Bir yorum denemesi**

Kapitalist havuzda “Yeni Dünya Düzeni” ya da “küreselleşme” söylemleri ile çağdaş emperyalizm ağına girmiş olan Türkiye’de, kendi üretim potansiyeli çökertilip, emperyalist sermaye ve içerideki işbirlikçilerinin hakimiyeti altına alınırken yaşanan ve derinleşen yoksulluk ve sair sosyo-ekonomik sorunlara karşı toplumun duyarsızlaştırlması için siyasal, ekonomik ve toplumsal-ideolojik mekanizmaların devreye sokulması zarurî görülmüştür. Siyasal mekanizma, kamu hizmetinden ve devlet geleneğinden gelmeyen, esnaf kökenli ve kısa-görüşlü kişilikler üzerine kurulmaya çalışıldı Emperyalistlerin amacına ulaşmaları aşısından böylesi bir çaba,  1950’lerden beri tabanda ısrarla sürdürülen muhafazakar-dinci dokunun olgunluk aşamasına denk geldiğinden, maalesef, halkın oyları ile demokratik bir görüntü altında büyük bir başarı ile kotarıldı. Bu siyasal doku, esnaf kökeni ve zihniyeti sayesinde genel halkla oldukça sıcak ilişki kurabildiği gibi, devlet geleneğinden yoksun olmasıyla da, emparyalistler ve onların içteki ajanları ile ortak zeminde buluşabildi. Varolan siyasal erkin bürokrasi ile anlaşamamasının temelinde de, salt kendisinin esnaf kökenli olması değil, aynı zamanda, bürokrasinin devlet yapısı geleneğinden gelmesi ve bu geleneğin emperyalistlerin oyununu bozuyor olması gerçeği yatmaktadır.  

Ekonomik koşul olarak da, emperyalizm altında yoksullaşan kesimin oyunu alabilmek ve sistemi meşrulaştırabilmek için de, hem ekonomik açıdan görece daha maliyetli olan, hem de bireyi vatandaş olarak görerek (yardım=oy) ilişkisini kurmayan objektif nitelikli sosyal devlet politikasının yerine, “cemaat ve sadaka toplumu” yaratıldı. Tarikatlarla da yakın dirsek teması sağlanarak yaratılan cemaat ve sadaka toplumu, yoksullaşan halk yığınlarının denetim altına alınmasından öte, varolan siyasal yapının güçle desteklenmesini de sağlamış oldu.

Siyasî-ideolojik malzeme ise, bir yandan yukarıda kısaca açıklamış olduğum sınıf bilinci yerine alt-kimliklerin kışkırtılması ve sistem ideologlarınca bunun demokrasi olarak topluma yansıtılması yanında, halkın inancı sömürülerek, siyasal simgelerin yine demokrasi adına toplumun genelinde bir mücadele sloganına dönüştürülmesidir. Açıklanan araştırmalara göre, türban sorunu, üniversiteye girişte yaşanan sorunların içinde ancak % 1 dolayında bir yer oluştururken, bütün toplumun bu sorun etrafında yıllarca oyalandırılması hiç de rastlantısal değildir. Türban meselesi, sadece yedekte tutularak, gerektiği durumda gündemi değiştirmede kullanılacak bir araç da değildir. Türban meselesi, bir simgedir ve emperyalistlerce birinci derecede hizmet göstergesi olarak, siyasal iktidarın çok temel bir hedefidir. Üniversite girişlerinde ancak % 1’lik bir önemi haiz olan türban meselesinin, emperyalistler, işbirlikçileri ve onların siyasal vekili olarak siyasetçilerin gündeminde ilk sırayı işgal egtmesi, 1950’ler, hatta 1948’lerden itibaraen belirli hedefe doğru taşınmış olan imam-hatipleşme politikasının, yâni dincilik ideolojisinin üniversiteye sokulmasının, böylece toplumsal ideolojinin emperyalistler tarafından tümüyle kavranması ve hakimiyet altına alınması amacına dayanmaktadır. Türban ile üniversiteye sadece türbanlı kız öğrenciler değil, ondan çok daha önemli olarak, tarikat dokusu ve zihniyeti girecektir. Hal böyle olunca, mücadelenin ana gövdesinde,  halkın gözünden kaçırılan imam-hatipleşme konusu da ele alınmalıdır. Zira, üniversiter ortama tarikatların sızması türbanlı kız öğrencilerden çok, imam-hatip kökenli erkeklerle  gerçekleştirilmektedir. Günümüzün emperyalizmi koşullarında, sadece İslâm değil, tüm dinler alanında dincilik hakim kılınmaya çalışılmaktadır. Zira, ancak bu yolla yoksullaşan halk yığınlarının denetim altına alınması olası görülmektedir. Bu anlamda dincilik, gericilik olarak değil, tam tersine, kronolojik olarak ileri (halkların gelişmesi anlamında ilerici değil!) bir hareket olarak görülmelidir. Çünkü, dincilik bastonu kapitalizmin aşamaları ile eş-anlıdır; kapitalizmin olabildiğince suhuletle yayılabilmesi için bu bastona ihtiyacı vardır!

Tüm İslâm ülkeleri arasında, nüfusunun büyük bir bölümü Müslüman olan laik Türkiye’de türbanın üniversiteye girmesinin eemperyalistler açısından iki önemli amacı vardır. Bunlardan birincisi ve ülkenin Batıya olan yüzü açısından, tüm ortadoğu ülkeleri içinde Batıya en yakın ve en uyumlu olan Türkiye’nin emperyalizme karşı öncü olarak ayağa kalkmasının dincilikle baskılanması amacıdır. İkincisi ve ülkenin Doğuya olan yüzü ile, İslâm dünyasında “radikal” karşısında “ılımlı” ve sair İslâmî modeller oluşturarak, komünizmden sonra Batının korkusu olan İslâm dünyasını kargaşaya sürüklemektir. Bu nedenle, emperyalistlerce, Türkiye’nin laiklik yapısı sorgulanır hâle getirilmeli ve toplumsal bilinçten emperyalizme ve zulme karşı ayağa kalkma refeleksi silinmelidir. Bu ortamda “Çılgın Türkler” kitabının yayınlanması karşısında, Batının Atatürk’ten nefret etmesi de yorumlanmalıdır. 1917 ve 1923 tarihleri, kapitalistlerin nefret ettiği iki önemli olayın cereyan ettiği tarihtir. 1917’deki Komünist Devrim ile kapitalizmin önüne set çekilmiştir. 1923 ile de, işgale uğrayan bir ulusun zulme karşı ayaklanabileceği ve toplu tüfekli emperyalistleri topraklarından söküp atabileceği anlaşılmıştır. 1923 hareketiyle Türkiye’nin Batıya daha çok yaklaştığı ve aynı ekonomik modeli uygulamaya çalıştığı görülmekle beraber, ulusun zulme karşı ayaklanması Batılıları tedirgin etmiştir.

Günümüz emperyalizminin tüm dünyada uyguladığı emperyalist emelleri ve araçları, açıktır ki, ülkenin konumu ve özelliklerine göre Türkiye’de de çok ciddî olarak uygulanmaktadır. Yarım yüzyıla yakın süredir ülkemizde geliştirilmeye çalışılan modelin olgunlaşmasının, dünya kapitalizminin yaşadığı derin krize denk geldiği günümüz koşullarında, siyasal ve hukuksal alanda tanık olduğumuz olaylar ve “darbe” gibi günümüzün moda kavramları, anlam ve içerik olarak bir kez daha sorgulanmaya muhtaç görülmelidir! Özellikle IMF direktifleri ve denetimleri altında yürütülen politikalarla Türkiye emperyalist yörüngeye oturtularak dış dünyaya ve emperyalistlere şeffaflaştırılıyorken, içte halklara ve toplumsal çıkarlara karartılmaktadır. Bu nedenledir ki, içte büyük gerginlikler yaşanırken, tüm emperyalist çevreler ve onların içerideki işbirlikçileri varolan siyasal yapıyı, üstelik de demokrasi adına şiddetle  savunmaktan çekinmemekteler!

__________________

* Prof. Dr.

* * Bu yazı, Elektrik Mühendisleri Odası İzmir Şubesi’nde 7 Temmuz 2008 tarihinde yapılmış söyleşi metninden  alınmıştır. Söyleşi metni, daha kapsamlı olarak Oda mecmuasında yayınlanmak üzere ilgililere iletilmiştir. 


 

1594940cookie-checkBir yorum denemesi**

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.