Barcelona’yı dinliyorum gözlerim kapalı  

SERDAR MÜTEFERRİKA SERHATLI – Velev ki sosyoloji ve siyaset bilimi alanında bir eser yazılıyor olsun, yazı dilinin neşeli, zaman zaman tebessüm ettiren ve kendinden memnun bir hâli varsa, okuyucusuna okuma zevki bırakır.

Hele, örneğin, İspanya’nın 2017 tarihinde bağımsızlık referandumundan ¨Evet¨ oyu çıkaran Katalonya Bölgesini anlatıyorsanız, akademik ve kupkuru bir dil kullandığınızda okunacak olan metin, elbette bu alana mecburi bir ilginiz varsa okursunuz, lakin başınızda dikilen bir hocanın parmak sallayışıyla ders çalıştıran bir metne dönüşüverir.

Hepsi değil ama neredeyse tamamı; Akademisyenler atıf almak (citation), puan toplamak peşinde koştuklarından dile mile önem vermezler, kurumuş galeta gibi katır kutur metinlerle sayfaları doldururlar.

Siyaset Bilimi alanında bildik bir isim olan Prof.Dr. Kıvanç Ulusoy bu takır tukur sert yazı dilini bir eserinde ustaca değiştirip okuruyla senli benli konuşur bir rahatlık içinde, haliyle akıcı bir dil kullanarak, öncelikle benzer bir coğrafyanın ve pek çok yönüyle Türkiye’yle başka benzerlikleri olan İspanya’daki milliyetçilik, ayrılıkçılık ve bölgecilik meselesine Türk okurunun dikkatini çekiyor.

Ayrıntı Yayınları’nın Schola dizisi içinde yer alan kitap, basitçe, ¨Katalanlar~Avrupa’da Ayrılıkçılık¨ başlığı ile üç yıl önce yayınlandı; bu kadar kolay okunacağını bilseydik, evvelden okumuş olurduk. 

Fransa’yla sınır olan Pirene sıradağlarına yamaç bir coğrafyada Katalonya; hep bildiğimiz Barcelona ise bölgenin en büyük şehri, özerk bölgenin yönetim yeri. Akdeniz’e kıyı bu bölge, bugün özerk yönetimler ülkesi olan İspanya’nın 1936’da seçimle işbaşına gelmiş Cumhuriyetçi yönetime karşı harekete geçen Falanjist-Frankocu faşizan güçlerle yaşanan içsavaş sırasında en ağır tahribatı görmüş bölgesidir. 

Cumhuriyetçi ve Sol güçlerin NO PASARAN-Faşizme Geçit Yok sloganı içsavaşın unutulmaz söylemiydi ama tutmadı; yaklaşık 40 sene İspanya bir diktatörün elinde kaldı.

Diktatör General Franco’nun acımasızca uzun yıllar cezalandırmak için her anlamda merkezi yönetimden uzak tutarak ihmal ettiği bölge nihayet İspanya’nın demokrasiye tekrar kavuşması ardından derlenip toparlanabildi.

Yazar (akademisyen) Ulusoy’un İspanya’yla ilgisi, 1990’lı yıllarda ODTÜ’de yüksek lisans tezini Katalon sorunu üzerine yazmasına sebep olacak bir tesadüfler halkasıyla başlıyor. 

Üniversitedeyken İspanyolca öğrenmeye başlayan yazarımız, ilk fırsatta dili vatanından öğrenmek üzere İber Yarımadasına-İspanya’ya oleee diyor. Gençlik var tabii, o sıralarda, harçlığını çıkarmak için şehrin sokaklarında gitar çalarak, sokak  müzisyenliği yapıyor. Kitabının girişinde bundan bahsetmesiyle öğreniyoruz ki müzik marifeti ve sanatçı bir yanı da var, Ulusoy’un.

Barcelona bir kışa hazırlanırken kitabımızın yazarı Akdeniz sıcağında yaşamak üzere Endülüs Bölgesine doğru gitmek üzere, teşbihte hata olmaz, sanki İstanbul’dan Antalya’ya gider gibi, beş parasız ve otostop çekerek yola koyuluyor. Ancak daha Katalonya’yı terk etmeden, otostopcu Ulusoy’u alan bir araç daha uzunca mesafe katetmeksizin onu ıssız bir yerde bırakıyor. 

Yazarımız tabana kuvvet yürümeye devam ederken yaşlı bir köylüyle karşılaşır, adamla sohbet eder. Türk olduğunu öğrenince yaşlı adam onu evine davet eder, Isabel adlı eşiyle beraber ODTÜ’lü gencimizi misafir tutarlar. Birkaç gün orada kalır Ulusoy…

İspanyolca öğrenmek için Katalonya’ya mı gelinir diye söylenen yaşlı adamın samimiyetiyle Katalonya sorununa işte o zaman önem veriyor, diktatörlük rejiminin Katalan dilini konuşmanın dahi suç sayıldığı o dönemin farkına varıyor. Pek çok anı ve belge toplayıp Ankara’ya kampüsüne dönünce danışman hocaları Prof.Dr. İhsan Dağı ve Prof.Dr. Atila Eralp’e gördüklerini, işittiklerini ve bu bölgeye dair yeni başlayan öğrenme hevesini, Katalonya merakını aktarınca, tez konusu da ortaya çıkıyor. Tez bugün yeniden ele alınıp kitaplaşmış hâlde elimizdedir.

Ulusoy’un işi kolay olmamış olsa gerekir; o da bunun farkında ve diyor ki: ¨Kürt sorunu ve terörle boğuşan, sürekli bir darbe tehdidi altındaki 90’ların Türkiye’sinde yerel ve milliyetçilik üzerine bir tez konusuna karar vermek pek kolay değildi.¨ 

Gerçekten zor ve ihtiyatla adım atılması gereken bir mevzu.

Böylece, eğer bir gün bir romana başlayacaksa yazacağından emin olabileceğimiz üslubuyla, akıcı bir Türkçe ve gazeteci anlatım tekniklerine yer verip rahat okunan bir esere ortaya çıkıyor.

Freddie_Mecury_ve_Montserrat Caballé _Barcelona

Barcelona üzerinden lafı başlatıp sadece yakın tarihin İspanya’sını değil Akdeniz havzasına ve Avrupa’ya dair siyasi bir tabloyu 150 sayfada çizebilmek hiç kolay değildir. 

Kitabı okurken, nedense, İngiliz Queen topluluğunun şimdi hayatta olmayan tenor sesli Freddie Mercury’sinin, birkaç yıl evvel hayatını yitirmiş İspanyol sopranosu Montserrat Caballe’yle birlikte 1992 Barcelona Yaz Olimpiyatı’nda açılış şarkısı olarak seslendirdikleri ve klasik-pop buluşma (classic crossover) türünün biricik örneği olarak albümlerde kalan, BARCELONA aryasını dinlemeyi istedim. İyi de yapmışım, ne zamandır kulak vermemiştim.

Ulusoy’un eserini okursanız, bir yandan bu geçen yüzyılın OPUS MAGNUM denilebilecek Tenor-Soprano buluşmasını dinlemenizi de tavsiye ederim.

____________________

Meraklısına Barcelona linki: 

https://www.youtube.com/watch?v=Y1fiOJDXA-E

 

2740150cookie-checkBarcelona’yı dinliyorum gözlerim kapalı  

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.