Antalya ormanlarına ‘turistik’ kıyım!

BİR YUSUF YAVUZ RÖPORTAJIDIR

AKP hükümetince 18 Mart 2008’de meclise sunulan Turizmi Teşvik Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı, 7 Mayıs’ta meclisten geçerek yürürlüğe girdi. Cumhurbaşkanı Gül’ün de onayladığı tasarının ardından, başta Antalya, Muğla ve Çanakkale gibi kıyı kentleri olmak üzere, turizm yapılan orman dokusu yoğun kentlerde tehlike çanları çalmaya başladı. Çevre ve ormanlar konusunda bir çok kamu davasına imza atan Antalya Barosu Çevre İzleme Komisyonu Başkanı Avukat Tuncay Koç uyardı: “getirilen yasayla Antalya’da yaklaşık 80 bin dönüm ormanlık alan daha turizmin emrine verilebilir. Çılgın bir betonlaşmanın önüne geçmek zorundayız.”  Yasayla birlikte Türkiye genelinde 1 milyon 50 bin dönüm ormanlık alanın turizmin hizmetine sunulacağının belirtilmesi üzerine, çevre örgütlerinden de tepkiler yükselmeye başladı.

Türkiye ormanları, son beş yılda Cumhuriyet tarihinin en acımasız yağma saldırısıyla karşı karşıya geldi. Antalya ve Muğla gibi sahil kentleri başta olmak üzere ülke genelinde yapılan turizm tahsisleriyle ormanların yanında en verimli tarım toprakları da kamu yararı gözetilmeksizin yağmaya açıldı. Toplumsal refleks, zayıf da olsa bu süreçte tepki göstermekte gecikmedi.  Ancak iktidar partisi AKP’nin tahsis politikasına karşı hukuk mücadelesi yürüten sivil toplum örgütleri, hukukun siyasallaşmasından ve kazanılan davaların uygulamaya konulmamasından yorgun düştü. Geçtiğimiz günlerde Antalya Barosu tarafından düzenlenen bir panelde Türkiye ormanlarına ilişkin şoke edici bilgi ve ayrıntılar aktarıldı. Kırsal Çevre ve Ormancılık Sorunları Araştırma Derneği Üyesi Doç. Dr. Yücel Çağlar, Antalya Barosu’nda düzenlenen panelde yaptığı konuşmada, Türkiye genelinde 81 bin maden arama ruhsatlandırması yapıldığını açıkladı.

Sorun yalnızca madenlerle sınırlı değil. Doç. Dr. Yücel Çağlar’a göre iktidar, “Devlet Ormanı” sayılan arazileri anayasaya ve Anayasa Mahkemesi kararlarına aykırı olarak yerli ve yabancı turizm yatırımcılarına tahsis etmek için Yasa Tasarısı hazırladı. “Anayasaya karşı hile” yaklaşımıyla hazırlanan tasarı öngörüldüğü gibi yasalaştığında ülkemizde %5,3’ü Antalya, % 4’ü Muğla ve %2’3’ü İzmir’de olmak üzere toplam 1 milyon 50 bin dönüm orman, her türlü turizm yatırımına açılabilecek. Bu yatırımlara en az 63 bin dönüm ormanımız yapılaşabilecek. Üstelik, bu tahsisler anayasanın 169. maddesine karşın yine kamu yararı gözetilmeden yapılabilecek. Çağlar, konuyla ilgili yazdığı makalede turizm yatırımlarına tahsis edilebilecek “devlet ormanı” sayılan alanın toplam genişliğinin, illerin “orman” sayılan alan genişliğinin % 1’ini geçemeyeceğini dile getiriyor. Ancak, görünümde kolaylıkla küçümsenebilecek bu oranın, ülke genelinde toplam 1 milyon 50 bin dönüm orman alanına denk düştüğüne dikkat çekiyor: “Sözgelimi, bu düzenlemeyle Antalya’da 111, İçel ve Muğla’da 84, Çanakkale’de 53, İzmir’de 48 ve Aydın’da da 31,5 bin dönüm genişliğinde orman alanı turizm yatırımlarına tahsis edilebilecektir. Tasarıyla bu alanların % 30’unda yapılaşmaya izin verildiği göz önünde bulundurulduğunda, çeşitli yapılaşmalarla orman ekosistemlerine doğrudan ve dolaylı olarak getirilebilecek yükün boyutları daha kolay kavranabilecektir.”

Bütün bu çarpıcı ayrıntılar bir yana, 12 Eylül döneminde çıkarılan ve ülke ormanlarıyla kamusal varlıkların turizm yatırımcılarına 49 yıllığına kiralanmasını düzenleyen Turizmi Teşvik Kanunu’nun 8. maddesi, anayasaya aykırı olduğu gerekçesiyle geçtiğimiz yıl Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edildi. Ancak AKP hükümetince hazırlanan ve 18 Mart 2008 tarihinde meclise sunulan Turizmi Teşvik Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı’nın geçtiğimiz hafta meclisten geçmesiyle birlikte Türkiye ormanlarının önemli bir bölümü “kamu yararı” gözetilmeksizin turizmin hizmetine sunulmasının önü açılmış oldu.
Doç. Dr. Yücel Çağlar’ın dikkat çektiği bir diğer nokta ise en az durumun kendisi kadar vahim. Hatta daha da vahim denilebilir: “Ne yazık ki, ilgili ve duyarlı kamuoyu bile bu sürece etkili biçimde karşı durabilmek için gerekli bilgiye çoğunlukla sahip değildir. Yine ne yazık ki AKP, bu gerçeğin de bilincindedir ve kendince gereğini (!) yapmaktadır.”

Çağlar’ın işaret ettiği orman yağmasına karşı Antalya’da önemli hukuk mücadelesi yürüten Antalya Barosu Çevre İzleme Komisyonu, açtığı çok sayıda kamu davasını kazanarak bu alanda örnek bir çalışma yürüttü. Ancak hukukun işleyişini yavaşlatan uygulamaların ve yeni yasal düzenlemelerin yaratacağı olası sonuçlara bakılırsa, Türkiye ve Antalya ormanları için henüz tehlike geçmiş değil. Danıştay’ın iptaliyle sonuçlanan dava başta olmak üzere ormanlar ve çevre konusunda pek çok kamu davasında imzası bulunan Antalya Barosu Çevre İzleme Komisyonu Başkanı Avukat Tuncay Koç’la yasal düzenlemelerin kıskacındaki Antalya ormanlarını Yusuf Yavuz konuştu.

– Antalya, turizmin başkenti olmasının yanında ülkenin vitrini olarak kodlanmış durumda ve bunun sonucu olarak kentin doğası, kamusal değerleri uzunca bir dönemdir küresel sermayenin baskısıyla karşı karşıya. Antalya’nın dağları, denizi ve su kaynakları yasal olarak yağmaya açıldı. Antalya Barosu Çevre İzleme Komisyonu olarak ihaleler ve tahsislerle ilgili oldukça önemli kamu davaları açtınız ve birçoğunu da kazandınız. Gelinen noktada durum nedir?
– Durum hiç de iç açıcı değildir ve giderek daha da vahim bir hale gelmektedir.  İktidarın kenti yağmalamaktan vazgeçmeye hiç niyeti yok gibi görünüyor… Önümüzdeki süreçte yerel seçimler var. Belediyeler, bu iktidar anlayışının elinden alınamazsa yağma daha da hızlanarak sürecektir, buna kimsenin şüphesi olmasın. Açtığımız davalara gelirsek, artık hukuk sığınacak en son alan olarak karşımıza çıkmakta… Fakat Türkiye’nin son bir kaç ayına damga vuran olaylarına baktığımızda hukuk alanında da büyük bir savaş yaşanıyor. Biz avukatlar zaten yıllardan beri yargının işleyişinden şikâyetçiyiz… Üstüne bir de siyasi savaşların etkileri binince durum daha da kötüleşiyor. Yargının siyasallaşması yeni bir olgu değil. Bir kere hukuk, egemen yönetim anlayışından bağımsız bir yapı değildir. Her rejim, kendi anlayışını hukuk düzenine yansıtır. İktidarlar da kendi yandaşlarını önemli yerlere getirmeye çalışır. Hukuk alanında en çok tartışılan konulardan biri Hâkimler Savcılar Yüksek Kurulu’nun Adalet Bakanlığı’na tabi olması ve siyasi olarak bağımsız olmamasıydı. Bunun yanına AKP iktidarının dikensiz gül bahçesi istemesiyle yaptığı kadrolaşmaları koyun. Kolay rant istemiyle çıkardığı yasaları koyun… Tablo ortaya çıkmaktadır.
Antalya Barosu olarak açtığımız davalarda, yargının yavaş işlemesi sonucu çoğu zaman dava anlamını yitirmektedir. Yürütmeyi durdurma kararlarının geç verilmesi nedeniyle sonradan karar iptal edilse bile dava edilen işlem çoktan gerçekleştirilmiş olmaktadır. Bir örnek vermek gerekirse bugün Antalya’nın en bilinen yerlerinden Fuar alanındaki 5 M Migros’un yeri, su kaynağı üzerine kuruludur. Açılan davalarda ruhsatları iptal edilmiş fakat kararlar uygulanamamıştır. Ardından Belediyeler Migros’u yasal statüye kavuşturmak için Koç Grubundan daha çok çalışmıştır.

– Türkiye’nin ormanlık alanlarının yüzde 56’sını 1950-1997 yılları arasında yapılan ‘yasal düzenlemeler’le yitirdiğini biliyoruz. Kıyı ve orman tahsislerini yakından izliyorsunuz, bu konuda genel bir değerlendirme yaparsanız şu anda ormanlar için tehlike çanları çalıyor diyebilir miyiz?
– Ormanlar için her zaman çanlar çalmakta… Dediğiniz doğru. En büyük yağmalarda hukuk aracı olmuş, orman afları, 2-B uygulamaları ile ormanlık alanlar azalmıştır. Şimdi karşımızdaki en büyük tehlike ise maden arama ve taş ocağı ruhsatları adı altında yeni bir yağmadır. Kıyı alanları ise turizm adı altında betonlaştırılmakta ve birilerinin kullanımına verilmektedir. Bugün Antalya’nın en güzel yerleri 5 yıldızlı otel ya da özel işletmeye kiralanmış alanlardır. Öyle ki geçmiş yıllarda yapılmış ve hukuki olarak nasıl kılıfına uydurduklarını merak ettiğim şehir merkezindeki 2 büyük otel de kıyı kenar çizgisine bakılmaksızın falezlerin hemen üstüne kondurulmuştur. Bugün ormanlık alan ekonomik olarak çok değerli bir alandır. Tahsis sahibi bedavadan ormanlık alan içinde proje gerçekleştirme şansına sahiptir. Golf sektörünün gözü denize yakın bu ormanlık alanlardadır.

– 1983’te yürürlüğe giren Turizmi Teşvik Yasası’nın 2004 yılında AKP tarafından kapsamının genişletilmesiyle birlikte çoğu Antalya’da bulunan ormanların turizme tahsis edilmesine olanak tanındı ve bu dönemde 335 ihalenin sonuçlandığı söylendi. Turizmi Teşvik Yasası çerçevesinde Antalya’nın payına düşen alan hakkında rakamsal veriler var mı elinizde?
– 6-7 yıl önce orman mühendisleri Antalya’da yaklaşık 11000 dönüm, çoğu ormanlık hazine arazisinin turizme tahsis edildiğini söylüyorlardı. Bugün ise Antalya’da 300’den  fazla  4 ve 5 yıldızlı tesis var. Ortalama 80 dönümlük tahsislerle yaklaşık 25.000 dönümlük bir arazinin elden çıktığı söylenebilir. Son yıllarda golf tahsisleri gündemde ve onların da her biri 100 dönümden aşağı değil. Çok tartışılan ihalesi sonradan iptal edilen Lara Kent Parkı ise tek başına 3500 dönüm.

– Bu sürecin ardından Antalya Barosu olarak “orman alanlarının turizme tahsisinin Anayasa’ya aykırı” olduğu iddiasıyla yaptığınız başvuru sonucu Anayasa Mahkemesi, yasanın, “hazineye ait olan yerlerle ormanların” tahsisine olanak tanıyan 8’inci maddesinin iptaline ve yürürlülüğünün durdurulmasına karar verdi. Bu gelişme kimi çevreleri sevindirse de, söz konusu yasanın 18 Mart’ta yeniden meclise sunularak ilgili komisyonlarda görüşüldüğünü biliyoruz. Sizce meclisten nasıl bir sonuç çıkacak?
– Anayasa Mahkemesi başvurumuz üzerine sadece metinden “Ormanlar” ibaresinin geçtiği yerleri iptal etti. Böylece ormanların turizme tahsisi durdu. Bu davada komisyonumuzun kurucusu Nurcan ( Üyüllü)  Hanım’ın çok emeği var. Bunun üzerine Meclis yeni bir yasa için çalışmalara başladı. İptal edilen hükümler için yeni maddeler getirecekler. Bildiğim, yasa şu an Meclis Genel Kurulu’nda görüşülmek üzere bekliyor. AKP tabii bu yasayı çıkartacaktır. Ormanların talan edilmesi için bu yasaya ihtiyaçları var. Aksi takdirde Turizm Bakanlığını kaldırmaları gerekir. Zira Turizm Bakanlığı turizm planlaması adına gereken hiçbir şeyi yapmıyor. Birimleri için en önemli konu yeni turizm alanları ve tahsisler ki bir şekilde para ve rant da bu alanda dönüyor tabii. ( Söyleşiyi yaptığımız tarihte yasa henüz mecliste görüşülüyordu. Söz konusu yasa, 7 Mayıs 2008’de mecliste kabul edildi. Y. Yavuz)

– Komisyona sunulan yasa tasarısının içeriğiyle ilgili olarak; “Tasarı ile Anayasa Mahkemesi’nin 7/ 5/ 2007 tarihli ve E. 2006/ 169 ve K. 2007/ 55 sayılı  iptal kararı ve gerekçesi de göz önünde bulundurularak, uluslararası turizm rekabetinin gerektirdiği açılımları ve ulusal turizmin gelişmesini sağlama, Avrupa Birliğine uyum süreci içinde yapılan yeni yasal düzenlemelerle uyumun temini ve uygulamada karşılaşılan güçlükleri giderme amaçlanmaktadır” ifadeleri kullanılmış. Sizce  burada da  anayasaya aykırılık içerebilecek muğlak ifadeler yok mu. Örneğin “ulusal turizmin gelişmesini sağlama” adına kamusal kaynaklar ‘yasal olarak’ yağmaya açılabilir mi?
– Bir kere Anayasa Mahkemesinin gerekçeli kararı fazla yoruma elvermeyecek şekilde açık… Kamu yararını ormanlar için çok güzel tarif ediyor. Belirli kıstaslar ve sayılan bir kaç iş dışında ormanın orman olarak kalmasının en büyük kamu yararı olduğu anlatılıyor. Kamu yararının zorunlu kıldığı haller içinde ormanlık alanda petrol boru hatları, elektrik ve su hatları ve zorunlu yollar için alanın tahsis edilebileceği sayılıyor. Bunun dışında turizme öncelik tanımıyor. Bu nedenle de iktidar, “turizm istihdam sağlar ve döviz getirir üstün kamu yararı vardır” anlayışını dayatmaya çalışıyor. Kanun bu şekilde geçerse bu da mahkemelik olacak tabi… 1982’ten beri bu kanun uygulanıyordu ve tahsisler yapılıyordu. “Anayasa Mahkemesi 25 yıl sonra bunun Anayasa‘ya aykırı olduğunu nasıl gördü” diye bir soru gelebilir akla. Turizmi Teşvik Kanunu 1982 yılında çıkmıştı. Buna ilişkin Orman kanununda değişiklik de 1985’te yapıldı. Turizmi Teşvik Kanunu, Milli Güvenlik Konseyi zamanında yapıldığı için Anayasa’nın geçici maddesine göre iptaline gidilemiyordu. Fakat 2001 yılında Anayasa Değişikliği ile bu 12 Eylül zihniyetine küçük de olsa bir darbe vuruldu. Bu kanunun da dava edilebilme yolu açıldı. Ardından zaten 2002 yılında Anayasa Mahkemesi tahsislerin önünü açan Orman Kanununun 17. maddesini iptal ederek çok güzel bir gerekçe yazmıştı. Bu gerekçeler ortadayken iktidarın yeniden bunu gündeme getirmesi, sadece kendi bakış açılarıyla ilgili; 1- Biz çoğunluğuz istediğimizi yaparız. 2- Bize para lazım, ormanı koruyacak kadar zengin ülke değiliz. Oysa en büyük zenginlik bu doğal kaynakları ve değerleri korumaktır. Ama bunu anlamak için de geniş bir açıdan dünyaya bakabilmek lazım. Çevre ve Orman Bakanlığı maalesef sermayeye “Ormanları Kullandırma Bakanlığı” olmuştur. Hele gerekçede geçen Avrupa Birliği’ne uyum süreci içinde uyumun temini gibi bir gerekçe, kanun yapıcıların yangından mal kaçırırken AB standardını gözettiklerini belirtmek içindir.  Sanırım bu ibare artık hemen hemen her kanun gerekçesine koyulmaktadır. Günümüzün sihirli formülüdür. Fakat bu kanunda AB’nin adı geçmesi tuhaftır. Hiçbir AB ülkesinin ormanlarını bu şekilde rahat tahrip ettiğini düşünemiyorum. Yasal olarak AB ile bir ilgisi yok. Belki tahsis edilecek yeni yerlere AB’den müşteri bulmak içindir ki onlar da buna hevesliler zaten. Bir de getirilen yasayla Antalya’da yaklaşık 80 bin dönüm ormanlık alan daha turizmin emrine  verilebilir. Çılgın bir betonlaşmanın önüne geçmek zorundayız.

– Antalya halkı, ülke genelinde olduğu gibi bir yandan da maden ocaklarıyla boğuşuyor Bu alanda da oldukça sıkıntılı bir süreç işliyor. Maden Yasası konusunda da yeni bir düzenlemenin yapılacağına ve bu konudaki yetkinin yerel yönetimlere devredileceğine dair açıklamalar yapılmıştı ancak şu aşamada somut bir gelişme yok sanıyorum. Maden Yasası konusunda müdahil olduğunuz davalar ne durumda?
– Şu an için bence en önemli konu maden kanunu ve getirdiği çevre tahribi… Bugün neredeyse her üç köyden birinin yakında maden arama işlemi var ya da taş ocağı… Özellikle 2 yıldır herkes bu konuya odaklı. Fakat gelinen noktada hiçbir gelişme yok. Kaz dağlarındaki durum ortada. Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı her yere ruhsat vermekte bir sakınca görmüyor. Üstelik bu ruhsatlar kelimenin tam anlamıyla masa başından veriliyor. Antalya’da bugün 2000’den fazla maden arama ruhsatı ve taş ocağı ruhsatı almış firma var. Türkiye’de 80.000 den fazla ruhsat verildiğini duyduk. Bunların her biri etki alanıyla beraber 100 dönümlük bir yer işgal edecektir. İzni alanların hepsi birden arama faaliyetlerine başlasa Türkiye’nin tüm alanının yüzde biri maden arama sahası olacaktır yani. Bu akıl alır bir durum değil. Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’nda bu durumu kimin aklı alıyor bilemiyorum. Biz Baro olarak maden arama ruhsatlarına birebir dava açma yoluna gitmedik. Bu konuda dava açanlara yol göstermeye çalıştık ve destek verdik. Maden Kanununun da Anayasaya aykırılığı çok açıktır. O konuda açılmış davalarda var, beklemedeyiz.

– Antalya kamuoyu bir yandan da madencilerin yarattığı çevre felaketine karşı “olumlu” rapor veren Akdeniz Üniversitesi Çevre Sorunları Araştırma ve Uygulama Merkezi Müdürü Prof. Dr. Tuncay Neyişçi’nin yarattığı şaşkınlığı tartışıyor. Sizce böyle bir rapor verilmesinin arkasında yatan neden nedir. Çıplak gözle bile görülebilen olumsuz etkilerin bu biçimde “bilimsel olarak” olumlanmasındaki amaç ne olabilir?
– Bunu cevaplandırmak gerçekten güç. Sayın Neyişçi çevreci olarak bilinir ve Akdeniz Üniversitesinde önemli bir bölümün başında. Fakat Doyran’da kendi raporlarından önce  verilmiş olumsuz bir  rapor varken, böyle bir raporla sektörü aklamaları kendileri için bir talihsizlik. Son yıllarda iş çevrelerinin istediği biçimde konuştuğunu görüyoruz. Fakat kendisine karşı geçen haftalarda çevre dernekleri ve toplum örgütlerinden ciddi tepki de geldi.

– Bu anlamda Antalya’nın sivil dinamikleri oldukça önemli bir işlev gördü ve neredeyse tüm ülkeye örnek tekil edecek hukuki bir sürecin aktörleri oldular. Kent varlıklarına sahip çıkma konusunda oldukça deneyim kazandı. Sizce bu refleks ve bilinçlenme süreci şu aşamada ne durumda. Çünkü hukukun uygulanmaması ya da geciktirilmesi gibi bir süreç işliyor ve bu da kent dinamiklerinin motivasyonuna olumsuz etki yapıyor. Bu konudaki görüşünüz nedir?
– Motivasyon için dedikleriniz doğru. Hukukun gecikmesi ya da yargı kararlarına uyulmaması, bu süreçleri takip eden insanlarda bir yılgınlık yaratıyor. Dava açıyoruz da ne oluyor, diyenler oluyor. Bir de 22 Temmuz sonuçları da Antalya’da büyük bir motivasyon kaybına neden oldu. 2002 seçimlerinde AKP Antalya’da %20 oy almıştı. Bu seçimlerde %30 aldı. Seçimler öncesinde Antalya merkezinde Taş Ocaklarına karşı yaklaşık 3-4 bin insanın katıldığı bir miting yapılmıştı. Rakam küçük gelebilir ama bu mitinge katılanların hepsi taş ocağından etkilenen köylülerdi. Civar köylerinden kendi imkânlarıyla protestoya gelmişlerdi. Yine Lara Kent Parkı’nın Fettah Tamince’ye verilmesine karşı da eylem yapılmıştı. Bütün bunların ardından Türkiye genelindeki %47 oy, ister istemez bir motivasyon  kaybı yaşattı. Fakat şu an özellikle sivil toplum örgütlerinde bir fark yok. Yine herkes az çok çalışmaya devam ediyor. Başka şansımız yok, çünkü bu siyasi mücadeleden öte bir yaşam alanı savaşı. Nasıl Bir Antalya ve nasıl bir Türkiye istiyoruz onun savaşı. Onun için mücadele kolay kolay bitmez.

– Çevre ve hukuk ilişkisi açısından ibretlik bir olay yaşandı geçtiğimiz günlerde. Muğla’nın Güllük körfezi’nde 5 yıldızlı bir otel inşa eden MNG Holding, deniz kıyısının 85 bin metrekarelik alanını molozla doldurdu ve bu girişim kamuoyunda büyük tepkiye neden oldu. Ancak aynı holding, Güllük Kaymakamlığı ile Güllük Belediye Başkanı tarafından “turizme katkı madalyası” ile ödüllendirildi. Bir hukukçu olarak bu gelişmeyi nasıl yorumluyorsunuz?
– Holding, ilgili yerlere giderek turizme nasıl katkı sağlayacağını, kaç kişiye istihdam yaratacağını, bölgeye getireceği yararları ballandıra ballandıra anlatmıştır. Belki çeşitli yerlere bağışlar da yapmış olabilir. Her türlü değer erozyonunu yaşıyoruz sonuçta. Bu olayda şaşırtıcı gelen taraf, basın yanlış aktarmadıysa ödülün bu haberler üstüne gelmesi. Pervasızlık ve meydan okuma var. Biz yaparız, yaptırırız kimse karışamaz havası var. Şirketlere hakikaten de kimse karışmıyor. Yapıyorlar her şekilde. Kıyı Kanuna göre dolgu alanları imara konu olamaz. Ama otel yapmak, imara tabi değil, sermayenin keyfine tabi.

– Sonuç olarak Antalya’nın kamusal varlıklarının, hükümet tarafından “cari açığı kapatacak” yeni kaynaklar yaratabilmek adına birer birer elden çıkarıldığı/ çıkarılacağı bir süreç yaşıyoruz. Hukukçu kimliğinizle son bir değerlendirme yaptığınızda çocuklarımıza nasıl bir kent ve doğa bırakacağımızı öngörebiliyor musunuz?
– Karamsar olmak iş değil ama böyle giderse söyleyecek iyi bir şey bulmak da güç… Ülkemizde sadece iktidarların değil, halkın da çevre bilincinin gelişmiş olduğunu söyleyemeyiz. En başta gelen sorun “insanca yaşamak”tır. Fakat büyük bir kesim bunu daha fazla tüketmek olarak anlıyor. Bu  anlayışın değişmesi lazım. Son 20 yılda Antalya, çok çirkin bir yapılaşmaya maruz kalmış durumda. Şehir hala güzelse bunu doğanın eşsiz cömertliğine borçluyuz. Yoksa insan eliyle yaratılmış bir güzellik yok burada. Yapılan sadece güzel manzaralı bir yere otel ya da restoran kondurmak. Bu bakımdan iyi bir miras bırakmadığımız kesin. Ama zararın neresinden dönülse kardır. Bu nedenle hala yapılacak çok iş var.

FOTOĞRAF: Av. Tuncay Koç

[email protected]

 

731410cookie-checkAntalya ormanlarına ‘turistik’ kıyım!

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.