Bigadiç’te çocukluğumun Ramazan’ı ve bayramı…

Birlik beraberlik sözcükleri, anlamsız sözcükler, yabancılaşmış olarak kullanılmaz, yaşam biçimi ile içerikleri doldurulurdu. Bayram günleri, tatil günü olmaz, bayram gibi yaşanırdı.

Çocukluğumuz da, ramazanlardan aklımda kalan bir sözcükdür, “barana.” Bayrama yaklaşırken akşam üzeri, daha çok esnaf, çocuklara hediye dağıtırdı. Şeker, leblebi vs. Elimizde küçük torbalarla, “barana barana” diye koşarken, diğer çocuklara da haber vermiş olurduk. Akşam torbalarımız dolardı.

Akşam üzerleri, fırıncının önünde pide kuyruğuna girmek, çocukların göreviydi. Oruç açma zamanı, kaleden top atılarak vakit bildirilirdi. Gece ramazan davulcusu ev ev dolaşır, maniler söylerdi. Akşamdan, hangi sokak da dolaşacağının belli olduğunu sonradan öğrendim. Sahurda, ses yakından gelirse, uykulu gözlerle bizim kapıya gelecek mi diye beklerdim. Çünkü maniler okunur ve daha ziyade çocukların ismi belirtilerek, geleceği ilişkin övgüler söylerlerdi. Sabah da, arkadaşlarla aramızda, size geldimi, ne dedi diye sorardık. En büyük merak konumuzdu. Babamızın, akşamdan ismimizi davulcuya vererek, maniler ona olsun, sözü üzerine adımızın geçmesinde ki sistemi, yıllar sonra öğrenecektim.

Susamlı helva, ramazan akşamlarının baş tatlısıydı. Helvacılar, sadece ramazan boyunca akşamları yaparlardı. İftardan sonra, yapılan helvaların satışı bitince, dükkan kapatılırdı. Bayram günlerinin tatlısı ise farklıydı. Helvacılar, bayram günlerinde bu kez taş helva yaparlardı.

Her mahallenin camisinde, kent dışından gelen ve bir ay cami yanında kalan, genç hafızlar mukabele de kuran okuyarak, hatim indirirlerdi. Muhtar, aylık günlere göre dağıtım yapardı. Mali durumu biraz iyi olanlara, siz iftarda misafir edeceksiniz, diğerlerine siz sahurda camiye yemek gönderirsiniz, paylaşımı olurdu. Kutular içinde kumanya değil, sıcak en güzel yemek ve tatlılar evde hazırlanırdı. Cami imamı, müezzin ve hafızlar, iftara eve çağrıldığında, bir kaç eşdost da çağrılıdı. Bu gün iftar yemeği şundan diye, afiş asılmaz, reklam verilmezdi.

Bayram öncesi, terziden kumaşlar beğenilip, bayrama yetiştirilmesi söylenir, iftar sonrası prova günleri olurdu. Ayakabı alındığında, bayram sabahına kadar, o ayakkabılar başucumuzda durur, öyle uyunurdu. Bayramlıklar, sabah bayram namazına giderken giyilir, babamızın ya da dedemizin eli tutularak camiye varıldığında, onların yanında safa durulurdu. Namaz bittiğinde yine top atşı olurdu. Bayramın başladığı haberiydi bu sabah topu. Sonra mezarlığa gidilir, yakınların mezarları ziyaret edilir, duası yapılırdı.

Eve dönüldüğünde sofra hazır olurdu.Talılar, önceden hazırlanır ve siniler, bayram sabahı sofraya getirilirdi. Baklava evde yazılır, sarili dediğimiz, Balıkesir kaymaklısı yufkaları öneceden kurutulmuş olduğundan, arefe günü hazırlanırdı. Bizim merakla beklediğimiz ise, “kalbura basma” olurdu. Şekerpare den biraz değişik di. Kalburun üzerine basılarak izi kalır, fırına öyle verildiğinden, adı öyleydi sanırım. Şimdi kalbur olmadığınıdan, delikliye basılıyor, ama eski kalbura basma tadı olmuyor nedense.

Sonra, el öpme faslı başlardı. Önce evde, sonra akraba ziyaretlerinde, bayramın en önemli aşamasına gelinmiş olurdu. El öpme sonrası harçlıklar, ganimetimiz, servetimiz olurdu.

Bayram günleri, akşam piyasaları olurdu. İlk gençlik günlerimizin, dört gözle beklenen akşam yürüyüşleri. Anneler, damat ve kız beğenirdi. Gençler arasında, hafif bakışmalar ve işaret trafiği o zaman gerçekleşirdi. İki-üç saat, bir aşağı bir yukarı, arkadaş grupları, kızlı erkekli, ayrı ayrı yürürlerdi. Önce, Bigadiç girişinde çınarlı yolda olurdu, sonra yeni mahalleye alınmıştı. Değişik kentlerde okuyan bizler, bayramda buluştuğumuzda, bazen erken gidip, sembolik kurdela keserdik. Kendi aramızda espri konusu olurdu.

Bir bayram Ankara’da kalmıştım, gitmemiştim. Birinci gün akşam üzerine doğru dayanamadım, müthiş bir hüzün ve yalnızlık çükmüştü üzerime. Aktarmalı otobüslerle, ikinci günün sabahı Bigadiç’e ulaşabilmiştim.

Biz bu terbiye, kültür ve etik değerlerle büyüdük. Hala da sürdürmeğe özen gösteriyoruz. Bunları çocuklarımıza tam aktarabildik mi, doğrusu bu konuda başarılı olduğumuz söylenemez. Değişen toplumsal yapıya bağlı olarak, bu gelenekler de aşındı ve giderek terk edildi. Önce, bayram tatile dönüştü. Doğulan, büyülen, büyüklerin bulunduğu yere değil, tatile nereye gidilme planları başladı.

Şimdi o günleri yaşamaya çalışıyoruz. Daha doğrusu, anarak yaşamaya çalışıyoruz. Kendimizle baş başa kalma, geçen zamanı va yaşamı değerlendirme oluyor. Hatıralar, sevinçleri ile, üzüntüleri ile, heyecanları ile iç içe giriyor. Bunları yaşamayanlardan, aynısını beklemek de biraz bencillik oluyor galiba.

Yahya Kemal, “Süleymaniye de bayram sabahı” diyerek, yaşamışlığını aktarıyordu. Özlemini yansıtarak, bizlere böyle yaşanmışlıklar var, geçerken hiç değilse düşünün, demek istiyordu belki de.

Bizden sonraki, yaşamını orada sürdüren, aynı görüşte ki gençlerden bir kısmı, o zamanlar kendi aralarında bir başlangıç yapmışlardı. Camiden, bayram namazı çıkışı bayramlaşarak sırada yer alır ve bayramlaşma sürerdi. Bu gün hala o geleneklerini sürdürüyorlar. Görüşler değişmiş, farklılaşma olmuş, bir zamanlar selam bile vermeyenler dahil ve bu sıralamanın başlangıcını bilmeyen gençler, sabah bayramlaşmayı sürdürüyorlar.

Sevgi, gülümseme eksik değil. Küçük serzenişler de bile, bir sıcaklık var, kucaklaşma var. Yayılmak istenen ayrışmalara inad, bu tablolar, yaşam ile nasıl da uyum içinde gelişiyor.

Biraz gölge etmeseler, daha da gelişecek.

__________________________________________

Bigadiç. 12 Ağustos 2013. Pazartesi. [email protected]

719500cookie-checkBigadiç’te çocukluğumun Ramazan’ı ve bayramı…

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.