Tokatlı Avatarlar ve kutsal ormanda bir hafta…

YUSUF YZVUZ / AÇIK GAZETE – Vahşi madenciliğin kıskacındaki Tokat’ın Günçalı köyünde yüzlerce yıldır Çal Baba Ormanını koruyan köylüler, tıpkı Avatar filmindeki Na’vi halkı gibi kutsal ağaçlarla bağ kurarak yaşıyor…

Ünlü Yönetmen James Cameron’un 2009’da çektiği Avatar serisinin ilk filminde insanın yaşam üzerindeki yıkıcılığının sınırlarını zorlayan fantastik bir hikâye anlatılır. Ana fikir, insanın yeryüzünde ne varsa paraya çevirme hırsının sınırsızlığıdır. Kurgusal bir gezegenin uydusu olan Pandora’da ‘unobtanium’ adı verilen madeni çıkarmak isteyen 22. Yüzyılın insanları, devlet, şirket, bilim insanları, askerler ve sömürgecilik çağından taşıdıkları bütün araçlarla Na’vi adı verilen insansı canlıların yaşadığı bu gezegene saldırır.

YERYÜZÜ TÜKENİRKEN ‘UZAY VATAN’DA MADENCİLİK DÜŞLERİ

Dünyanın kaynaklarını acımasızca tüketen sanayi sonrası toplumun gözünü diğer gezegenlerin kaynaklarına diktiği bir dönemde geçen bu kurgusal hikâye, aslında bugün bize çok da yabancı gelmiyor. Son birkaç yıldır Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’dan Muharrem İnce’ye, Abdurahman Dilipak’tan kimi akademisyenlere kadar birçok isim ‘uzayda madencilik yapılması’ fikrini dillendiriyor.

‘UZAY MADENCİLİĞİ İLE DAHA REFAH YAŞAMIN ÖNÜNÜ AÇACAĞIZ’

Bu konuda açıklamalar yapan akademisyenler de var. 3 Ağustos 2021’de TRT web sayfasında yer verilen bir habere göre Konya Teknik Üniversitesi (KTÜN) Maden Mühendisliği Bölüm Başkanı Prof. Dr. Niyazi Bilim, milli uzay programı kapsamında yapılacak madencilik hakkında şunları dile getiriyordu: “2023 yılında Ay’a planlanan sert iniş başarılı olursa uzay madenciliği çalışmalarına da başlayabileceğiz. Milli Uzay Programı ile çalışmalara başlamış olmamız bence büyük bir atak. Uzay çalışmalarıyla 3-5 ülke ilgileniyor gibi görünüyor ama avantajları görülünce diğer ülkeler de bu sektöre girecekler. Ancak hemen uygun teknolojiyi üretmek, çalışmalara başlamak o kadar kolay olmayacak. Bu nedenle hazırlıklı olmalıyız. Karlı olduğunu düşündüğümüz zaman ‘biz de varız’ deriz, karlı olmadığını düşünürsek de teknoloji geliştirmiş oluruz, bir kayıp yaşamayız… Uzay madenciliğiyle dünyamıza maden getirebilirsek hem maden fiyatları düşmüş olacak hem de ilerleyen zamanda insanların daha refah yaşam sürmesinin önünü açmış olacağız.”

KALKINMACI HAMASETİN GÖLGESİNDE DOĞA SÖMÜRÜSÜ

Prof. Dr. Niyazi Bilim’in uzay madenciliği ile ilgili öngörüleri aya sert iniş yapılamadığı için en azından şimdilik gerçekleşmiş değil. İktidarın, daha çok belirli bir sermaye grubuyla birlikte yürüdüğü doğa sömürüsü ve yıkım ekonomisinde dillendirdiği kalkınmacı söyleme kamuoyunu da dâhil etmek için sıklıkla dillendirdiği ve adeta bir kült haline dönüştürülen ‘Yeşil Vatan’ ve ‘Mavi Vatan’ kavramlarına son bir iki yıldır ‘Uzay Vatan’ da eklendi.

RENK RENK METALAŞTIRILAN VATAN

Buradaki ‘vatan’, rengine bakılmaksızın metalaştırılabilecek bir yere işaret ediyor. Yeşil vatanın ormanları ahşap endüstrisi, enerji ve madencilik sektörleri için ölçüsüzce yok ediliyor, mavi vatanın kıyıları, koyları yağmalanıyor; denizler hızla kirleniyor, kimi yerde ise Marmara gibi müsilaj kusuyor. Uzay vatana henüz yetişemediğimiz ve ‘biz de varız’ diyemediğimiz için şimdilik uzayda en azından ülkemizden kaynaklı bir tahribat görünmüyor.

‘AYDA VAR MIDIR BOŞ ARSA, BİZ DE GELEK BELEŞ VARSA’

Akıllara Kırşehirli unutulmaz halk ozanı Şemsi Yastıman’ın “Atmosferde ne var ne yok” diyerek uzaylılara yazdığı şiir geliyor:

“Uzaylılar hoş geldiniz

Merih mi Ay mı iliniz?

Hangi lisandan diliniz?

Sizin de çok mu deliniz?

Uzaylılar hoş geldiniz

Ne durumda sizin devlet?

Liderlerde var mı hiddet?

Zor mu kurulur hükümet?

Uzaylılar hoş geldiniz.

Ayda var mıdır boş arsa?

Rüşvet ile karaborsa

Biz de gelek beleş varsa

Uzaylılar hoş geldiniz

Der Şemsi Yastıman size

Dostça öğüt görev bize

Hemen dönün ülkenize

Uzaylılar hoş geldiniz.”

Semsi Yastıman 1970’li yılların siyasi ve toplumsal kaotik dönemlerinde hiciv geleneğini ustaca kullanarak siyasilere ve yöneticilere olan eleştirisini uzaylılar üstünden yapmış ve “hemen dönün ülkenize” diyerek buraların pek tekin olmadığı konusunda uyarmıştı. Ancak bugün için uzaylıların uyarılması gereken başka konular var. Uzayda madencilik düşü kuran dünyalı ve Türkiyeli siyasetçiler, patronlar ve akademisyenler gibi…

KOLOMB’UN YERLİLERİNDEN AVATAR’IN NA’Vİ’LERİNE

Cames Cameron’un kurgusal gezegenindeki madenleri çıkarmak isteyen dünyalı oligarşik yapıya karşı yaşam alanlarını koruma mücadelesi veren Na’vi’ler, kutsal Eywa ağacından güç alırlar. Eywa ağacı, dinsel bir figür olmasının yanında Na’vi’ler için bir varoluş simgesidir ve bütün yaşam alanlarına kökleriyle bağlı olan bu ağaç sayesinde varoluşsal bağlarını sürdürürler. Avatar’da insanın yıkıcılığının sınırları zorlayan yanı, naif ama içlerinde gerçek birer savaşçı ruhu taşıyan mavi insansı yaratıkların direnişiyle karşılaşır. İnsanın şiddeti, tıpkı Kolomb’un 15. yüzyılın sonlarında başladığı keşif yolculuğu sırasında Amerikan yerlileriyle karşılaşması sırasında yaşananları akıllara getirir. Yakın zaman önce denizlerde geçen yeni sürümüyle seyirciyle buluşan Avatar’da Eywa ağacının yerini bu kez de bir deniz canlısı alıyor.

KALKINMACILIK SÖYLEMİYLE MÜLKSÜZLEŞTİRİLEN BİR HALK

Yönetmen Cameron’un Avatar serisinde yarattığı fantastik kurgu, aslında son yıllarda giderek daha da vahşileşen gerçek yıkımın sanal bir öyküsü gibi. Türkiye’de son yıllarda hızlanan vahşi madencilik furyası, benzer şekilde devlet, jandarma, ‘bilim’ insanları ve patronların oluşturduğu organize bir odak tarafından ülkenin dört bir yanında sürüyor. Binlerce yıllık kültürel birikimin odağı olan Anadolu coğrafyasında kutsal sayılan dağlar, ağaçlar, ormanlar ve bir zamanlar her birinin bir tanrısı olan nehirler kısa süreli madencilik uğruna tahrip ediliyor. Bu çarpıcı gerçekliğin yarattığı yıkımı görmek için Uşak’tan Erzincan’a, Akbelen’den Bergama’ya, Sivas’tan Kütahya’ya bakmak yeterli. Siyasilerin dilinde ‘yerli ve milli’ gibi kalkınmacı söylemlerle soslanarak sunulan ve adeta ‘sömürge madenciliği’ gibi kural tanımazlık içerisinde sürüp giden yağmanın, yüzlerce yıldır bulundukları bölgede yaşamını sürdüren insanları acele el koyma kararlarıyla mülksüzleştiren, yerinden yurdundan, inancından ve kültürel bağından eden bir yanı da var.

‘MADEN BULURSAK BU KÖYÜ YERİNDEN KALDIRIRIM’ KÜSTAHLIĞI

Altından gümüşe, demirden bakıra, kromdan çeşitli minerallere uzanan madencilik yağması yasayla da garanti altına alınıyor. Denizlerin dibinden, dağların doruklarına kadar paraya çevrilebilen ne varsa hepsini maden kategorisine alan ve tıpkı yaşam hakkı gibi yatırımcıya ‘madeni çıkarma hakkı’ da tanıyan yasal düzenlemeler, Anadolu kırsalına maden aramak için giden girişimcilere, “burada maden bulursam bu köyü yerinden kaldırırım” deme küstahlığını da beraberinde getiriyor. Yerel halkın bilgisi olmadan, görüşü alınmadan, fikri sorulmadan ruhsatlanan dağlar, yaylalar, ormanlar bu günlerde altına hücum dönemini andıran arayıcıların sondaj delikleriyle, tahribatlarla dolu. Maden arama işlemleri ÇED kapsamı dışında tutulduğu için halkın ancak işletme aşamasına geçileceğinde haberi oluyor. Bu da hem kamuya olan güveni zedeliyor hem de halkla devlet arasındaki bağı zayıflatıyor.

AVATAR’IN EYWA AĞACINDAN ÇAL BABA’NIN BİLGE AĞAÇLARINA

Tokat’ın merkeze bağlı Günçalı köyü de dört ayrı maden ruhsatı içe çevrelenmiş durumda. Geçtiğimiz Haziran ayında ziyaret ettiğim bölgeyi, bu kez de halkın kutsal saydığı Çal Baba ormanındaki anıtsal nitelikteki ağaçlarla ilgili bir çalışma için geçen hafta yeniden ziyaret ettim. Yaklaşık bir haftalık ziyaret boyunca köylülerle konuşma, anıtsal ardıç ve sarıçam ağaçlarını daha ayrıntılı görme ve bölgede yüzlerce yılda oluşan doğa koruma bilincine tanıklık etme fırsatı bulduk. Günçalı köyünün sırtındaki Çal Baba Ormanı, yöre halkı tarafından ziyaret yeri olarak kabul ediliyor. Çal Baba’nın Horasan’dan gelen inanç önderlerinden biri olduğu söyleniyor ve belirli bir türbesi yok, bilakis ormanın tamamının onun makamı olduğuna inanılıyor. Halk bu ormanın içindeki ulu ağaçların altında kurbanlarını kesiyor, adaklarda bulunuyor. Her ailenin bir ağacı var ve buraya bir başkası oturmuyor. Yazılı olmayan bir yaşam kültürü, yüzlerce yıldır bu ormanı korumuş. “Atalarımızdan böyle görüp, böyle bildik” dedikleri gelenek, tüm canlılığı ile yaşıyor. Günçalı bir Alevi köyü ancak ormanın çevresinde bulunan birçok Sünni inanca sahip köyün halkı da ormanda benimsedikleri alanlarda benzer şekilde ziyaretlerini yapıyor, kurbanlarını kesiyor ve inançlarını yerine getiriyor. Halk bu ormandan tek bir kuru dal bile alıp götürmüyor. En ilginç yanı da kişisel çıkar için ormanın tek bir yaprağı bile kullanılmıyor. Ormandan kuru bir dalı, tek bir çöpü bile kişisel çıkarı için alıp kullananların başına gelen kötü olaylar tüm civar köylerin dilinden düşmüyor.

MELİK GAZİ’NİN YARALI ASKERLERİNİ SAKLAYIP İYİLEŞTİREN ORMAN

Çal Baba ormanının köylülerce anlatılan ilginç bir öyküsü var. Tokat’ın da içinde olduğu bölgede hüküm süren Danişmentli Beyliğinin üçüncü hükümdarı olan Melik Emir Gazi (Melik Gazi, ölümü 1134) ordusunun Haçlılarla yaptığı savaşlardan birinde yaralanan askerler bu ormana sığınır. Yaralı askerler, tıpkı bugün ormanda bulunan farklı türlerdeki ağaçların sırt sırta vermesi gibi birbirine yaslanarak iyileşirler ve Melik Gazi ormanın sonsuza kadar yaşaması için dua eder. Köy halkı bugün yaklaşık 450 yaşındaki ulu ardıçların bulunduğu bir tepeye Melek Gaze (Melik Gazi) diye anıyor ve buradaki ağaçlara asla zarar verilmiyor.

ÇAL BABA ORMANINDA 230 İLA 500 YAŞ ARASINDA ONLARCA AĞAÇ VAR

İçinde meşe türlerinden sarıçama, boylu ardıçtan çitlembik ağaçlarına birçok ağaç türünün yanı sıra yabani meyve türlerini de barındıran bir kalıntı orman olan Çal Baba Ormanı, hiçbir yasal koruma statüsü olmadan halk tarafından bugüne kadar korunmuş. Ormanı koruyan en önemli unsur, çeşitli efsane ya da söylencelerle desteklenen doğa sevgisi. “Yaratılanı severim yaratandan ötürü” diyebilen bir geleneğin yaşam bulduğu bu ormanda, Orman Yüksek Mühendisi Dr. Mehmet Ali Başaran’ın yaptığı çalışmalar kapsamında çok sayıda anıtsal nitelikte ağaç tespit edildi. Aslında tamamı bir ‘anıt orman’ niteliğinde olan Çal Baba’da, yaşları 230 ila 500 arasında değişen çok sayıda boylu ardıç, sarıçam ve meşe ağaçları bulunuyor. Bunlar yalnızca kısa zaman içinde tespit edilebilenler. Ormanın genelinde kapsamlı bir bilimsel çalışma yapılması durumunda ortaya çıkacak sonuçların çok daha şaşırtıcı olacağı açık.

PANDEMİDE ZİYARETÇİSİ KESİLİNCE DALLARI KURYAN SARIÇAM AĞACI

Ancak Tokat’ın yüksek rakımlı bu yayla köyünde yaşayan insanları Avatar filmindeki Na’vi’lere benzetme nedenim olan yaklaşık 1700 rakımlı tepede bulunan ulu sarıçam ağacı. Bu dağın yamaçlarına yayılmış tek tük anıtsal nitelikteki sarıçam ağaçlarının atası gibi düren heybetiyle aşağıdaki Çamlıbel Ovasını seyreden sarıçam köylülerin gelip dertleştiği, derdini, sırrını anlattığı ve kutsal sayıp ziyaret ettiği bir ağaç. Dr. Mehmet Ali Başaran’ın yaptığı ölçümde ağacın yaşının 500’e yakın olduğu ortaya çıktı. Etkileyici bir görünümü olan koca çamın dalları kurumuş. Köylüler, pandemi öncesine kadar bu kutsal ağacın canlı olduğunu söylüyor. Ancak pandemide uygulanan sokağa çıkma yasağı nedeniyle insanların ziyaret etmediği bir dönemde ağaçta kuruma başlamış. Dalları kurumuş görünse de Başaran’ın yaptığı ölçüm sırasında ağacın gövdesinin hala canlı olduğu ortaya çıktı. Yüzlerce yıldır bu dağları bekleyen ve binlerce insanın sırrını paylaşan, derdine ortak olan bu ulu ağaç ölçümler sırasında adeta gözyaşlarını dökercesine özsuyunu akıttı. Öğle saatlerinde dibine düşen gölgesiyle daha da etkileyici görünen bu ulu sarıçam ağacının tamamen kurumadığını duyan köylülerin, bu bilginin paylaşıldığı gece tepeye kadar bidonlarla su taşıyarak ağacın dibine döktüğünü öğreniyoruz.

BUGÜN EN ÇOK İHTİYAÇ DUYDUĞUMUZ KORUMA BİLİNCİ

Günçalı ve çevre köylerde varlığını sürdüren bu ağaç ve doğa sevgisinin koruyucu yanı bugün en çok ihtiyaç duyduğumuz şey. Ruhlarını Çal Baba Ormanının zirvesindeki ulu sarıçam ağacında sağaltan insanların doğası ve yaşam alanı, tıpkı Avatar filmindeki Na’vi’lerin yaşam alanı ve kutsal ağaçları Eywa gibi madenci tehdidi altında. Dört ayrı maden arama ruhsatının verildiğini öğrendiğimiz Günçalı çevresinde altın ya da değerli bir başka maden bulunduğunda artık işletme aşamasına geçilecek ve bütün bu bölgede yeni bir yıkım başlayacak. Dağlar, ormanlar, sular ve binlerce yıldır yaşam alanı olan, höyüklerle bezeli bereketli bir ova vahşi madencilikle baş başa kalacak.

GÜNÇALI HALKI ÇAL BABA ORMANINI KORUMAYA KARARLI

Günümüzün dijital ve sanal dünyasında yaratılan gerçeklik algısına ayırdığımız zaman ve duygusal etkileşim, yalın gerçekliğin yakıcı yanıyla karşılaştığında yeterince odaklanamıyor. Ülkenin dört bir yanında sürüp giden yangının alevleri benliğimizi kuşattıkça, sanal gerçekliğin güvenli limanına sığınıp sorumluluk duygusundan kaçma çabası bugünün bir başka gerçekliği. Ancak Günçalı köylüleri yalın gerçekliğin oldukça farkında ve yüzlerce yıldır korudukları ulu ağaçlarla kaplı ormanı ve yaşam alanlarını korumak için bir yandan  hukuk mücadelesi başlatıp davalar açarken bir yandan da köyün çevresini 7/24 izleyecek bir güvenlik sistemi kurdular. Na’vi’lerin yaşam alanına tam donanımlı teknolojileriyle dalıp yağmalamak isteyen insanların donanımına artık Tokatlı Avatarlar da sahipler ve bir tarla faresinin bile hareketini görüp algılayacak teknolojiyle kutsal ormanı korumak için gece gündüz seferber oluyorlar.

Çal Baba Ormanı’nın zirvesindeki o sarıçamın dalları direniş ve umut arttıkça yeşerecek ve Türkiye’nin yakıcı gerçekliğinin tam ortasında sahnelenen bu vahşi madencilik filminin sonunda yağmacılar değil, yaşam kazanacak…

2714320cookie-checkTokatlı Avatarlar ve kutsal ormanda bir hafta…
Önceki haber1 Eylül “Dünya Barış Günü”nüz kutlu olsun
Sonraki haberUNIOM: İklim göçü çağına girdik
YUSUF YAVUZ
YUSUF YAVUZ (GAZETECİ-YAZAR) Isparta, Sütçüler'de doğdu. 1990’da edebiyatla ilgilenmeye başladı. Deneme ve inceleme tarzındaki ilk yazıları 1996 yılında 'Atatürkçü Ses' Dergisi’nde yayımlandı. Aynı yıl yerel ölçekte yayın yapan kanallarda 'Dönence' başlıklı radyo ve televizyon programları hazırlayıp sundu. 1999 yılında Antalya'da kurulan Müdafaa-i Hukuk Dergisi’nde yazmaya başladı. 2001’de Gazete Müdafaa-i Hukuk’ta Muhabir-Temsilci olarak görev aldı. Daha sonra adı 'Yeniden Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk' olan dergiyle bağını temsilci-yazar olarak sürdürdü. 2001-2007 yılları arasında Kaş Kitap Şenliğini organize ederek başta çocuklar ve gençler olmak üzere yöre insanının kültür, sanat ve edebiyat çevreleriyle buluşmasını sağladı. 2005 yılında Muğla ve Antalya arasındaki sahil bandında yaşanan yabancılara toprak satışına ilişkin yaptığı araştırmalar önemli etkiler yarattı. Deneme, inceleme, röportaj, düz yazı, haber ve yorumları; Cumhuriyet Akdeniz, Odatv, Yeni Harman, Edebiyat ve Eleştiri, Yolculuk, Evrensel, Atlas, Magma, Aydınlık, Birgün, Açık Gazete gibi dergi ve gazetelerde yayımlandı. Antalya merkezli VTV Televizyonunda, Pelin Gel Ağan'la birlikte 'İki Ağaç İçin' adıyla 16 bölümden oluşan bir program hazırlayıp ve sundu. Kanal V Televizyonunda, Biyomühendis Çağlar İnce ile birlikte, Yörük kültürünü ve tarihsel köklerini ele alan 'Islak Çarıklar' adlı belgesel haber programı hazırlayıp sundu. Araştırma yazılarından bazıları, 'Yer Bize Çimen Verdi' ve 'Darağacına Takılan Düşler' adıyla belgesel filmlere de konu olan Yavuz, şu sıralar 'Islak Çarıklar' adlı bir belgesel haber programı için çalışmalarını sürdürüyor. Ağırlıklı olarak arkeoloji, çevre, kentsel dönüşüm ve tarım konularını ele alan çalışmalar yapmayı yazılı ve görsel medyada sürdüren Yavuz, yıkım politikalarıyla tarımdan hayvancılığa, kültürden mimariye kırsal yaşamın dönüşümünü ele alan araştırma yazılarıyla tanınıyor. Ziraat Mühendisleri Odası Basın Ödülü, Çağdaş Gazeteciler Derneği Belgesel ödülü, Türkiye Ziraatçılar Derneği Tarım ödülü, Kubaba Derneği kültür hizmeti ödülü'nün yanı sıra Türkiye Ormancılar Derneği gibi çeşitli meslek odası, kurum ve kuruluşlar tarafından ödüle layık görülen Gazeteci Yusuf Yavuz, Likya'dan Teke yöresine uzanan coğrafyadaki su kültürüne ilişkin uluslararası bir sanat projesinin de danışmanlığını ve metin yazarlığını üstleniyor.

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.