“Arabeskten midem bulanıyor”

– Meral Güneyman’ın klasik müzikle ilişkisi nasıl bir ortamda başladı ve gelişti?
– Bir aile birliği ortamı hatırlıyorum… Fedakâr, yorulmayan bir anne ve aynı sıfatlara sahip bir baba, ablam Tiraja ve ben İst. Belediye Konservatuarı’nın sınavını kazanarak 4 yaşında müzik eğitimine başladık. Eve ilk geldiği günü hatırlıyorum duvar piyanomuzun ve şans eseri armonik bir ses bileşimi yaratacak birkaç tuşa birden basıp içimde güneşler doğduğunu, bunu her söyleşimde anlatmışımdır… O günden beri piyanonun hayatımın bir parçası ve vücudumun bir uzantısı haline geldiğini. Birkaç kez anlatmış idim. Ortamımızda TV, video yok, ne büyük şans, arabesk yok! Gene ne büyük şans, bale ve piyano, radyo, radyoda dinlenen piyesler, romanlar, türküler, Türk Sanat müziği,) klasik caz ve pop müzikleri, var. Sinema var, tiyatro var, her hafta ailemizin bizi götürdüğü, Haldun Dormen, Yıldız Kenter, Genco Erkal, Oraloglu, Gulriz Sururi tiyatroları, köprü yok, birkaç araç değiştirerek senelerce oturduğumuz Asya yakasından Avrupa yakasına konservatuara ve özel derslere denizaşırı yolculuk, haftanın 3-4 günü, sabahtan aksama kadar. Bir gün bir hafta gibi gelirdi. Konservatuarda en iyi öğretmenler bizim oldu. O da şansımızdı. Belki diyeceksiniz ki simdi de çok iyi. O zaman başkaydı. Neyse onu başka bir soruya ilişik anlatırım. Çalışmaktan gözümüz başka birsey görmezdi, arkadaşlarımızla oynayamaz, kısıtlı oynar, kısıtlı denize girme saatleri belirlenirdi. Avusturya Lisesi gibi ağır bir okulda 7 sene tahsil gördüm Konservatuarın yanisira. Harika çocuk kanununa bas vurulmadı, ailemiz bölünür korkusuyla, iyiki öyle olmuş. Paris Konservatuarı’nın tedrisatını güden Konservatuar eğitimimde, ilk ve mucizevî hocam Rana Arksan’dan sonra, dünyanın en iyi hocalarından Ferdi Statzer ile çalıştım. Rasih Abes ve Cemal Reşit Rey ile armoni çalıştım. İstanbul’da büyüme ve gelişme senelerimizde her zaman müzik gruplarımız oldu. Hem yarıştık hem ilham verdik birbirimize. 14 yaşında ilk orkestra konserimi verdim, ablam Tiraja ile. Türkiye de ilk defa iki kizkardes, Mozart’ın iki piyano için Konçertosunu çaldık. 19 yaşıma kadar her sene o zaman Şehir Orkestrası adındaki İstanbul Devlet Senfoni Orkestrası ile çaldım. 18 yaşındayken Tschaikowsky Konçertoyu çaldım. Konservatuardan, konkur adı verilen, mezuniyet sınav/konserini Schumann Konçertoyu çalarak birincilikle mezun oldum. Son derece kaliteli solfej armoni, teori, teknik ve genel müzik kültürü ile yoğrulduk, ABD’ye geldiğim zaman arkamdaki bilgi, repertuar ve konser deneyiminin ağırlığına tüm arkadaşlarım şaşırmışlardı.
Sinema demiştim, doğaçlama ve caz merakım Bati Yakasının Hikâyesi ile başlamıştır. Sinema derken. Bastan aşağı kulaktan çalardım onu, her zaman serbest olmaya ve modern müziğe ilgim vardı. Bu başlangıç, Bernstein gibi üst düzeyde bir senfonik bestecinin orkestra şefinin bana yeni ufuklar açmasına ışık tuttu. Daha sonra bu içgüdüsü diyelim, his ve merak, benim transkripsiyon yapma merakımı pekiştirdi, caz temalarıyla ve repertuarıyla haşır haşır neşir olmamı sağladı. Buğun öğrenciler neyin notasını isterlerse elde etmenin imkanı var. Ama o zaman ve Türkiye’de böyle birsek kesinlikle mevcut değildi, klasik notalarımı imiz bile zor bulurduk, o yüzden kulağıma dayanırdım ve ne duyarsam çalardım. Bu konudaki gelişimim ve duyarlılığım bugüne dek süregeldi.

– Müzik kariyerinizi oluşturma sürecinde -olmasaydı olmazdı- dediğiniz kimler ve hangi kurumlar var? Öğretici ve icracı olarak müziği algılamanızda ve uygulamanızda bu kişi ve kuruluşların nasıl etkileri oldu?

– En başta, isimlerini saydığım öğretmenlerim olmasaydı olmazdı. Rana Arksan bir pedagog idi. Müziği ondan iyi kimse küçük bir çocuğa sevdiremezdi. Ritim öğretmek icin jimnastikler yapar muzikle oturup kalkıp zıplayıp tozu dumana katardık tam anlamıyla o tozlu konservatuar odalarında. Ferdi Statzer bir diagnostik profesörüydü. Sadece en iyileri kabul ederdi, hem kabiliyetinizi doğru ölçer, hem ateş verirdi, yorulmak diye birsey yoktu, Sayısız Chopin ve Liszt etudleri, Brahms Rapsodileri, Bach Prelud Fügleri, Konçertoları onunla öğrenip, sağlam bir teknik ve anlayış oluşturdum onun sayesinde, büyüme senelerinde tam besin alan çocuklar gibi. Artistlik tohumları artik serpilmişti onun sayesinde. Bunu her dokuma kadar hissetmiştim. Artik muzikten vazgeçilmezdi, piyanistlik olacaktı hayatim. Juilliard a burslu öğrenci olarak kabul edildiğim zaman, Josef Raieff in talebesi oldum. J. Raieff olmasaydı olmazdı, her seyden cok kendime güvenimi pekiştirdi. Güven olmadan hicbirsey yapılamayacağı gibi, sahneye hic çıkılmaz. Juilliard olmasaydı olmazdı, Paris e gitmek istemiştim hem de cok, ailem ise beni ısrarla ABD ye yolladı. Ferdi Statzer orası en iyisi demişti. Juilliard da Pariste okumuş olan bir arkadaşıma sormuştum, evet öyle dedi, buradaki verileri orada bulamazsın artik dedi, Amerika en iyi hocaları Sovyetler Birliğinden toplamış getirmiş idi. O okulun sağladığı enerjiyi dünyanın hiçbir yerinde bulamayacaktım bundan eminim. Arjantinli hocam Erminde Canteros Gieseking in öğrencisi idi. O olmasa olmazdı, ton prodüksiyonunu ve rahat çalmayı ondan öğrendim. Teknik aslında budur. Teknik, akrobasi değildir. Ondan öncesi parmak açmaktır. Muzik tekniği yapar, teknik müziği değil demiş, Adale Marcus. Ne kadar doğru söylemiş. O zaman muzik tekniği yaratıyorsa, müziği ben Madama Canteros’dan öğrendim.

Annem ve babamın müziğe ve bana inancı, sevgisi olmasaydı olmazdı, her şeyden önce ablam Tiraja Güneyman olmasaydı olmazdı. Çünkü Tiraja bana senelerdir ışık tutuyor. Bilgisi ve iyiliği ve müzisyenliği ile. Altın kalbi ile müziği en ufak kılcal damarlarına kadar algılayan ve sonra yansıtan, ego su olmayan bir insandır. Dünyanın en iyi artistlerinden ve beyinlerinden biridir. Tiraja olmasaydı ben bugün yerimde sayabilirdim.

– Uluslararası düzeyde başarılarınız birçok ödülle onaylandı.
– Ayrıca gerek ABD’de gerekse Türkiye’de seçkin orkestralarla konserler verdiniz. ABD’de ve Türkiye’deki yakın gelecekteki projelerinizden bahseder misiniz?

Bu sene Steinway Organizasyonu icin Steinway Artisti olarak iki konserim var, Ocak ve Şubat aylarinda. Şubat’taki, sevgililer günü için bir özel konser olacak:) Artık imzam haline gelen Gershwin in ve Duke Ellington’un romantik eserlerini çalacağım. Bunlari aynı zamanda 8 Kasimda Süreyya Operasındaki resitalimde calacagim. İlk bolümde ise diğer eserlerin arasında Fazıl Say’ın Nazım oratoryosundan transkripsiyonlarını yaptığım 4 parça yer alacak. Bütün yaz onları düzenlemekle geçti. 27 Ekim’de Brüksel’de Kraliyet Konservatuarı’nda Chopin 1 numaralı Konçertoyu calacagim ve resital vereceğim. Ayni programı, Londra da 4 Kasım’da TS James Piccadily’de tekrarlayacağım. Daha birçok kayıt ve düzenleme projelerim de var. Bunun dışında son olarak Wagner/Rykodisc ile ve Dick Hyman ile yapmış olduğumuz albümün tanıtımı var.

– Kariyerinizde “Mutlaka yapmalıyım” dediğiz bir proje var mı?

– Mutlaka harika piyano repertuarını çalabildiğim kadar çalmalıyım, okunacak birçok kitaba, insanin ömrünün yetmediği gibi, muzik dünyasını kapsayan bu kadar esere yetişmek, en iyisinden 80 senelik insan ömründe, imkân dışında. Yapacağımızın en iyisini yapmak icin her sabah kalkmak gerektiğine inanıyorum. Bunu her zaman yapamıyoruz tabi ama düşünmek de iyi. Müzisyen arkadaşlarımla birlikte çalmak istiyorum, öyle bir konser olsun ki, Şu icinde bulunduğumuz kuşak hep birlikte bir sene boyu konserler versin örneğin. Gelen kazançla maarif okullarına piyanolar alınsın, sonra bir düzen kuralım, her ay birimiz veya ikimiz veya daha fazlası, sırayla, rotasyon yapalım, Türkiye’de bu okulları dolaşalım, eğitelim, çok mu hayalî oldu? Acaba devlet ten yardım mı istesek?

– Çok sesli müzikle uğraşmanın “olmazsa olmazı” nedir?

– Çok sesli muzikle uğraşmak, destekleyici olmazsa olmaz diyelim, çünkü tam anlamıyla alnımızın teriyle kazandığımız yarışmaların sağladığı imkânlar birlerde bitiyor. Bunun ötesinde menajerler, orkestralar, yüksek eğitim kurumları, hersek destekleyici ile yürüyor. Daha spirituel olarak ele alırsak, sevgisiz olmaz. Yorumladığınız eseri, yazdığınız her notayı, dokularınıza kadar hissedip seveceksiniz. Yoksa olmaz.

– Kişisel deneyimlerinizden yola çıkarak klasik ya da genelde çok sesli müziğin kişiye ve topluma nasıl bir duyarlılık kazandırdığını yorumlar mısınız?
– Gerek bilim yönünden gerek ruhsal ve sosyal yönden ele alalım.
Araştırmalar birçok ilginç teorileri ve gerçekleri ortaya çıkarıyor. Örneğin… Klasik müzik yüksek frekans da seslerden meydana gelir. Bunlar beyin cortex ini güçlendirir. Tersine, popüler muzik ise alçak frekansça sesleri ve bileşimleri icine alır. 1993 de Mozart Efekt diye bir teori oluştu. Yapılan araştırmaya Göre, 36 üniversite öğrencisi, 10 dakika Mozart dinledikten sonra, spatial reasoning ile (örneğin kesilerek katlanan kâğıtların açıldıkları zaman ne sekil alacaklarını kestirmek) ilgili birkaç ödevi bu müziği dinlemeyenlere kıyasla çok daha çabuklukla halletmişlerdir. Bu da Mozart efekti diye bir mantara oluşturmuştur ki, Mozart dinlemek insanların zekâsını açıyor, demek oluyor bu. Bu teori aynı zamanda çeşitli öğrenim safalarında bebeklere de tatbik ediliyor. Çok sesli müzik, MR lalda yapılan tespitlere Gore, beyinde komplem hareketleri aktive eder, oksijen düzeylerini arttırır, kan basıncını düşürür, stresi korkuyu azaltır. 2004 de Londra da İngiliz ulaşım polisi yeraltı treni istasyonları operlorlerine klasik muzik sevketmis ve 6 ay icinde hirsizliklarin 33%, yikip kirma gibi suclarin 37%, azaldigini ispatlamıştır, Graffiti de dramatik bir azalma görülmüştür. Geçenlerde Fazıl Say bir orkestra şefi dostunun sözlerinden bahsetmişti, şöyle demiş, bir iki enstrümana eli değmiş, çalmış olan insan silah kullanamaz. Ne kadar doğru… Bir hastanede operatörler ameliyattan önce ve süresince klasik müzik dinleyerek, konsantrasyonlarını artırırlar, hem onları hem hastaları sakinleştirir bu müzik. Klasik muzik, sosyal tarihe, kültüre paralel gider, bestelenir. Dolayısıyla, çok yönlülük kazanır. Popüler müziği hatta blues dalı bile diyelim, dinlemek fazla fokus gerektirmez, çünkü sesler ve enstrumanlar limitlidir. Caz icin aynı şey söylenemez bence, çünkü bugünün cazı cok aşama yapmıştır, ve son derece komplex olabilir. James Conlon şöyle der: “Bize kendinizi bırakın ve dinleyin müziğimizi, size söz veriyoruz, hiç bilmediğiniz, görmediğiniz inanamayacaginiz diyarlara götüreceğiz:)” Benim şahsi görüşüm ise:” Herzeyi muzikle algılarım, her hissi, doğanın her güzelliğini, problemleri, askları, çocuk ve hayvan sevgisini, dostluğu herzeyi müziğe bağlayarak yasarım. Ve hep ne kadar sansli oldugumu düşünürüm, birçok kez fazla hassasiyet hüzün getirse dahi, hayatin en derinlerine indiğimi düşünürüm. Müzik, filozofiyi, edebiyatı, sinemayı, dansı, tiyatroyu, resim sanatını, hepsini içine alır. Bir heykeli de müzikle başka türlü seyreder, hissedersiniz… Bence.

– İzmir’e ilişkin hatırlamak ve hatırlamamak istedikleriniz neler var?
– İzmir e ilişkin hatırlamak istediğim çok şey var, İzmir Devlet Senfoni Orkestrası ile ilk ve tek çalışım, Hikmet Şimşek yönetiminde, onun dostluğu, iyiliği, orkestra elemanlarının nazik ve sevgi dolu davranışları, konservatuarda provam esnasında içeri giren selam veren, guleryuzleriyle hayranlıklarını belirten sevgili öğrenciler, daha sonraki senelerde, İzmir Sanat takı konserlerim, tiklim olan salon, gelen genç askerler, öğrenciler, Ünal Birkan, in “olağanüstü piyanist” baslığı ile yazdığı, konserimin kritiği, İzmir in güzelliği, tatlılığı…

Hatırlamak istemediklerimi hatırlamam gerekiyorsa, kanunu çiğneyerek ve yalanlarıyla Türkiye Cumhuriyetinde ilk ve tek olarak devlet solistliği görevimin son verilmesine sebep olmuş olan şahıs, sonunda yolsuzluktan dolayı kendi işini kaybeden o şahıs, senelerce verdiğim dilekçelerimin kaybolması, cevaplanmaması, konser verilmemesi, konserim varmış gibi internette duyuru yapıp, sonra böyle bir konser yok denmesi. İftiralar, saygıdeğer bazı şeflerimizin, (kendileri kim olduklarını biliyorlar) ofislerinde benimle cay yudumlayıp, konser sözleri verip, sırtlarını çevirmeleri, dünya kapasitesindeki plak şirketleriyle yurtiçinde değil yurtdışındaki merkezlerinde- dünya piyasalarında dağıtımı olan-yaptığım anlaşmaları aleyhime kullanmaları, New York Üniversitesi’nde verdiğim Ustalık Kurslarımı aleyhime kullanmaları, orkestra fertlerine kadar, birçok arkadaş olabilecek meslekdaslarımı medyaya anlatılan aynı yalanlarla aleyhime çevirmeleri, beni son derece ezici manevi acılara sürüklemeleri, galiba bu kadar yeter.

– Sanatçı yönünüzün yanı sıra toplumsal duyarlılığınızın yoğunluğunu biliyoruz. ABD’de yaşıyorsunuz. Coğrafi uzaklığa karşın Türkiye’deki olanı biteni yakından izliyorsunuz. Toplumsal olarak yaşananları nasıl değerlendiriyorsunuz? Müzik ortamı konusunda ve son günlerde Fazıl say üzerinden ve pek de kendisinin onaylamadığı düzeyde süren tartışmalar size ne ifade ediyor?

– Burada iki nota belirtmek istiyorum. Gayet basit olay. Fazıl Say, bir birey olarak, şahsi bir zevkini, fikrini değil, sanatsal/ilmi açıdan bir doğruyu masaya getirdi. Bunun karşılığında, Türk ulusuna ait bir deha olarak ve devamlı gündemde olan-politik, toplumsal ve siyasi bilinci cok güçlü olan bir sanatçı kişiliği olduğu icin çok yoğun yankılar aldı. Bu yankıların olumlu ses sahipleri, olumsuzlardan Fazıl’ı korumak onu müdafaa etmek icin seslerini vermek sorumluluğunu hissettiler, iyi ettiler. Bunlara bende dâhilim. Uzun mektuplar yazmadım, bir cümleyle düşüncemi ifade ettim. “Arabesk ten midem bulanıyor, her zaman da bulanmıştır.” Hakikaten balansım moralim bozuluyor, bu bir küçümseme değildir, bu müziğin en asil dalını 4 yaşımdan beri çalışmamdan dır. Bünyem bunu kaldırmıyor. Asıl problem, olumsuz olarak bir karsı takım yaratanlarda, işleri güçlerini bırakıp veya cehaletlerini iyice ortaya seren söyleşilere Fazıl’ı subye edenlerde, bu konuyu araştırma yaparak onun ne söylediğini anlamaya çalışmak yerine, onu sözüm ona yokuşa sürmek isteyenlerde. Anlamak bazıları icin seneler alacaktır, o zaman sussunlar. Diğerleri belli bir tahsil/kültür icindeler. Onlardan cok daha başka turlu beklenilir. Fazıl o kadar hassas ki bunların tümünü içine aldı, gayet sakin bir şekilde en son TV söyleşisinde, söyleşiyi yapan şahsa izahlarda bulundu. Sosyal, evrensel, istatistiklere değindi, edebiyat a muzik teorisine değindi. Aile sevgisine yasam sevincine değindi. Söylediği hersey bir duvara çarptı kanımca. Aldığı sorular ve yanıtlar ortada kaç gündür yayınlanıyor. Tekrarlamaya gerek yok. Ama yukarda bazı doğruları anlattım, cok sesli muzik sorunuza cevap verirken, beyin ve ruh üzerinde klasik müziğin yaptığı etkilerden bahsettim. Bebeklerden Üniversite öğrencilerine, cerrahlardan hastalara kadar, yaş ve eğitim farkı gütmeden, klasik müziğin bir iyileştirici geliştirici olduğuna dair bildiklerimin bir kısmini anlattım. Beyninizi işletmek istemiyorsanız, arabanıza kötü benzin kullanmak gibi, vücudunuza kötü gıdalar doldurmak gibi, kötü müzik dinleyin. Fazıl, Louis Armstrong diyor, ben Duke Ellington sanmıştım. Herneyse, birisi demiş,” İki çeşit muzik vardır, iyi muzik ve kötü müzik” İyi müzik illa klasik muzik değildir. Caz da iyi müziktir. Bir sürü damarları vardır. Rock müziği bluesden doğmuştur, bluesu dinlemek komplex bir olay değildir, ama gene bir strüktürü vardır, cazın anasıdır, etnik de folk da iyi muzik olduğunu biliyoruz. Gregorian Chantlar da iyi müziktir, tek seslidir. Ama organizasyon vardır, bu organizasyon, sekiz tane model gama dayanır. Grafik nütasyon vardır, resife eden tonlar melodinin etrafını döşer, cok sesli müziğin anasıdır. Gerçek müzisyen olan herkes bu konuda Fazıl Say’la hemfikirdir. Bu konuda söyleyeceklerim bu kadar.

– Türkiye’nin gündeminde anayasa değişikliğine ilişkin yapılacak referandum var. Konuya ilişkin sanatçılar da görüşlerini açıklıyor. Bu konuda sizin yaklaşımınız nedir?
– Boykot ediyorum. Hiçbir kesimi dışlamayan bir demokrasi hayal ediyorum. Özgürlükten, ezilenlerden yanayım. Ama İlla da evet veya hayırsa, hayır!

733380cookie-check“Arabeskten midem bulanıyor”

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.