ALMANYA’DAN… Kopenhag Kriterleri Van’a ulaşmamış

23 Ekim 2005 Pazar Günü Frankfurt’ta Paulskirche’ye gitmek içimden gelmedi. Orhan Pamuk’un populist içerikli bazı açıklamalarından dolayı değil.

“1 milyon Ermeni’nin ve 30.000 Kürt’ün” katledildiği konusunda bu rakamları bu derece kesin olarak nasıl dile getirebildiğini merak etmem de neden değildi bu tavrıma.
Ancak 1997 yılında çok sevdiğim ve aynı zamanda baba dostu Yaşar Kemal ile sarmaş dolaş gittiğim ödül töreninden bu yıl uzak kaldım.

Çünkü Orhan Pamuk tarafından yapılan bir açıklama beni çok şaşırttı ve üzdü.

Geçenlerde medyada okuma olanağı bulduğum bir söyleşisinde kendisinin “AKP Hükümeti ile değil ama Türk Silahlı Kuvvetleri ile sorunu olduğunu” belirttiğinde ben de  “Türkiye’de bir yazar nasıl olur da AKP Hükümeti ile sorunsuz olabilir” diye sormadan edemedim.

“Zina” konusunda hedefledikleri kabul edilemeyecek yasa hem yurtiçinde hem de yurtdışında çok çetin bir muhalefet sayesinde engellenebildi.

AKP belediyelerinin egemenlik alanlarında Türkiye’de yazarların milli içkisi rakınında dahil olduğu alkol yasakları günlük gazetelerde sürekli okunmakta.

İmam Hatip Okulları’ndan mezun olanların kadrolaşmada oynadığı ve gelecekte oynaması istenen rol için ne oyunlar oynandığı gene ortada.

Türkiye Cumhuriyeti’nin sanki İslami bir cumhuriyetmiş gibi işlemesini isteyenlerin sayılarının özellikle üst düzey bürokraside arttığını görmemek için kör olmak gerekir.
Emniyet Teşkilatı’nda oruç tutmayan polislerin tespit edildiği iddiaları dillerde.

Arap sermayesi Türkiye’de hiç bu kadar etkin bir konumda olmamıştı.

Orhan Pamuk tarafından “sorunum yok” diye tanımlanan hükümet TBMM tatile girmeden komisyonlardan geçmesine rağmen tepkiler nedeniyle beklettiği “yurtdışına gönderilen ancak irticai faaliyetleri nedeniyle ilişkileri kesilen akademisyenlerin üniversitelere dönüşünü” sağlayacak yasayı şimdi TBMM Genel Kurulu’na getiriyor.

Ve işin acı tarafı bu yukarıda sıraladıklarım sadece bir kaç örnek. Bu örneklerden onlarca sunmak mümkün.

Acı olan gerçek: Türkiye’nin her gün daha fazla alaturkalaştırıldığı ve islami bir kimliğe doğru itildiği.

Eskiden Anadolu üniversitelerinin MHP’li kadrolarca ele geçirilmesini üzüntüyle izlerken şimdi de köktendinci kadrolaşma ile karşı karşıyayız bu üniversitelerde.

Hele intihal (aşırma) yaptığını sadece iddia edenlerin ispatlamış olduğu değil, kendisi de kabul eden bir başbakanlık müsteşarı klasik AB etiğine göre çoktan istifa etmişti.
“17 Aralık” ve “3 Ekim’lerden” sonra kendilerini “AB fatihi” olarak kutlatanlar ise kameralar karşında “kitabında intihal (aşırma) yapmış” olan müsteşarı demagojik bir şekilde savunmaktalar.
““AB yolunda ülkeyi kısır tartışmaların içine çekmeyin” uyarısında bulunan TÜSİAD, aralarında imam hatip liselerinin de bulunduğu meslek liselerinden düz liselere geçişi kolaylaştıran yönergeyi sert dille eleştirdi” (Milliyet/23 Ekim 2005).

Van’da olanlar ise Kopenhag Kriterleri açısından ele alındığında AB nezdinde de sorun olmaya aday.

“Kendisini bir şiir nedeniyle hapse attıklarını” her olanağını bulduğunda dile getirdiğine bizzat Ankara’da başbakanlıkta şahit olduğum bir başbakanın ülkesinde bir rektör  “kendisinin soruşturduğu yolsuzluk davasının sanığı” oluvermiş durumda.

Hem Komiser Rehn’in hem de AB Ankara Temsilcisi Kretschmer’in daha fazla kayıtsız kalamayacakları kadar vahim bir gelişme söz konusu. Bu aynı şekilde Türkiye’deki anti-demokratik uygulamaları sürekli gözlemleyen AB büyükelçileri için de geçerli.

Leyla Zana ve arkadaşlarının davasına Avrupa Parlamentosu adına gözlemci olarak gitmiş olan bendeniz de bugün milletvekili olsaydım Van’daki durusmaya Avrupa Parlamentosu adına gözlemci olarak katılmak için kolları sıvardım.

Adalet herkes için olmalı!

Geçmişte YÖK demokrasi için yeterince kavga vermemiş olabilir. Ancak şu anda onurlu bir kavganın içinde. Oldukça şaibeli bir şekilde sanık konumuna getirilmiş bir rektörüne bence yiğitçe sahip çıkıyor. Bu rektörün suçlu olması durumunda bile hak etmediği bir muamele ile karşı karşıya olduğunu herkes kabul etmekte Türkiye’de.

Hükümet hariç!

İlginç sanki tüm iddiaları kanıtlamak istercesine tekbirli protesto gösterileri yapılıyor Van’da.

“Tutuklanan rektör Prof. Aşkın’a destek için Van’a gelen 75 rektör ve temsilcisi kente giriş yaparken YÖK Başkanı Prof.Teziç’in bulunduğu otomobil, bir grup protestocu tarafından tekbirler arasında yumruklandı” (Hürriyet/23 Ekim 2005).

Sanki Ermeni olmak ayıp bir şey!

İşte böylesine ırkçı olabiliyor kimileri ve akıllarınca “çamur atmak” adına Prof. Aşkın’ın “Ermeni” olduğunu iddia ederek ona kamuoyunda zarar vermeyi hedefliyorlar.
Köktendinciler işte bu derece tehlikeliler.

İnsanların müslüman olmaması, Ermeni olması aslında büyük sorun onlar için.

Türkiye Cumhuriyeti bu köktendinci yobaz kafaların eline geçmemeli.

12 Eylül’lerin acısı ve hıncıyla dolu ben bile, bir yandan gittiğim bir lokantada yemek yerken gördüğüm 12 Eylül’lerin ünlü paşası nedeniyle istahım kaçarken ve Türkiye’nin bu karanlık döneminin hesabının hala sorulamamış olmasına kızarken diğer yandan da “irticaya karşı Türk Silahlı Kuvvetleri” var diye de düşünmeden edemediğimi itiraf etmek zorundayım.

Van’da eğer “başında bulunduğu üniversiteyi köktendincilere teslim etmeyip belki de onlardan kurtardığı için” hapis yatıyorsa Türkiye’de bir rektör, o zaman AB yolunda bir Türkiye’den de söz etmek çok güç olacaktır.

***

AB üyelik müzakereleri sürüyor.

2006 Tarama Takvimi planı içinde yer alan “Yargı ve Temel Haklar” konusu oldukça zorlu geçmeye aday.

Belki de iyi ki öyle.

Çünkü bugüne kadar kendilerini “demokrasi havarisi” diye tanımlayan kimilerinin “hukuk devleti” kavramından ne anladıkları da ortaya çıkacak hiç değilse.

Ama önce göreceğiz “Van’da da Kopenhag Kriterleri geçerli mi, değil mi ?” diye.

1614490cookie-checkALMANYA’DAN… Kopenhag Kriterleri Van’a ulaşmamış

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.