AVUSTURYA’DAN… Bir seçim ‘zaferi’

Avusturya’da seçim bitti. İlk günlerde ilişki içinde bulunduğum Avusturyalı meslektaşlarımın mutluluklarını izledim. Bir de  sosyal demokratların rengi olan kırmızı renkli giysileri ile işe gelmeleri dikkatimi çekti.  Mutluydular, mutluluklarının nedeni partileri bir “zafer kazanmıştı”, peki kim kaybetmişti?

Kaybeden Avusturya Halk Partisi’idi. Onun dışında seçime katılıp da parlamentoya giren, girmeyen herkes seçim sonuçlarından memnundu. Seçim sonuçlarından memnun olmayan ve seçimin oluşturmuş olduğu toplumsal yapıdan çekinen, korkan, kederlenen sanki sadece bir ben vardım. Herkes mutluyken benim mutlu olmamamın bir nedeni olabilir, o da benim normal olmayışım. Gerçekten öyle mi, birazcık gerilere gidip, Avusturya’nın seçim tarihine bir bakalım.
 
İkinci Dünya Savaşı sonrasından bu yana ülkede seçimlerin sonucunda sürekli sosyal demokratlar veya hıristiyan demokratlar belirleyici olmuşlar. 1945 yılından 1970 yılına kadar Avusturya’da Avusturya Halk Partisi (hıristiyan demokratlar ÖVP) seçimin galibi olmuş ve 1945 yılından 1966 yılına kadar Avusturya Sosyal Demokrat Partisi, SPÖ ile (burada küşük bir hatırlatma yapmak isterim, o yıllarda partinin adı 90’lı yılların ortalarına kadar Avusturya Sosyalist Partisi’dir) beraber koalisyon hükümeti kurmuş. 1966’dan 1970’e kadar ise Josef Klaus adlı parti başkanının yönetiminde hıristiyan demokratlar tek başına hükümet olmuşlar.

1970 yılından 1983 yılına kadar ise bu durum sosyal demokratların (hala sosyalist oldukları dönemdir) lehine değişmiş ve Bruno Kreisky’nin Başbakanlığı altında SPÖ tek başına hükümet olmuş. 

1983 yılında ise sosyal demokratlar tek başına hükümeti kuramazlar ve Avusturya Özgürlükçü Partisi (FPÖ) ile koalisyona giderler.  O zamaki FPÖ ile şimdiki FPÖ arasında dağlar kadar fark  vardır. FPÖ henüz sağ liberal bir partidir.  1983 seçimi sonrasında kurulan bu koalisyon evliliği uzun sürmez,  sadece 3 senelik beraberlik kafidir. Üç yıl sonra koalisyon hükümeti bozulur. Bruno Kreisky geri çekilmiştir, yerine karizmatik olmayan Fred Sinowatz gelmiştir, hükümet ve parti başkanlığını 1983 ile 1986 yıllarında Kreisky’nin yerine gelen Sinowatz yürütür. 1986 yılında seçim olacaktır. Koalisyon hükümetinin iki ortağı da seçime yeni parti başkanları ile girmek isterler.

1986 yılı Avusturya’da aşırı sağcı ve ırkçı parti FPÖ için dönüm noktasıdır.  Liberal parti başkanı Norbert Steger alaşağı edilir, yerine meşhur Jörg Haider getirilir.
1986 yılına kadar, özellikle Bruno Kreisky döneminde işsizlik fazla olmamakla beraber, ücretler de diğer Avrupa ülkelerine kıyasla daha düşüktür. Soysal patlamalara meydan vermemek Kreisky’nin hedefidir, sosyal patlamaların kaynağı işsizliktir ve işsizliğe engel olunmalıdır politkası savunulur. Yeni iş alanı açmak için Kreisky borçlanmaktan  kaçınmaz, ücretleri ve tüketim fiyatlarını dengede tutmaya çalışır.

Avusturya 1970’li yıllardan itibaren fiyatları dengede tutmaya çalışırken,  ülkedeki  işçi sayısını dengede tutamaz. Ülkede işçi ücretlerini düşük bulan yaklaşık 300.000 Avsuturyalı işçi daha fazla kazanmak için İsviçre ve Almanya başta olmak üzere kendinden daha batıdaki ülkelere gider ve oralarda çalışmaya başlar. Avusturya onlardan boşalan işyerlerini ise Yugoslavya ve Türk kökenli işçilerle doldurmaya çalışır.

Avusturyalı işçilerden boşalan işyerlerine yerleştirilen göçmen işçiler,  60’lı yılların sonlarından 80’li yılların ortalarına kadar el üstünde tutulurlar. Hatta gözleri açılan ve Avusturyalı işçiler gibi  Avusturya’dan daha batıdaki ülkelere gitmek isteyen Türk ve Yugoslav işçilere engel olmak için, firma sahipleri onların pasaportlarını kasalarına kilitlediklerini rahmetli babam hep anlatırdı.  İşte Kreisky’nin işsizlikle çıkacak sosyal çalkantılara engel olmak için yeni iş sahaları programı, 1986 yılından sonra ülkede pek işlemez artık.  İşsiszlik artmaya başlar, hükümet ortakları SPÖ ve FPÖ yeni parti başkanları ile seçime girerler. 

Geleneksel “işçi partisi” kabul edilen SPÖ kendisine daha çok banka menejeri niteliginde Franz Vranizky’i;  FPÖ ise genç ve dinamik görünümlü, yabancı düşamlığı ile politika yapacak Jörg Haider’i başkan yapar ve seçime girilir. İşsizlik ve ev bulma sorununun alabildiğince zor olan o yıllarda bunların sebebinin yabancılar olduğunun propogandası FPÖ tarafından yapılır. Her yerde olduğu gibi Avusturya’da “yabancıların sosyal haklardan, yabancıların hakları olmamalarına rağmen kullanıldığı”  söylemleri Jörg Haider’li FPÖ’nün  % 5’lerdeki  oy oranını % 10’a çıkartır. FPÖ populist politika yaparak, yabancılar aleyhinde toplum içerisinde önyargılarla kamuoyu oluştururken, ülkenin büyük partilerin ÖVP (hıristiyan demokratlar)  ve SPÖ (sosyal demokrtlar) sessiz kalmayı yeğlediler. Bu sesiz kalma toplumda FPÖ’nün söylediklerinin onayı anlamına geldigi düşünülerek,  seçimden seçime FPÖ oylarını kat kat artırır.

1986 yılı seçim sonrasında Franz Vranitzky başbakanlığında iki büyük parti olan SPÖ ve ÖVP koalisyon hükümeti kurulur. Bu hükümetin işbaşında bulunduğu sürece yabancılar aleyhinde sürdürülen propoganda toplumda devam ettirilir, meclisde sandalye sayısının 2/3 sinden fazla güce sahip olan  hükümet partileri bir karşı duruş sergileyemez.  On yıl büyük partilerin oluşturmuş olduğu koalisyon hükümeti işbaşında kalır. On yıl sonra Vranitzky başbakanlıktan ayrılır yerini maliye bakanı olan Viktor Klima’ya bırakır. Bir menejer konumunda olan Klima, SPÖ ve ÖVP koalisyon hükümetini üç yıl daha sürdürür.

2002 yılı Avusturya’da  bir dönüm noktası olur, ÖVP beklenmedik bir seçim başarısı elde eder ve  % 42 oy alır.  Wolfgang Schüssel başbakanlığında ÖVP, yabancı düşmanlığı ve ırkçılığıyla bilinen FPÖ ile koalisyon hükümetini kurar.  Bu ÖVP FPÖ koalisyon hükümeti, başta Fransa olmak üzere Avrupa Birligi içinde bazı ülkelerin “Avusturya’ya karşı ambargo uygulanmalıdır” biçiminde tepkilerine neden olur.  Ancak AB üyesi bazı ülkelerin  bu tepkisi ülke içerisinde  ters teper, Avusturyalının büyük çoğunluğu bu tepkiyi haksız bulur.  Zamanla da koalisyon hükümetine hem içte, hem de dışarda  alışılır ve dile getirilen tepkiler unutulur.

İşbaşına gelen ve büyük işverenler tarafından da desteklenen sağcı hükümetin ilk icratı emekliliği tırpanlamak olur, bazı erken emeklilikler kaldırılır, bazı emeklilik biçimleri belli bir süreye yayılarak iptal edilir. İptal edilen emeklilikten en fazla göçmenlerin yaralanmış emeklilik olduğunu 20 yıllık iş hukuku ve sosyal çalışma uzmanı olarak söyleyebilirim.

Hükümet işverenlere vergiden çeşitli muafiyetler sağlar, doğum izni ödemesi yerine kadını iş hayatından koparıp, ev kadınlığına zorlayan  çocuk bakım parasını yürürlüğe koyar.  Yeni kıdem tazminatı yasası geliştirir ve işçilerin hakları tırpanlanır. Sert tepkilere rağmen savaş uçakları almaya kalkışılır. Ve daha nice olaylar…

Bu koalisyon hükümetinin görev yaptığı sürede,  Avusturya’nın bazı komşu ülkeleri Avrupa Birligi’ne alınırlar. Bu komşu ülkelerden gelecek işçilere çeşitli engeller konulsa da,  AB’nin yeni üyesi ülkelerden işçiler de Avusturya’ya çalışmaya gelir.  Düzensiz çalışma sistemi canlandırılır,  çalışma hukukundan kaçınılan kısa süreli iş ilişkileri desteklenir, derken doğal olarak işsizlik artmaya başlar. İşsizlik arttığında ilk suçlanan kesim hiç şüphesiz göçmen işçiler olur ve onların aleyhinde yavaş yavaş bir anti kampanyanın müjdeleri verilmeye başlanır. Ülkede fiyatlar zamanla  hissedilir şekilde artmaya başlar.

İşçilerin çalışmış oldukları süre içerisinde, ücretlerinden kesilerek oluşturulan işsizlik sigortasından para alındığında,  yabancı kökenli işçilere sanki hakları değilmiş de, Avusturya devleti onları besliyormuş gibi argumenler yıllarca Avusturya toplumunda yer etmiş bir kanaatir. Yabancı kökenli işsizlere, işsizlik ve benzeri ödemelerin yıllarca sürüncemede bırakarak, kısım kısım yürülüğe sokulması toplumdaki yanlış bu kanaati hep körüklemiştir. Belediye evlerininin ihtiyaç halindeki yabancı kökenlilere de açılmasına engel olunması,  aynı kanaati toplummda güçlendimiştir.  Burada Avusturya vatandaşı olmayanlara da belediye evleri henüz bu yılın ikinci yarısından itibaren açılmış olduğunu belirteyim.

Sosyal hakların kaynağının neler olduğunun anlatılmaması ve belediye evlerinde Avusturyalı olmayanların kiralık bir ev sahibi olmasına engel olunması  toplumda önyargılı  kanaatin oluşmasında çok önemli etkisi olmuştur. Bunda da son bir kaç seçimden bu yana Avusturya vatandaşlığını almış olan yabancı kökenlilerin oylarına gözdiken ve onun için de listelerinde göçmen kökenlilere de yer veren, yıllarca federal ve eyalet hükümetlerinde bulunan özellikle Avusturya Sosyal Demokrat (SPÖ) ve Halk Partisi’nin (ÖVP) payları büyüktür. Onlar da yabancı kökenli işçileri umacı gibi gördüklerinden dolayı, toplumda yabancı düşmanlığının ve ırkçılığın gelişmesine sebep oldular.  Öyle korkak ve ürkek politika yürüttüler ki, kendilerine benzemeyen yabancı kökenlilerle aynı kareye girmemeye özen gösterdiler.

Burada kısa bir anıyı iletmek isterim; Sosyal demokratlara bir seçim süresinde yardım etmek isteyen bir Türk dernegi temsilcilerine “yapacağınız propogandayı lütfen başka partiler öğrenmeyecek şekilde gizli yapın” cevabı verilmiştir.

Eski amirlerimden birisi, bir meslektaşımızla işsizlik sigortası ile ilgili yıllar önce bir araştırma yapmıştı. Yabancılar bu sigortaya ne ödediler ve ne kadar faydalandılar. Sonuç; yabancı kökenli içşilerin ödemiş olduğu sigorta primlerinden,  iki hanelik milyon  kadar Avusturya Şilini işsizlik siğortası  kasasında kalmıştı. Bu çalışmanın özellikle sosyal demokratlar basına yansımasına engel olmuş ve çalışma hasır altı edilmişti. Yoksa halk ne derdi! İşsizlik sigortasına ve belediye evlerinin yapılmasını oluşturan fon,  yabancı kökenli işçilerin ücretlerinden de kesilen paralarla finanse edildiği anlatılmış olsaydı, halk ne diyebilirdi ki!

Avusturya içinde gelişen bazı olayların yanında,  dünyada ve Avrupa‘daki çeşitli siyasi gelişmeler de Avusturya kamuoyunu göçmenler, Türkler ve müslümanlar bağlamında seçim sürecinde etkiledi. Bunlar; Danimarka’daki karikatür krizinden, Papa’nın açıklamalarına kadar, oradan Türkiye’nin AB üyeliğinin gündemde bulunmasına kadar bir yığın konu esas olarak müslüman ve Türk düşmanlığına çanak tutan konular oldu.

8,5 milyon toplam nüfusu olan Avusturya’da ortalama 2,5 milyon satış rakamı olan bulvar gazeteleri bu konular çerçevesinde yayınlar yapıp, özellikle Türk ve müslüman düşmanlığını körüklediler. Avrupa Birliği kapısında çarmıha gerilirken sesini çıkartamayan Türk hükümetleri, Avusturya’da yaşayan Türklerin  herkesin şamar oğlanı olmasına karşı durmada da seslerini çıkartmadılar.  Türkiye’nin AB üyelik başvurusundan dolayı kinini kusan partiler,  hem Türkiye’yi hem de ülkede yaşayan Türkleri seçim malzemesi yaptılar.

Gene ülkenin ulusal gazetelerinden bazıları gazetelerinde Türkiye AB ve müslümanlık ile ilgili ayrı okuyucu sayfaları  açtılar, aylarca devam eden ve hala devam etmekte olan bu sayfalarda bizlere hakeretlere izin verildi. Oylarından dolayı yabancı kökenlilerin dostu gibi görünen partilerden,  insan hakları savunucularından hiç bir protesto sesi çıkmadı. Dolayısıyla yapılan hakaretlere onlar da onay vermiş oldular.

Yılların oluşturmuş olduğu önyargılar ve  çeşitli sosyal sorunlarıyla 1 Ekim 2006 tarihinde Avusturyalı sandığa davet edildi. Seçime gidenlerin sayısı %73, sandık başına gitmeyen seçmen sayısı, seçimlerden birinci çıkan partinin almış olduğu oy oranından daha fazla.

Seçimden birinci çıkan Avusturya Sosyal Demokrat Partisi (SPÖ) sonucun bir zafer olduğunu belirtiler ve 1 Ekim akşamından beri hala ağızları kulaklarında. Bu zafer oy kaybına dayalı beklenmeyen bir zafer oldu; Avusturya Halk Partisi’nin (ÖVP) geçen seçimde almış olduğu oy oranının % 42,3’ten % 34,2 düşmesi, 2002 yılında almış olduğu oy sayısından 203.737 daha az alan  SPÖ’yü seçimden zaferle çıkarmış oldu. 

Diğer partilerin yabancılar politikasındaki tutarsızlıklarından faydalanan, seçim öncesinde Türk ve müslüman karşıtlığı ile politika yapan ırkçı partiler, seçimden malesef esas zaferle çıkan kesim oldu. Her iki aşırı sağcı parti, seçime katılanların toplam % 15,4 oyunu alarak, 29 milletvekili ile parlamentoda temsil edilecekler.  Belki de yeni kurulacak sağcı hükümette görev alarak, yapmış oldukları yabancı düşmanlığı ve ırkçılık toplumda onaylanmış olacak.

Seçim bitti, şimdi onun yaratmış olduğu gerçeklik konuşulacak. Hükümet kurma görevinin SPÖ Başkanı  Alfred Gusenbauer’e verilmesinin yanında, seçim sürecinde birbirlerine hakaret eden parti temsilcilerini hareketli günler bekliyor. Yürütülen seçim çalışmaları ve konuşmalarında sayısız hakaretler yapıldı. Parrti temsilcileri birbirlerini koalisyon hükümeti görüşmelerinin yapılacağı masaların dışındai mahkemelerde de birbirlerini sık sık görecekler. Davalar açılmaya başlandı.

Partiler listelerinde Türk kökenli adaylara da yer vermişti, azımsanmayacak oranda tercihli oy almalarına rağmen umutları bir sonraki seçime kaldı.

Ürkütücü bir seçim atlattık, seçimde yabancılar, Türkiye/Türkler ve  iç politikada bir banka skandalı etken oldu. Edilgen olarak yer aldıkları dış politik olayları seçim malzemesi olarak kullanan Avusturyalı politikacılar, etken oldukları olayları ise seçime karıştırmadılar. Seçim öncesi İsrail bombaları ile öldürülen Avusturyalı binbaşı olayı, seçimde hiç dile getirilmedi. Dışişleri bakanının basiretsizliği konuşulmadı. Ya da seçimin en önemli temalarından biri olan bir banka skandalı çok çeşitli boyutları ile yazıldı, çizildi, konuşuldu ve seçim malzemesi edildi. Hatta banka skandalından dolayı Avusturya Sosyal Demokrat Partisi seçimde hezimete uğrayacağı  beklenirken, seçimde 203 bin oy kaybı ile en güçlü parti loarak çıktı. 

Banka skandalında konu olan 3 milyar Avro parayı bir Amerikan bankasına kaptırarak, zayıflamış Amerikan ekonomisine katkıda bulunulduğunu ve dolaylı yoldan ABD’nin Irak’ta sürdürmüş olduğu katliama destek olunduğunu hiç kimse akıl etmedi. Savaş karşıtı ve insan hakları savunucusu olduklarını her fırsatta iddia eden çevreler bunu ne düşündüler, ne de dile getirdiler. Kimbilir, belki de etmişlerdir de, bizim bazı sözde solcularımız gibi Saddam’ın ve Hizbullah’ın yanında olduklarının imajı verilir korkusunu yaşamışlardır. ABD’nin yanına düşmek onlar için önemli değildir, varsın olsun hiç olmazsa onlar modern görünüyorlar, dişlerini fırçalıyorlar, yemeklerini elleriyle değil; çatal, kaşık ve bıçak kullanarak yiyorlar diye düşünüyorlardır şüphesiz.

Yılların getirmiş olduğu sorunların sorumlusu görülen yabancı, Türk ve müslüman düşmanlığı bir on yıldır, yirmi yıldır buralarda bizleri hep rahatsız etmiştir ve bu yıllarda Türkiye’mize dönmenin sözünü etmiş ve hayalini kurdum. Mahmut Şenol arkadaşımız gibi kararlı veya cesur olamadığımdan dolayı, daha uzun yıllar buralarda seçim öncesi ve sonrası aynı rahatsızlığı yaşayacaşım.   Bu vesile ile güle güle Mahmut arkadaş, yolun açık olsun, ailenle beraber sana mutlu günler dilerim, selamlarını eksik etme.


 

1597100cookie-checkAVUSTURYA’DAN… Bir seçim ‘zaferi’

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.