Ben bir insanım, hepimiz insanız!

Gazeteci yazar DİNK’in cenaze töreninde sokakları dolduran binlerce insan “Hepimiz Hrant’ız!”, “Hepimiz Ermeni’yiz!” sloganları ile haykırdı. Bir refleks olarak ortaya çıkmış olan bu sloganı olayın ve günün acısı içinde fazlaca yorumlamadan, saygı ile kabullenmek olasıdır. Genelde söylendiği gibi, tersi bir durumda da Hrant Dink, “Hepimiz Türk’üz!”, “Hepimiz Müslüman’ız!” diye bağırıyor olabilirdi.

Bu tür cinayetlerde tetikçinin yakalanması önemli olduğu gibi, ondan da önemlisi, arkadaki azmettiricilerin açığa çıkarılmasıdır. Yâni suikastın çözülmesinde, biri polisiye, diğeri ise siyasî veya örgütsel çözümleme ve çözüm  olmak üzere iki kademe olduğu düşünülür. En şanslı durumda her iki kademede de çözümün yapıldığı durumda dosya kapatılmaktadır. Örneğin, geçmişte birçok Türk diplomatlarının öldürülmesi olayının arkasında bulunan Asala cinayetleri üstlenmiş ve böylece olayın anlaşılmış olduğu kanaati,ne varılarak, dosyalar kapanmıştır.

Tarihin bu aşamasında, olayların bu evresinde, hiç kimseyi suçlamak kastım olmadan, böyle kısa bir yazı çerçevesinde, tetikçinin de arkasındaki “tetikçi yaratan ortam”ı çözümlemeye çalışırken, bu konudaki düşüncelerimi sizlerle paylaşmak istedim. Böyle bir sorgulamaya insan-insan ilişkisinde ırksal, dinsel vb gibi alt-kimliklerin nasıl bir önemi haiz olduğunu sorgulayarak başlamak istiyorum. Bireyler, birçok özelliğin ve/veya koşulun önceden belirlenmiş olduğu ve değiştirilmesinin fazla olası olmadığı bir doku içinde dünyaya gelir. Böylece oluşan sosyolojik ortam ona kimliğini verirken, aynı anda ekonomik sınıfını da belirler.
 
Kapitalist bir yapılanma olan ulus-devlet dokusu özde sınıfsal bir niteliğe sahip olduğu halde, bu niteliği olabildiğince geri çekip, toplumları daha farklı ve ekonomik niteliği çok daha zayıf ya da belirsiz alt-kimliklerde kümeleştirmeye çalışır. Böylece, özellikle ekonomik kriz  veya sıkıntı dönemlerinde ezilen kitlelerin sermaye yerine farklı etnik veya dinsel vb karşıt kümelere yönelmesini sağlar. Ne hazindir ki, bu ustaca yönlendirmeyi algılayamayan, algılayamadığı için de bir türlü büyüyemeyen “gelişmemişler” tüm kin ve potansiyellerini kendi aralarındaki çatışmalarda tüketerek, demokrasiye hizmet ettiklerini sanırlar. Kardeşçe bir arada yaşamak ve üleşmek yerine, kendi alanını korumak ve karşısındakini ezme kültürünün geliştiği bir ortamda, çok doğal olarak, sermaye huzur içinde ileri sömürü plânlarını gerçekleştirirken, sömürülen emekçiler arasındaki çatışma ortamı dindirilemez. Belki de, çatışma ortamının dindirilmesi istenmemektedir!

Çatışanlar kimdir, niçin ve kimin marifetiyle kendi aralarında çatışmaktalar? Ne hazindir ki, çatışanlar, tam bir yabancılaşma içinde, böyle bir soruyu kendilerine sormadıkları gibi, niçin ve kimin marifetiyle çatıştıklarının da ayırtına varamamaktalar. Oysa, çatışanlar, kendi sınıfsal konumlarına yabancılaştırılmış emekçi kölelerdir. Kimi yazar, kimi memur, kimi Ermeni, kimi Kürt, vs.. Bir araya geldiklerinde dünyayı ayağa kaldırabilecek potansiyele sahip bu kitlelerin bir araya gelmemesi sermayenin birinci amacıdır. Öyle ise, bunları emekçi olarak sınıfsal tabanda değil, daha başka farklılıklarına göre gruplamalı ve birbirine düşürmenin plânları yapılmalıdır. Sermayenin sistemik oyunu budur! Arkadaki asıl tetikçi de işte bu soyut dokudur. Eğer bu çözümleme doğru ise, tüm siyasî veya örgütsel suikastların arkasındaki örgüt veya devletler dahî ortaya çıkarılmış olsa, olay çözülmüş olmaz! Bu aşamada olayın polisiye ve örgütsel ya da siyasî veçhesi çözülmüştür, ama asıl bataklık, maalesef,  kurutulmamıştır.
Bu çözümlemenin doğru olabileceğini bir an kabul edersek, buradan iki soru ile ilerleyebiliriz. Bunlardan birincisi, günümüzün hakim devlet yapıları ve küreselleşme dokusu içinde acaba niçin etnisite ya da dincilik vb gibi alt kimlikler kışkırtılıyor ve bu kışkırtmalar, kendilerini kapitalizme sadakatle  adamış olan sosyologlar tarafından kamuoyuna temel insan hakkı olarak yansıtılıyor? Neden söz konusu sosyologlar alt-kimliklere odaklanmış sömürü altındaki yığınların böylece öz durumlarına yabancılaştığını hiç vurgulamıyor?

İkinci soru ise, DİNK’in cenaze töreninde kitlelerin attığı sloganı sâkin bir analize tâbi tutarsak, kısa-dönemli kitlesel refleksi mâzur ve mâkul görme olgunluğu yanında, böylesi davranışın uzun dönemde neyi perdelediğini ve neyin önünü açtığını düşünebiliriz? “Hepimiz Ermeni’yiz” sloganı ırkçılık alt-kimliğini yansıtmaktadır. Böylesi bir slogan, karşıtını kışkırtırken, aynı zamanda saldırganlığı da meşrulaştırabilir. Oysa, farklı alt-kimlikli bireylerin “bir orman gibi” bir arada yaşadığını ve birbirine saygı ve sevgiyle kaynaştığını vurgulayan bir başka slogan daha anlamlı olurdu, diye düşünüyorum.

Kapitalizm gücü ve becerisi, sadece ekonomik alanda değil, ondan da daha güçlü ve toplumlar üzerinde etkili olan sosyoloji (ideoloji) alanında da çok net olarak gözükmüyor mu! İnsanlığı parçalayan ve birbirine düşüren böyle bir sisteme böylesi av olunması da sistemin büyük bir başarısı olarak görülmez mi!

_______________

* İÜ: Prof. Dr.

1594640cookie-checkBen bir insanım, hepimiz insanız!

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.