Ana SayfaTÜRKİYEGerçekten öyle midir? AKP ve MHP bir yol ayrımında mıdır?

Gerçekten öyle midir? AKP ve MHP bir yol ayrımında mıdır?

Türkiye’de güncel siyasetin en popüler konusunu, ülkenin yakın geçmişini ağır bir örtüyle kaplayan AKP-MHP ittifakının artık sona ermekte mi olduğu sorusu oluşturuyor. Bu soru, genellikle temenni ya da nadiren endişe olarak, ittifakın başlamasından kısa süre sonra ortaya çıktı ve pek çok sınamadan net “Hayır” yanıtlarıyla geçerek bugüne geldi. Bugün, AKP ve MHP’yi doğrudan ya da dolaylı olarak temsil eden aktörlerin, bunların yayın organlarının söylemleri; Demirtaş’ın tahliyesi, komisyonun İmralı’ya gitmesi, belediye operasyonlarının safahatı gibi konularda görülen açık/örtük tutum farkları nedeniyle aynı soru, daha yaygın ve daha ihtiraslı olarak gündeme taşınıyor.

Bu sorunun olası yanıt[lar]ına ilişkin çerçeve, Türkiye’ye hükmeden egemen sınıf ve güçler örüntüsünün, yaklaşık 10 yıldır içinde bulunduğu tarihsel ittifakın güncel durumunu göstermelidir. Nitekim bugünkü AKP-MHP (Cumhur) ittifakı ve bu siyasal terkibin etrafında biriken güçler, 90’lı yılların görece gevşek siyasal koalisyonlarından, birden çok partinin hükümet kurmak için yaptığı geçici anlaşmalardan farklı olarak, stratejik hedeflere sahip oldular. Bu hedefler elbette sadece iç siyasete yönelik değildi. Ulusal, bölgesel ve hatta küresel ölçekte, doğrudan bazı iktisadi çıkarları içeren, önceleyen; bu çıkarların ele geçirilmesi için türlü zor araçlarına başvurmaktan çekinmeyen bir ittifak senedi üzerinde anlaşılmıştı. O halde bugünkü soru, MHP’nin geçmişte örneklerini vermesi nedeniyle sıklıkla ilk akla gelen, ‘taraflardan birinin diğerini sırtından atması’ şeklinde gerçekleşebilecek ani bir politik reaksiyon, bir oldu-bittiye dair değildir. Belki de şöyle formüle edilmelidir: Bazı sınıf ve katmanların, silahlı ve sivil bürokrasinin, siyaset eşrafının, dini cemaat ve tarikatların, bir ‘tek adam’ yönetimi etrafında kurdukları politik birliğin, popüler adıyla Cumhur İttifakı’nın varlık koşulları sarsılmakta mıdır?

Bu soruya net bir yanıt vermek için yeterli veriye sahip olmamakla birlikte bazı belirtiler ve olgular üzerinden daha belirsiz ama güncel durumu anlamaya yardımcı olacak çıkarsamalar yapılabilir. Bunun için de öncelikle bu ittifakın kurulduğu özgül koşullara, ittifak senedinin kapsamına bakmak gerekli. Giderek bir Erdoğan/Saray-AKP-MHP ittifakı görünümü almış olan siyasal birlik, ‘resmi’ olarak 15 Temmuz darbe girişimi ‘sırasında’ ve hemen sonrasında kuruldu. Esasen bu yol birliğini, AKP’nin tek başına iktidar imkanını kaybettiği 7 Haziran 2015 seçimlerinde sonucun netleştiği akşam saatlerine kadar geri götürebiliriz. MHP lideri Bahçeli’nin o gece, ortaya çıkan sonuçların bir hükümet kurmak için uygun olmadığını söylemesiyle başlayan ve 1 Kasım’daki ‘tekrar’ seçime giden süreç, amiyane tabirle, bu izdivaca katılan güçlerin hararetli bir nişanlılık evresi olarak gerçekleşti. O dönemin ‘çözüm süreci’ lağvedilmiş, Kürt meselesinde giderek tüm tarafların diline sirayet eden İslam sancağı altında ittihad fikri terk edilmişti. 7 Haziran gecesi Erdoğan’ın karşısına çıkan ve onun da çoktan hazır olduğu ilk senet vaadi bu olmalı. Çözüm süreci salt bir “PKK ile çatışma” konusu değildi. Başta kanlı bir iç savaşın sürmekte olduğu Suriye sahası olmak üzere bölgesel etkiler altında bir dış siyaset konusuydu. ‘Suriyeli muhalif’ adı altında cihatçı tedhiş gruplarının eğitilip donatılması ve bu ülkenin ağır ve acılı bir ölüme sürüklenmesine dayalı ‘Batılı’ plan AKP tarafından tüm yönleriyle benimsenmişti. Ama milliyetçi bürokrasi, Suriye sahasındaki alt üst oluşların Rojava Kürtleri için ortaya çıkardığı imkanları bir ‘beka sorunu’ olarak görüyor, bırakın bunu benimsemeyi bununla savaşmak gerektiğini düşünüyordu. Suriye’de her ne olacaksa Kürtsüz olmalıydı. 1991 ve 2003 Irak savaşlarından arta kalan bakiye temel bir hareket noktasıydı. Erdoğan’ın Filistin, Libya ve Mısır üzerinden zaten art arda hüsrana uğramış olan “İslam ittihadı ile Ortadoğu liderliği” hayalinin dayanıklılığı zaten kalmamıştı. Başta orta ve orta büyük ihracatçı sermaye olmak üzere organik AKP sosyal tabanının yeni ve büyük pazarlar ihtirası da çatışmaların yol açtığı istikrarsızlık ya da ‘yanlış dış siyaset tercihleri’nin yarattığı dışlanmalarla akim kalmıştı. Tüm bunlar Erdoğan için bazı zorunluluk alanları yaratıyordu.

15 Temmuz 2016’da yaşanan askeri kalkışma tereddüde yer bırakmayacak şekilde düğümleri çözdü. Erdoğan, MHP’nin, ordudaki milliyetçilerin, daha birkaç yıl önce Gülencilerle işbirliği halinde tam karşıya aldığı ulusalcı güçlerin desteğiyle iktidara tutundu. Bu artık ‘yeni’ bir dönemdi. Yenikapı ruhu olarak sergilenen ortak tablo, bir genişlik, kapsayıcılık anlatısından çok, orada olmayanların başına geleceklere işaret eden bir negatif imge içeriyordu. Gerçekten de öyle oldu. FETÖ ile mücadele adı altında ülke olağanüstü koşullara sürüklendi. Devletin merkezi gücünün mutlak tahkimi, hukukun ve anayasanın terki, toplumun tümüyle siyaset dışına atılması… 2016’dan itibaren yaşanan dönüşümler, sonradan Cumhur İttifakı adını alacak bu güç birliğinin başta güvenlik ve yargı olmak üzere bürokrasiyi ve tüm kamu görevlerini adeta ilhak etmesini, zorunlu hale gelmiş bir rejim değişikliğini şaibeli bir halk oylamasıyla gerçekleştirmesini, cezaevlerini doldurmasını beraberinde getirdi.

Aynı dönem, başta ücretli emek olmak üzere ezilen toplumsal sınıfların iktisadi ve politik varlıklarının da tam bir saldırı altına alındığı dönemdir. Erdoğan’ın, derhal çok popüler hale gelen “OHAL sayesinde grevleri engelledik” vecizi, bu siyasal birliğin sermaye tarafındaki senediydi. Düşük faiz ve yüksek teşviklerle sermayenin tüm kesimleri desteklenirken ücretlerin ulusal gelirdeki payı hızla geriledi. Korkut Boratav’a göre 2016 sonrasındaki bu tablo bir ‘bölüşüm şoku’ idi.

Ordu Suriye’nin kuzeyinde Kürtlerin kontrol ettiği bölgelere üç büyük askeri operasyonla yerleşti ve bunu yaparken Suriye’ye kılıcını atarak iç savaşı stabil hale getirmiş olan Rusya’yla, hatta savaşın bir unsuru olarak görülen İran’la mutabakat halinde davrandı. “Katil Esed” sözü bile sıkılmış dişlerin gerisinde tutuldu.

Önce 2022 Şubat’ında başlayan Rusya-Ukrayna savaşı, sonra da 2023 sonbaharındaki Hamas saldırısının ardından İsrail’in başlattığı soykırım ve çok cepheli bölgesel savaş, bu ittifak ve onun ürettiği ‘15 Temmuz rejimi’nin özgül ‘dış’ koşullarını büyük oranda ortadan kaldırdı. 2024 sonbaharında Trump’ın ABD Başkanı seçilmesi ve 2025 başından itibaren yüksek performansla işe girişmesi de tabloyu tamamladı.

Şimdi, 2016 ile 2023-24 arasında, Cumhur İttifakını bir güçlü Türkiye modülü olarak ayakta, sırt sırta tutan özgül koşulların, bu yeni durumla alt üst olduğu açık. Yirmi yılı aşkın bir sürede Irak ve Suriye’yi etkisiz hale getiren emperyalist planın, bir yandan eski ajandasına sadık olarak yeni hedef İran’ı kuşattığı, diğer yandan güncel koşulların dayattığı yeni gerilim ve çatışmaları yönetmeye çalıştığı açıkça görülüyor.

İşte bu tabloda Erdoğan-AKP, ekonomik çıkmazlarla boğulmuş, halk desteğini büyük oranda kaybetmiş ve gelecek vadetmeyen iktidarı için bir çıkış fırsatı görürken; MHP ve onun şahsındaki milliyetçi bürokrasi Irak’taki KDP-KYB ve Suriye’deki PYD’den sonra, İran’ın da çökertilmesiyle ortaya çıkacak boşlukta tekamül edebilecek ‘büyük Kürdistan’ı görüyor olabilir. Her ikisi de ABD’ye ve özellikle de onun İran planına temelden karşı çıkmıyorlar; bu harekatın hangi müttefik deseniyle yapılacağı konusundaki kırmızı çizgileri ayrışıyor.

“TRÇ ittifakı” önerisiyle kafa karıştırsa da MHP; ABD ve İsrail’e karşı bir pozisyonda değildir ve şimdiki itirazları da bununla çelişmiyor. Nitekim TRÇ ittifakı önerisinin bu önerinin doğal unsuru İran’ı özenle içermemesine dikkat çekmek gerekir. MHP ve temsil ettiği güçler, ABD ve İsrail’in İran’a ya da başka bir hedefe yönelik operasyonlarına değil; bunun için gerekli ittifakın ‘dış Kürtler’ ile yapılmasına karşıdır. Mehmet Uçum bunu “dış Kürt sorunu” kavramıyla formüle etti. Trump ve İsrail’in yırtıcılığında fırsat gören bir başka Cumhurcu ekip ise -Kürt dostu olmamakla birlikte- bu planların dışında kalmaktan endişe etmektedir. Onların derdi, iç siyasal meşruiyeti sarsacak şekilde ‘iç Kürtler’ ile girilen fazla tavizkar ilişkiler… Demirtaş, Öcalan ve SDG konularındaki akortsuzluğun arkasında böyle bir farklılaşma aranabilir.

Elbette bu denklemin, Türkiye sermaye sınıfının çeşitli katmanlarının bölgesel ve ulusal taleplerini içeren, ekonomik koşulların dayattığı müstakbel toplumsal tepkileri içeren bir bütünlüğü var. Ama yüzeydeki ‘AKP-MHP boşanıyor’ mu tartışmasının en yüzeydeki ihtilaf noktası olarak bu güncel duruma dikkat çekmek gerekir. Söz konusu ihtilaf ‘çözülmez’ değildir; iki taraf bir yolunu bulup uzlaşabilir; ama son 10 yıldır girilen yolun önemli bir virajda olduğu da açıkça görülmektedir.

Bu habere emoji ile tepki ver

😡
0
Kızgın
🤣
0
Hahaha
👍
0
Beğendim.
❤️
0
Muhteşem
😢
0
Üzgün
😮
0
İnanılmaz

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.

En Son Haberler

The Ultimate Managed Hosting Platform