AVUSTURYA’DAN… Ağabeyler Küsmesin

2006 yılı Avusturya’ da  anlamlı bir yıl olarak hatırlanılacak. Bu yılı anlamlı kılan nedenlerden birisi, Avrupa Birliği Dönem Başkanlığı’nın  Ocak – Haziran ayları arasında Avusturya tarafından yürütülmesiydi. Bu dönem başkanlığı aslında biraz da şamata ile başladığı için kendi açımdan fazla önemli de bulmadım, bu nedenle gelişmeleri de pek izlemedim. Zira sanat özgürlüğü adına Avrupa’nın Başbakanlık ve Cumhurbaşkanlığı düzeyinde politikacıları çırılçıplak bir şekilde tren kompartımanları gibi birbirlerinin arkasına diz kırmış bir şekilde gösterilmekteydi.

Bu bir şamatadan da öte, bir skandaldı. O resimler sokaklarda reklam panolarını kısa bir süre işgal etti. AB fonlarıyla finanse edildiği belirtilen bu resimlerden dolayı neredeyse çocuklarla sokağa çıkamayacaktık.  Her neyse ki bu memelekette arada sırada protestolar ciddiye alındığından, o afişler bir çırpıda  yerlerinden indirildi. Biz de derin bir nefes alarak, çocuklarla sokağa rahatça çıkabildik.
 
Bir de, AB’ nin Avusturya Dönem Başkanlığından itibaren kullanılan logoyu da sempatik bulmamıştım. Bu logo, Avrupa Birliği’ne üye olan ülkelerin birbirlerinden  farklı olmayan bayraklarının yanyana getirilmiş renkli çizgilerdi. Birkaç yıl önce Litvanya’nın Başkenti Riga’ya gitmiştim. Rehberimiz, Litvanyanın AB’ye üyelik kulamalarında gönlere birbirlerine benzerliklerinden dolayı ülkelerinin değil de Avusturya’nın bayrağını öekmiş olduklarını anlatmıştır. Bu bayrakların yanında bizim o güzelim ay yıldızlı albayrağımız farklı bir görünüm oluşturacağı gerekçesiyle  bile Türkiye’in AB üyeliği rededilebilinir.

Bayrakların biraraya getirilmesiyle oluşturulmuş bu logo, daha çok alışveriş merkezlerinde ürünlerin bilgisayar kimliğine benzemekte.
Bu bile  herşeyin alınıp satıldığı kapitalizm ruhuna  canlı bir örnek…  (Merkalılar bu logoyu yazının altında görebilirler.)
 
2006 yılını Avusturya için  asıl önemli kılan neden  ise bu yılın  ünlü besteci Mozart’ ın 250. doğum yılı nedeniyle Mozart Yılı ilan edilmesidir. 2006’nın Mozart Yılı olduğunu kızım Elif’in “Baba Mozarta’tan bir plak koy, annemin doğum gününde onun için dans edeceğim” demeseydi, yılın Mozart Yılı olduğundan bihaber olacaktım. 10 yaşındaki Elif’ime “Mozart da kim” diye sorduğumda, “baba sen bu yılın Mozart Yılı ilan edildiğini bilmiyor musun” diye şaşkınlığını dile getirdi.
Mozart Yılı, yıl boyunca ülkede çeşitli kültürel etkinliklerle kutlandı. Öylesine kutlandı ki, kutlama proğramı çerçevesinde Türkiye’ den Mehteran Takımı da getirilmişti. Mehteran Takımı da iki ileri bir geri yürüyüşü ile Mozart’ı, onun meşhur Türk Marşı eşliğinde andı.
 
Bir de, Mozart Avusturya’da tüketime de araç  edilerek anıldı. Avusturya’ya özgü Mozart misketleri de diyebilecegimiz çikolatalar üretildi. Bu çikolataların, Avusturya’yı ziyaret eden turistlerin valizlerinde hediyelik eşya olarak yerini alacağı düşünüldü. Marka olmuş bu çikolataların yanında piyasaya sürülecek yeni ürünler de  bulmak gerekirdi. Çikolata dışında, çeşitli içki türleri Mozart siluetli şişelerle  satışa sunuldu. 

Yılın başında reklam panolarında Avrupalı politikacıların çıplak resimlerinden dolayı çocuklarımı sokağa çıkarmakta zorlanmasaydım ve gene kızım Elif annesine doğum günü hediyesi olarak “Mozart’tın müzigi eşliğinde dans etmek istemeseydi,  ben  bu iki önemli olayın  hiç farkında olmadan yaşayıp gidecektim.
 
Aslında Mozart, Beethoven, Schubert, Wagner  isimlerini Viyana’ da her duyduğumda veya onlarla ilgili bir etkinlik haberi dikkatimi çektiğinde, hep Yozgatlı İrfan Ağabeyimi anımsarım ve yüreğimi  hep bir hüzün sarar.

Ne ilgisi vardır İrfan Ağabeyin  klasik müzik ustalarıyla, hem de en büyükleriyle, diyeceksiniz.  Hiç bir ilgileri yoktur aslında. Sadece İrfan Ağabey de Viyana’da çalışır ve orada ikamet eder. Hepsi budur…
 
İrfan Ağabey, yıllar önce Yozgat’tan Avusturya’ya gelmiştir. Sadece kendi mi, hayır, önce bütün erkek kardeşleri, anne ve babası da Avusturya’ya gelirler. Uzun bir süre Avusturya’ nın lastik sanayisinin en önemli kuruluşlarının  birinde gece, gündüz her türlü vardiyada çalışmıştır. Daha sonra yıllarca emek verdiği  işletme ona çıkış vermiştir. Bu işini kaybettikten sonra ufak tefek firmalarda çalışmıştır çalışmasına, ancak o eski  işyerinin tadını bulamaz bir daha..

Irfan Ağabey ile bir defasında uzun uzun konuşmuştuk. Daha önceleri, kendisinin Avusturya’ ya göç etmeden önce müzikle uğraştığını biliyordum. Yozgat’ın merkeze bağlı yoksul bir köydür geldigi yer. Köyün tek geçim kaynağı,  düğünlerde çalgı çalıp  müzik yapmaktır. Yozgat’ın herhangi bir köyünde sünnet mi var, düğün mü var, ya da  zenginlerden biri konuklarına eğlence mi düzenleyecek, doğru İrfan Ağabeylerin köyü. Günlerce düğünlerde ve eğlencelerde çalıp, oralardan kazandıkları  parayla boğazlarını doyurmaya çalışırlarmış.

Gün geçtikçe artık yaptıkları işten zevk almak şöyle dursun;  kendilerine yapılan hakaretlere, küçümsemelere dayanamaz olmuşlar. Tek çareleri oralardan göç  etmek olmuş. Önce Ankara’yı mesken tutmuşlar. Bir süre oralarda da tutunamamışlar,  bakmışlar ki oralarda da yaşam şartları kendilerine göre değil, ilk fırsatta bir yolunu bulup  ver elini Avusturya demişler. Önce İrfan Ağabeyin babası gurbete düşmüş, daha sonra da o dört oğlunu ve en sonunda  da kızlarını teker teker taşımış gurbete. Avusturya’ ya gelince de kaldıkları kasabada aynı avlu içinde ev kiralanmışlar.

Çabucak iş de bulmuşlar. Kazançları kendilerine yettiği gibi, memleketlerinde  kurulan bir çimento fabrikasına ortak bile olmuşlar. Köyde kalan akrabalar belki buralarda çalışma şansı bulur diye düşünmüşler.

Yıllar sonra pay sahibi oldukları fabrika işletmeye açılmış. Köylülerinden de işe alınanlar olmuş. Alınmış alınmasına ya, yıl yetmişli yaman yıllar. Hele Yozgat’ta. Fabrikadaki İrfan Ağabeyin köylüleri taciz edilmiş, dövülmüş, sövülmüş ve sonunda atılmışlar. Tıpkı bir zamanlar  İrfan Ağabeyin çalgıcı olarak çağrıldıkları eğlencelerde itilip kakıldığı gibi..
 
Kendi paraları ile de kurulan fabrikada kendilerine yer yoktur. Onlar da teker teker Avusturya’ya göç ederler. Köylerindeki  ve Ankara’da Hüseyin  Gazi Dağının eteklerinde bir mahallede bulunan evlerini teker teker boşaltmışlardır. İstemedikleri, dost bilmedikleri kişiler boşaltılmış evleri mekan tutarlar artık.
Köylüler, köylerinde geçimlerini müzikle sağlarlarmış.  Köyün bütünü müzikle haşır neşirmiş. Aile orkestraları oluşturulmuş sanki. İşte bu aile orkestrasına örnek İrfan Ağabey ve kardeşleri. “Her birimiz bir saz aleti çalardık, dört kardeş düğünler kurar, eğlendirirdik. Bizim ise içimiz kan ağlardı” diyor çeyrek asırlık kadim dostum, en küçük kardeş.

“Gel gör ki, oralarda küçümsemeler, dışlanmalar, dövmeler , sövmelerden dolayı hiç birimiz elimize bir daha saz  almadık. Paramızı da bazen vermezlerdi” diyerek geçmişten acıyla söz ediyor.

İrfan Ağabey ile çok uzunca bir  süre görüşmedik, selam da göndermez olmuştu. Nedenini merak ettim. Benim kadim dostum küçük kardeş imdadıma yetişti, bir görüşmemizde bana “Sen, ağbeyime geçmişini hatırlatarak acılarını tazelemişsin, bu yüzden İrfan Ağabey sana küs, senin ondan haberin bile olmadı” dedi. Böylece İrfan Ağabeyin bana küskünlüğünün nedenini yıllar sonra öğrenmiş oldum.

Sonra, belleğimi zorlayarak anımsamaya çalıştım İrfan Ağbey ile aramızda geçen  o konuşmayı. Çalışmış olduğu işletme Avusturya’yı terk etmiş, işçi ücretlerinin daha ucuz olduğu başka diyarlara gitmişti. Sadece işçiler göçmez ya, işletmeler ve sermaye de göçüyordu…

Böylece İrfan Ağabey işsiz kalmıştı. Ne yapabilirdi? Kolay olmayacaktı artık onun için yaşam, iş bulmak ve düzenli bir işte çalışmak ufukta görünmüyordu. İşyeri ile sorununu görüşmek için ziyaret etmişti beni. Konuşmamızın sonuna doğru kendisine müzik yaşamı ile ilgili sorular sormak geldi aklıma ve sordum. Nereden bilirdim ki müzikle ilgili konuşmanın kendisini yaralayacağını! Sorular da sıradan, basit sorulardı; Neler çalardı, neden çalmıyordu artık, çocuklarına öğretti mi  acaba! 

Çocukların ikisi saz çalmayı öğrenmişler. “Bağlama çalardım” demişti. Muharrem Ertaş, eşinin ölümünden sonra oğlu Neşet Ertaş’ı İrfan Ağbeylerin köyüne getirir. Neşet Ertaş’ın yoksulluk içinde yaşamını köylerinde sürdürmeye çalıştığı yıllarda beraber çalmış, söylemişler, muhabbet etmişler…
 
Kardeşleri ile birlikte müzik yaptığı dönemlerde esas uzmanlık alanı kemanmış,
“Ağabeyim çok güzel keman çalardı, o keman çaldığı zaman ben elimdeki sazı bırakıp, onu dinlemek isterdim” demişti en küçük kardeş. 

“Gitar elime bir defa geçti, çalardım herhalde” diyordu bana. Aslında fazla konuşmak da istemiyordu.
 
Karşımda bu müzik kentinde bir müzik abidesi duruyordu. Ancak müziğe tövbeliydi, “Bir daha elime saz  almayacağım “ diyordu.

Sonra gitti, uzun yıllar görüşemedik. Bir iş bulmuş, tramvay yıkıyormuş, orada kazandığı parayla geride kalan en küçük kızını okutmaya çalışıyormuş. Oğlanlar  yuvadan uçup gitmiş..

Küçük kardeşi anlatmıştı: Yıllar önce memleketteki hor görmelerden sonra arada sırada, canı istedikçe sazını, kemanını eline alır, kendi kendine çalarmış. İlle de çalıp söyleme isteğinin içinden gelmesi gerekiyormuş. Başkalarının zorlaması onu çileden çıkarıyormuş.
 
Viyana’ya geldiğimde tanıdığım ve burada ilk gözağrım, arkadaşım ve dostum küçük kardeşi damarına basılan noktayı  anlatmıştı; “Bir gün, geceleri kaldıkları  işçi hayımında (evindeki) orada bulunanlardan biri ‘Abdal oğlu, biraz saz çal da dinleyelim!’ demiş. Bu istekte bulunan kişi ‘Abdal’ sözcügünün ‘bilge kişi’ anlamına geldiğini dahi bilmiyormuş. İrfan Ağabey, sazı aldığı gibi duvara vurmuş, saz param parça olmuş,  o günden sonra elinde bir daha hiç saz  görülmemiş”. Kardeşi de üzülüyordu, “yıllar oldu kemanının sesinin özlemi ile yanarım, onun kemanını ah bir daha dinleyebilsem ” diyordu.
 
İşte bana yıllarca gönül koyup da küsmesinin nedeni de, horlandığı, itilip kakıldığı geçmişini ona anımsatmammış…

Ah ağabey ah, yaşadığın acıları  nereden bilebilirdimki!..

İşte son günlerini yaşadığımız Mozart Yılı boyunca ben hep İrfan Ağabeyi hatırladım. Sadece Mozart Yılında mı hatırlarım onu. Hayır! Bir kağnı gıcırtısında da onu anımsarım, diyeceğim, ancak gıcırdayacak pek kağnı da kalmadı.

Yoksulluğun gözü kör olsun, derler..

Viyana’ ya, yeteneği olsun olmasın kimileri müzik öğrenimi için, kimileri de İrfan Ağbey gibi tramvay temizlemek için gelir.
 
İrfan Ağabey artık tramvay da temizleyemiyor.

O iş de elinden gitti…

En son işi  köy derneklerinin lokallerinde kağıt oynayarak emeklilik yaşının dolmasını beklemekte olduğunu öğrendim…

İrfan Ağabey bu sözlerimi duymasın ve bu yazımı okumasın. Bana bu defaki küskünlüğü belki de bir  ömür boyu sürer…İşte ona kalbim dayanamaz..


___________

Okur dostlarımızın ve Açık Gazete’nin yeni yılını kutlar,  yeni yılda sağlıklı günler dilerim. KÜ

1597170cookie-checkAVUSTURYA’DAN… Ağabeyler Küsmesin

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.