’nun portresi onu bekleyen parçalanmış yaşama dair bir ipucu.

Artaud sergisi çok özel bir sergi. Jean-Jacques Lebel ve Dominique Paini’nin birlikte hazırladıkları sergi yaklaşık 25 yıllık bir çalışmanın ürünü.

PAC’a girişte önce bir Artaud portresi karşılıyor izleyiciyi. 1896’da Marsilya’da başlayan yaşam öyküsünü okurken İzmir’de yazın geçirdiği çocukluk yıllarının belki de ciddi anlamda hastalanmadan önce yaşamının en mutlu yılları olduğu anlaşılıyor.Çünkü Artaud’nun annesi Euphrasıe ve büyük bir sevgiyle bağlandığı annaanne Mariette Nalpas İzmir konenli Rumlardan. Bu nedenle Artaud’nun çocukluk yılları Provence ile İzmir arasında geçiyor.

Bu dönem hakkında Artaud’nun hiç konuşmadığını daha sonra öğreniyorum. Bir anlamda gerçekten mutlu olduğu yıllar, Ancak yine büyük bir sevgiyle bağlandığı kızkardeşinin ölümü onu çok sarsıyor ve yaşamı yavaş yavaş seyir değiştiriyor. Çocukken geçirdiği menenjitin de önün gelecekteki yaşamını sarsıcı biçimde etkilediği yorumlardan bir başkası.

İçinde İzmir’in de geçtiği ayrıntılı Artaud portresi izleyiciyi onun hayatı gibi başdöndürücü bir yolculuğa çıkarıyor. İlk mekanda ekranda Artraud’nun omurilik röntgeni asılı. Rodez’deki psikiyatri kliniğinde uygulanan elektrosok sırasında çekilen bir film. ve Artaud’yu dinliyorsunuz. 51 seans elektrosok uygulanan ve çok acı çeken Artaud’nun reddettiğit topluma dair düşüncelerini dile getirdiği sesi.

Onun gençlik yılarından ölümüne kadar olan süreçte çok kimlikli kişiliği, şizofreninin pencesindeki sanatçının ürettiği işler izleniyor. Bu sancılı süreçte başlangıçta sinema önemli bir yer tutuyor. Rol aldığı filmler aynen onun kişiliği gibi çift yönlü ekranlarda sunuluyor. Hemen bir küçük ayrıntı 1924-1935 yılları arasında çekilmiş olan onlarca film arasında. Hiçbir zaman baş rol oyuncusu değil, o daha çok kendinden özellikler taşıyan karakter oyuncusu olarak karşımızda, bazen bir bohem, bazen bir çatlak,
bazen de tarihin bir kurbanı olarak beyazperdede.

Bir başka mekan, Artaud hakkında yıllar süren özverili ve zorlu araştırmanın varlığını sergileyen belgelerden oluşuyor. Tüm bu değerli belge-bilgi arasında Artaud’nun el yazıları, notları, dostlarına gönderdiği mektuplar, dönemin kültürel etkinliklerina dair davetiye ve benzeri belge, fotoğraflar, yazdığı kitapların ilk başımları,hiç gitmediği ama hep hayallerini düsleyen yerler hakkında kaleme aldığı düşsel metinler bu özel mekanda sunuluyor.

Artaud’yu ve önün yaşamının yakın tanığı olmaya başlamışken bu kez kendi cizimleri ile otoportreleri ve Jean Dubuffet, Man Ray, Balthus, Denise Colomb gibi dostlarının yapmış olduğu Artaud portreleri karşısında fiziken de yakın artık Artaud.

Tüm bu tanışıklığın ve belge bombardımanının ardından izleyiciyi donduran bir mekan düzenlemesi geliyor karşıma. Sanatçının hastalığının en ağır seyrettiği dönemde kapatıldığı Rodez psikiaytri kliniğindeki hastane odası bü. Düzenleme Lebel’in. Sonuçları çok ağır olan onlarca elektrosok uygulamasının gerçekleştiği hastane odası. Artaud’nun yatırıldığı yataktan, kendini kontrol edemediği anlarda bağlandığı kemerlere, dönemin hastane mobilyalarından hekimlerin kullandığı arac-gerece kadar her ayrıntı mevcut galerideki hastane odasında. Doktorların raporları, duvarlardaki hastane kayıtları ve elektrosökün zarar verdiği omurilik röntgenleri vs.

Rodez’deki klinikte 1943’den 1946?ya kadar kalıyor Artaud. Bunu izleyen yıllarda kendini biraz toparlıyor ve yeniden yazmaya başlıyor. Hayatının son iki yılında daha çok şiirsel metinler kaleme alıyor. “Hekimler ve Hastalar” konulu radyo konuşması önün hayata, içinde yaşadığı topluma, dalgalı yaşamına yönelik öfkeli, kimi zaman hırçın ve sınır tanımaz düşüncelerini getiriyor. Artaud’nun öfkeli sesi, hayatla olan hesaplaşmasını izleyici karanlık bir mekanda, Artaud’nun sesi ve görüntüleri ile başbaşa izliyor.
Ya İzmir? Bu şehirdeki anıları bir sir. Çocukluğundan, anneannesinden ve 1910’ların İzmir’inden hiç söz etmiyor.

648780cookie-checkİTALYA’DAN… Artaud, İzmir ve şizofreni

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.