Bazen her şeyin kötüye gittiğini, akıl ve mantığın rafa kalktığını düşünüyor, özellikle çocukların geleceği adına umutsuzluğa kapılıyorum. Nasıl umutsuzluğa kapılmayayım ki dostlar. Çevrenize bir bakın. Salgının çoktan bitmesi gerekirdi ama aşıda patent hakkından vazgeçilmediği için virüs kılıktan kılığa girerek daha bulaşıcı ve öldürücü hale geldi. Başbakan Boris Johnson alay edercesine başbakanlıkta korona partisi vere dursun biz de yakınlarımızı vahşi kapitalizmin para hırsına kurban vermeyi sürdürüyoruz.
Nasıl umutsuzluğa kapılmayayım ki dostlar. Enfield’de bölge sakinlerinin oksijenini 50 yıl boyunca kirletecek çöp yakma tesis projesi bütün itiraz ve protestolara karşın aldı başını gidiyor.
Nasıl umutsuzluğa kapılmayayım ki dostlar. Salgında çoğumuz ya işimizi yitirdik ya da aile bütçemizi küçülttük. Bütün bu kara tabloya rağmen enerji fiyatlarında uygulanan tavan fiyatın 1 Nisan’da yüzde 50’den fazla yükseltilmesiyle fiyatlarda patlama yaşanacak. Enerji deyip geçmemeli, herşeyin girdisi.
Nasıl umutsuzluğa kapılmayayım ki dostlar. Ulusal Sağlık Sistemi’nin (NHS) kıymetini şu salgın döneminde biz bir kez daha anladık ama hükümet hala anlayamadı. Son 30 yılda kuşa çevrilen NHS’in bütçesi artık iyice zorlanmaya başladı, tedaviler yapılamaz hale geldi, acil servis bekleme süreleri sürekli katlanarak uzuyor. Ülkede 5 milyondan fazla hasta tedavi sırası bekliyor. Sağlık emekçilerinin sayısının yetersiz olmasının yanı sıra, toplam sağlık emekçilerinin yüzde 25’inin salgına yakalanması nedeniyle çalışmadığı, dolayısıyla hastanelerde tedavi gören hastaların yeterince servis almadığı belirtiliyor.
Nasıl umutsuzluğa kapılmayayım ki dostlar. Bu haksızlıklara başkaldıran, daha iyi ve yaşanılabilir dünyanın var olabileceğini sokağa çıkarak haykıranların sayısı bir kaç yüzü geçmiyor.
Ya Türkiye’de olup bitenler… Öğretmen arkadaşlarımın anlattığı (özellikle son aylarda çoğaldığını aktardıkları) yoksul öğrenci hikayeleri yüreğinizi sızlatıyor.
Son günlerde Sezen Aksu’nun şarkı sözleriyde Adem ve Havva’ya hakaret ettiği tartışması ise “bir delinin taşını bin akıllının kuyudan çıkarmaya çalışması”na örnek verilebilir… İngiliz dostlarıma bu gündemi anlatsam ağlarlar mı gülerler mi bilemedim…
Bütün bu umutsuzluğuma (anlık kısa devrelerime) karşın bir gün mutlaka aklın ve mantığın galip geleceğini söylemek istiyorum. Buna örnekler de verebilirim. Ben çocukken yola tükürmek adettendi. Ya da araçların olur olmaz korna çalmaları. Toplu ulaşımda ve bebeklerin yanında sigara içilmesi de normaldi… Toplumsal bilinç yavaş da olsa artıyor. Benim isyanım da bu toplumsal gelişmenin yavaşlığından olsa gerek. Belki de bir tarih sonrasının gelişmişliğine bir an önce varılmasını istediğimiz için bize “ilerici” diyorlar.
Siz bana bakmayın ne olursa olsun enseyi karartmamak gerekir dostlar. 120 yıl önce 15 Ocak’ta doğan Nazım’ın dediği gibi “kararmasın yeter ki / sol memenin altındaki cevahir.”
***
Bu haftaki yazımı bitirmeden sizi biraz gülümseteyim. Geçen hafta arkadaşım Sefer’in anlattığı gerçek bir hikayeyi sizinle paylaşmak istiyorum. Sefer Akşehirli olmasıyla Nasrettin Hoca’nın torunu sayılır.
Babasını kırmamak için her bayram kuzenleriyle birlikte bayram namazına gider. Pek inancı olmasa da “Ya Allah varsa” diye işi sağlama alma yanlısıdır.
Son bayram namazında hoca vaiz verirken, “Ey cemaati müslim. Camiye yardım edin. Ne kadar yardım ederseniz, öbür dünyada o kadar bal ve kaymak, ölmüşlerinizin önüne konacak” demiş.
Kasketini ters çevirmiş bir cami görevlisi anında, Sefer ve kuzenlerin önünde belirmiş. Birinci kuzen yüklüce bir bağış yapmış. İkincisi onun iki katını kaskete atmış.
Birincisi bakmış ki rahmetli anasına ayıp olacak, biraz da laf olacak… Kaskete biraz daha ek yapmış. Sıra Sefer’e geldiğinde, bizimkisi kafasını kaşımış, “Ya kusura bakma. Bizimkiler şeker hastasıydı” demiş…