“Yoksulluk nedir?” sorumu, “Temel ihtiyaç maddelerini karşılayamamak ya da karşılarken zorlanmak herhalde” diye yanıtladı… “Peki” dedim “Temel ihtiyaç maddeleri nedir?” Düşünmeden “Yeme. içme, barınma. internet, kitap, eğitim, sağlık” dedi; durdu ve devam etti, “tatil, seyahat, hobiler, otomobil…” “Sen memleket ziyaretini de ekle” dedim… “Herhalde” diye yanıtladı, “Günümüzde temel ihtiyaçlar değişti ne de olsa…”
“Yoksulluk” ve “yoksullaşma” ayrı ama kardeş kavramlar… Kapitalizmin bütün krizlerinde sınıflar giderek kum saati şekline benzer… Orta sınıf incelirken en alttaki yoksul ve en üstteki varsıl sınıflar genişler…
Dostum devam etti:
“Eskiden haftada yarım kg kıyma, çocuklar seviyor diye de mutlaka kuru yemiş alırdık. Arabayla oraya buraya düşünmeden giderdik. Kıymayı ayda bir alır olduk. Kuru yemişten vazgeçtik. Arabanın benzinini düşünür hale geldik… Hani enerjiden, süpermarket ürünlerine üst üste gelen zamları biliyorduk ama ilk kez hayat pahalılığını etimizde kemiğimizde hissetmeye başladık. Yahu dedim mutfak bütçesi giderek küçüldüğüne göre bunun adı ‘yoksullaşma!’ Biz farkında olmasak da yoksullaşıyoruz…” Dostumun yorumu etkileyiciydi. Biz gerçekten yoksullaşıyoruz…
Ekonomi derslerinde gördüğümüzce eski tüketim alışkanlıklarımızdan öyle kolay kolay vazgeçemiyoruz. O zaman yorgan küçüldükçe ayaklar dışarıda kalıyor. Biraz daha küçülürse gerisini siz düşünün… Zaten tüketimi azaltmanın da bir sınırı var. Ayakları küçültemeyeceğize göre “N’oluyor yahu! Bu yorganı kim küçültüyor diye” sormak, sorgulamak gerekiyor…
İngiltere’de enflasyon 40 yılın zirvesi yüzde 9.4 dolayında ama yıl sonunda yüzde 13’ü bulacağı, bir ailenin ortalama enerji harcamasının da katlanarak 5 bin sterline dayanacağı öngörülüyor. Türkiye de ise ipin ucu kaçmış gibi… Devlet kuruluşu TÜİK ile bağımsız kurumların rakamları arasında uçurum var. Memleketin yıl sonunu net değerlendirmek olası değil…
* * *
Nasrettin Hoca’nın “yorgan” hikayesini bilirsiniz. Bir kış günü Hoca sokaktaki kavgayı yatıştırmak için yorgana sarılıp dışarı çıkar. Kavga edenler arbede sırasında Hoca’nın yorganını çalıp kaçarlar. Eve yorgansız dönen Hoca, “Kavgayı çabuk bitirdin” diyen eşine “Yorgan gitti, kavga bitti” der…
Bizim de her geçen gün küçülen yorganın kavgasını vermezsek Hoca gibi yorgansız kalacağımız aşikâr. Tarihimizde yorgan kavgası veren ya da vermeyip seyredenlere sözü olanlara sözü bırakmak istiyorum. İyi haftalar dostlar…
Şair Eşref: Bir soğan soyulurken yaşarıyor da gözler / Vatandaş soyulurken aldırmıyor öküzler! / Hayadan eser yoktur nafile bütün sözler / Beyhude inat etme hemen salla başını / Dilini tut, uslu dur / zıkkımlan maaşını.
Osmanlı döneminde söylenmiş, anonim bir deyiş: Şalvarı şaltak Osmanlı / eğeri kaltak Osmanlı / ekende yok biçende yok / yiyende ortak osmanlı…”
Aşık Serdarî: Nesini söyleyim canım efendim / Gayrı düzen tutmaz telimiz bizim / Arzuhal eylesem deftere sığmaz / Omuzdan kesilmiş kolumuz bizim
Benim bu gidişe aklım ermiyor / Fukara halinden kimse bilmiyor / Devletin sikkesi selam vermiyor / Kefensiz kalacak ölümüz bizim
Zenginin sözüne beli diyorlar / Fukara söylese deli diyorlar / Zemane şeyhine velî diyorlar / Gittikçe çoğalır delimiz bizim
Zenginin yediği baklava börek / Kahvaltıya eder keteli çörek / Fukaraya sordum size ne gerek / Düğülcek çorbası balımız bizim
Serdarî halimiz böyle n’olacak / Kısa çöp uzundan hakkın alacak / Mamurlar yıkılıp viran olacak / Akıbet alınır öcümüz bizim