Devlet yaratmada müzik…

Öyle ki, iyi bir devlet yaratmada doğru insanların ‘nasıl olacağı’ konusunu tartışmaya açan Sokrates’e arkadaşı Glokan “Eğitim müziğe dayanmalıdır” mesajını veriyor. 


“… Biçim çirkinliği ki, buna ritimsizlik, ahenksizlik diyoruz, insanın özünün ve sözünün  çirkinliği ile kardeştir. Gençlerimiz sağlam bir iklimin insanları gibi , çevrelerindeki her şeyden faydalansınlar, güzel ülkelerde  bir meltemin kanadında gelen sağlık gibi, sanat eserleri de onların gözlerine, onların kulaklarına mutlu etkiler sağlayan birer kaynak olsun. Gençlerimiz ta çocukluktan güzelliği sevmeye, güzele benzemeye, onunla bir olmaya, kaynaşmaya özensinler… 


Onun için, müzik eğitimi, eğitimlerin en iyisidir. Hiçbir şey insanın içine ritim ve düzen kadar işlemez. Müzik eğitimi gereği gibi yapıldı mı insanı yüceltir, özünü güzelleştirir. Kötü yapılınca da, bunun tersi olur. Gevşek ve bozuk düzen eserler, tabiattaki bozukluklar gibi, iyi yetişmiş insanın hemen gözüne batar, kızdırır onu. Kendini iyi bir insan olarak yetiştirmek isteyen, güzeli arar, güzeli över, ondan hoşlanır ve onunla beslenir. Daha düşünmeye başlamadığı çağda tiksinir çirkinden, düşünce çağına gelince de kendini yetiştiren müziğin düşüncesi ile akrabalığını sezen, onu sevinçle karşılar. Bunun içinde eğitim müziğe dayanmalıdır.”


( Eflatun’un Devlet adlı eserinden alıntı)



Gel de katılma.


Müzik eğitimi gören; içi dışı birbirine uyan düzenli kişileri sevecek. Çünkü müziğin insanı götüreceği yer, güzelliğin sevgisidir. Doğrusu müzik kulağı olmayan, hiçbir müzik aletini  çalmasını bilmeyen ben (ancak  bilinçli bir dinleyici olduğumu söyleyebilirim), müziğin çocuk gelişimindeki  önemini kızımın müzikteki ilgisiyle daha iyi kavradım. 


Kızım Deniz’in güzele olan tutkusuna şimdi daha doğru anlam veriyorum.


İlk sıralarda flüt ile başlayan  müzik merakına daha sonra  org   eklendi.


‘Şiir yazmaya başladı’ diye düşünürken o sözler notaya çevrilince, şaşkınlık aldı yerini… Hele ki yoğun ders gününden sonra, karnını bile doyurmadan beni seyirci koltuğuna oturtarak orgla verdiği  mini resital beyaz cama kilit vurduruyordu.


Böylece, pembe dizilerine olan ilgisi de ‘sona’ ermişti Deniz’in. 


Ardından öğretmenin  keman çalma önerisine karşın  gitarı tercih edip,  elimden tutup kursa beni taşıması… Üstelik beş parasız bir haldeyken.


Bırakın gitar kursuna göndermeyi, gitarın telini bile alacak durumda olamamak…


15 yaşındaki kızımın bu mücadelesinde paraya yenik gözüksem de kazanıyordum. Emanet gitar ile başladı kurs…


Borç hanesine yazıldı kurs parası…


Olsun.


‘Samanyolunu…’ çalıyor.


Velhasıl Deniz’in gitar kursuna başlamasıyla, müziğin kokusunu  solumaya başladık.  


Müzik okulundan içeri adımımızı atar atmaz,  her bir tarafta bir müzeyi andıran piyanodan gitara, orga,  mandoline kadar sıralanmış müzik aletleri içinde kaynaşan çocukların parıldayan gözleri beni bambaşka bir dünyaya taşımıştı.


Müzikle uğraşan çocuklar ritim ve ahenkle kardeş olup, kulaklarına mutlu etkiler yaratıyor. 


Sokaklarda otobüslerde, sinema salonlarında, okul sıralarındaki çocuklardan, gençlerden farklı sanki bu çocuklar. Çok sesli bir orkestrada tek ses gibiler. 


Abce’yi  öğrenen çocuklar  doremi olarak öğretilen  bu evrensel dilde; dostluk, saygı, hoşgörü, paylaşımı  yaşıyorlar.


Piyanodan gitara, kemana, flüte  kadar tüm bu aletleri  konuşturanlar,   ruhlarındaki güzellikleri bedenlerine yansıtıyorlar.


Burada ne birbirini iten çocuklar gençler, ne de kavga edenler vardı; ne de  bir ‘pazarım var’ deyip kurstan kırmak isteyenler.


Dilleri ortaktı…Özel okul devlet okulu,   müslüman, gayrimüslim hiç fark etmiyordu bu çocuklar için. Onlar; ritimlerini ve ahengi yakalamışlardı müzik kardeşliğinde. 


Peki hiç düşündünüz mü,  müziksiz bir yaşamı?


Güne müziksiz hiç başladınız mı?


Radyoların sustuğu bir gün.


Müziksiz bir sinema şov, tiyatro.


Hiç müzik olmadan yaşadınız mı birgün?


Bir deneyin.


Yaşamın içinde olup da fark edilmeyen  müzik yaşamın rengi, kokusu, duyusu,  soluğu.


Canınız sıkıldığınızda, ya da sevindiğinizde masaya vuruşunuzda bile bir ritim vardır oysa.


Ne acıdır ki günümüzde eğitim de fen dersleri pofpoflanırken, doğru insanın gelişiminde rol alan müzik ve diğer sosyal aktivite dersleri geçiştiriliyor. Müziğin dilinde büyüyen barış çocukları yerine; kargaşanın ve kavganın içinde, hatta savaş ekranlarının pazarında, alışverişinde büyüyüyor çocuklar!


Diyeceksiniz ki konservatuarlar var.  Kaç kişi o okullara çocuklarını yolluyor.


İlle de müzikle ilgili olmak için konservatuarda okumak da gerekmiyor. 


Ne yazık ki, evrensel  dilimiz  müzik kirlenmiştir.


Politikaya da alet olması ile  müzik, kirli dillerde kulaklara kirliliği sunuyor…


Silahlara bombalara yapılan yatırımlar   sanata  yapılsaydı, savaş sözcüğü barış sözcüğü ile eş tutulacaktı. Belki de yaşamla mücadeleyi nımsatacaktı. Yürekler sevgi ile büyüyecek aşklar, seviler, güzellikler uçuşacaktı tüm  evrene bir tohum gibi.


Ritimsizlik ve ahenksizlik  geziyor dünyanın tüm pencerelerinde…


Müziğin kirlenmesi ile savaşlar çıktı ortaya.


Irkçılık hortladı. Cemaatlar pencerelerden fırladı!


Oysa ki, müziğin sesinde bebeğin uykusundaki güzellik vardır.


Kararan ekranlarda bir radyodan çıkan ses, bir gramofon ya da plaktan dağılan evrensel dil sizi  bir deniz kasabasına yolculuklar yaptırmıyor mu?


Meksika’nın müziği sizi o yöreye taşımıyor mu?


Afrika’nın cazında hüznü ve dansı yaşamıyor musunuz?


Irak’tan yükselen ezgiler, Azerbeycan’ın türküleri….


Acılı müzik arabeskten söz etmek istemiyorum, parmaklarım zor basıyor tuşlara. Zira son yıllarda dayatılan arabesk politica ve müzik denilen gürültü ile ‘jilet kestiren’ ağlayan çocuklar, analar yaratıldı.


Oysa ki acının ve hüznün, yoksulluğun müziği olan cazda niye yaşamıyoruz o acıları, isyanları. Zira o ritimde güzellik var…


O ritimde hüznün ve sevginin barışın dansı var… 


Bakın Zülfü Livaneli’ye, Yunan-Türk barışını müzikle buluşturmadı mı?


Politikacıların yıllarca yapamadığını müzik yaptı


Zülfü Livaneli ve dostlarıyla Türk-Yunan Dostluk Derneği’ni kurdular.


Theodorakis sanatsal etkinliklerine hep siyasal mücadelesiyle eşlik etti. Albaylar Cuntası’na karşı verdiği mücadelede müzik vardı.


Ne acıdır ki  dünyanın ünlü faşisti Hitler, Alman müziğini ‘ırkçı’ kafalarla dünyayı dağıttı!


Çayırda alabildiğine rahat olan çobanın  kavalı değil mi koyunları bir arada tutan.


Müzik kirli ellerde olunca, güzel ve doğru insanlar da aranır oluyor, savaşlar da sürüyor.


Oysa ki müzik derin sevgiyle harmanlanınca, insan haklarını da ekiyor.


Müziğin insanı götüreceği güzellik “sevgidir”…


Bir gün hatta bir saat müziksiz kalın…


Anlarsınız!


 

689250cookie-checkDevlet yaratmada müzik…

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.