Devrim Bize Yakışırdı!

12 Eylül koşullarının oluşturduğu siyasi ve sosyal savrulmalar, liberalizmin törpülediği yaşamlar ve Özal’lı yıllarda başlayıp,  medyatik travmalarla beslenerek günümüzde doruğa ulaşan apolitikleşme…


68 kuşağının peşine takılıp; alıntılar yapan, pankart açan, boykot yapan, tütün – fındık mitinglerinde köylülerle ekmeğini bölüşen, asi,  yerinde duramayan,  ‘yarın devrim olacakmış’ gibi inançlı, belki de devrimcinin raconuna uymadığı gerekçesiyle,  sevdiğine ‘sevgilim’ diyemeyecek kadar  naif…


Öğrenci evleri, ucuz şaraplar, parka, postal, kot pantolon ve  uzun favorili devrimcilik  yılları…


78’liler’in çileli cezaevi yılları, tuhaf yargı süreçleri, devlet güvencesinde küfürleşmelerden alınan siyasi keyifler  ve  çıldırtıcı ranza altı muhabbetleri…


Zeki Kırdemir’le, nam-ı diğer ‘Gerilla Zeki’ Giresun- Bulancak’ta başlayan devrimcilik günlerinden, Kaş’ta devam eden mütevazi yaşamına ve geçtiğimiz yıl  ‘Ozan yayıncılık’ tan çıkan, 78’li devrimci arkadaşlarının unutulan öykülerini anlattığı ‘Devrim Bize Yakışırdı’ adlı kitabı üzerine konuştuk .


– Zeki abi, öncelikle kitabın hayırlı olsun.


-Sağolasın dostum. Hepimize, bütün arkadaşlarımıza  hayırlı olsun.
  
  Polis bir baba ile beş vakit namaz kılan mütedeyyin bir annenin ‘tekne kazıntısı’ son çocuğu. ilkokul yıllarında, okulun mehter takımında zil çalıp, tuğ taşıyan, Karaman’da evinizin karşısındaki camiden gelen seslerin peşine düşüp, kur-an ezberleyen, minareye çıkıp ‘sela’  okuyan,  baba Rize’ye tayin olunca ‘imam-hatip’ okuluna gitmek isteyen, ağabeyiniz Şükrü’nün  ‘camide mi vakit geçireceksin?’ sözü üzerine bundan vazgeçen, lise –yüksek okul yıllarında, sporcu, tiyatrocu, örgütçü, gençlik önderi, solcu, devrimci, Gerilla Zeki..



– Bu kadar renkli, bu kadar değişik yaşama  biçimleri ile örülü ve son birkaç yıldır da Kaş’ta devam eden mütevazi  bir hayat. Geriye dönüp baktığında ne görüyorsun Zeki abi?


– Tabii şimdi bu günlerden bakınca,  bu kadar birbiriyle çelişik gibi görünen bütün bu saydıklarının, aslında ülke koşullarının, bize öğretilen değer yargılarının, geleneklerin ve çağdaşlığa doğru zaman zaman gözü kapalı ilerleyen bir ülkenin gerçekleri olduğunu söylemek,  sanırım yanlış olmaz.  Hepimiz sevdalıydık. Hepimizin hayatında iyi gitmeyen bir şeyler vardı.Tefeciler,tüccarlar, Amerikan yardımları , süt tozu – balık yağı yılları…
Gençtik, ateşliydik ve hayatımız her gün alt üst oluyordu. Yeni kelimeler, yeni kavramlar,  yeni tartışmaların içinde buluyorduk kendimizi.  Kafamızda o güne kadar ezberlediğimiz her şey alt üst oluyordu. Çok tuhaf, hatta çok komik bile sayılabilecek bir yığın olay yaşadık. Ama yaşadıklarımdan zerre pişmanlık duymadım. Bu gün geriye dönüp baktığımda, dolu dulu, heyecanlı, coşkulu ama bir o kadar da hüzünlü bir yaşam görüyorum.
Tıpkı  hayatın kendisi gibi.


– Yaşamının büyük bir bölümü cezaevinde geçmiş bir ‘siyasi’ olarak, devletle ilk karşılaşman nasıl  oldu Zeki abi?


– Belki garip gelecek ama  ilk nezarethane deneyimini, enseme ilk şaplağı babam aracılığı ile tanıdım. Malum, polis  çocuğuyuz. Babam, idealist, devletinin üzerine titreyen, tam bir Cumhuriyet polisi. Orta okul yılları…  Bir sayım günü  sokağa çıkma yasağı var. Babam evden çıkarken sıkı sıkı tembih ediyor ‘ sakın sokağa çıkmayın, çoluk çocuk demezler  karakola götürürler. Benim yüzümü kara çıkarmayın…’   Sayım  işlemleri bitince  çocuğuz, sokağa çıkacağız. Arkadaşlarla çift kale  maç  yapıyoruz… Bekçi bizi yakalayıp  büyük bir iş başarmış gibi  doğru karakola götürüyor. ‘Ben polis Halil’in çocuğuyum’  diyorum. Anlatamıyorum. Neyse, karakolda babamı karşımda buldum. Orada herkesin içinde, ‘ben size sokağa çıkmayın demedim mi?   Akşama kadar kadar kodeste kalacaksın, eve beraber gideceğiz !’ Böylece, nezarethaneyi ilk kez babamın sayesinde tanımış oldum. Akşam eve giderken de herkesin önünde, biraz da bana ve diğer çocuklara ibret olsun diye yediğim ilk polis şamarını… Cumhuriyet şamarı yani…


– Kitabın içeriği ile ilgili fazla sorulacak bir şey yok. Zaten sen uzun uzun yaşadıklarını ve senin kuşağının yaşadığı ortak hikayeyi anlatmışsın.  Fakat bu konuda sormadan geçemeyeceğim bir  durum var;  kitabın yazım ve yayımlanma süreci, en az yaşanılanlar kadar sancılı oldu galiba?


– Valla doğru söylüyorsun. Uzun süren bir hazırlık aşaması oldu. Aslında benim öyle kitap yazmak gibi bir iddiam yoktu önceleri. Fakat, bir çok şeyi birlikte paylaştığımız  sevgili dostum Sezai Sarıoğlu beni bu yazma sürecine yüreklendirdi ve ortaya bu kitap çıktı.


– Okurlar, Zeki Kırdemir adı ile ilk defa Sezai Sarıoğlu’nun ‘Nar taneleri’ adlı kitabında karşılaştılar sanırım ?


– Benim Bulancak’ta başlayıp ve çeşitli il ve  ilçelerde  devam eden gazetecilik serüvenimi saymazsak, bir bakıma öyle de denilebilir.


– Son aylarda, anı türünde, özellikle ‘siyasi yakın tarih’ le ilgili kitaplar basılıyor arka arkaya. Fakat  bazı anı kitaplarında siyasi geçmişin tahlili, yaşanılan sürtüşmeler ve bir  gereksinim gibi ortaya çıkan itirafların yanında , bolca cinsellik sosu, cinsellik çağrışımları görüyoruz. Nedir bu Zeki abi? Bir olmazsa olmaz mı?


– Yani bunu ben de düşünüyorum. Bu yalnızca siyasi kamplaşmalar içinde yer almış isimlerin anılarında değil, toplumun diğer kesimlerinden, sanatçı, tiyatrocu, ressam ne bileyim her kesimden insanın  anılarında karşımıza çıkıyor. Galiba geçmişimizle yüzleşirken, yaşayamadıklarımızın fantazilerini yeniden üretiyoruz toplum olarak. Örneğin, hepimizin gözünde duayen olan, saygın bir kişiliğe tekabül eden koca koca   adamlara bakıyoruz, ilk gençlik yıllarında yaptığı mastürbasyonları anlatıyor. Neden buna gerek duyuluyor, onu da anlamıyorum. Hoş bu kötü bir şey de değil ayrıca ama senin başka yönlerin var  bunları aktar insanlara. Senin lise çağlarında kiminle ne yaptığın, ilk cinsel deneyiminden bize ne?


– Senin  kitabının da sancılı bir yayımlanma sürecinden geçtiğini biliyorum. Görüştüğün yayınevlerinden, kitaba bu yönde bir öneri  yada böyle cinsellik  çağrışımları olan bölümler eklenmesi gibi bir tavırla karşılaştın mı?


Bu çok can yakıcı bir durum aslında. Ben neden kitabıma böyle bir şey koyma gereksinimi duyayım ki? Böyle bir tavır çok açıkça dillendirilmese de, içten içe böyle bir şeye yöneliş olduğunu gördüm, yaşadım. Ve bu  çok mide bulandırıcı bir durum. Benim kitapta  gerçek hikayelerini anlattığım arkadaşlarımın, bir çoğunun mezarı bile yapılmamış, ailesi, çocukları zor durumda olanlar var. Bütün bunlar bir yana, onurlu bir devrimci geçmişin, böyle şeylerle gölgelenmeye, karikatürize edilmeye çalışılması ağırıma gidiyor.


– Kitaba yazdığın sunuş yazısında, “ben bu kitabı unutulmamak ve unutturmamak için yazdım” diyorsun. Bu gün genç arkadaşlarımızın bir çoğu, 12 Eylül’ü Ankara’nın  düşman işgalinden kurtuluş günü, Kenan Evren’i de ‘nü’ resimler yapan emekli ressam olarak tanıyorlar. Bu konuda ne diyeceksin?


– Dünyada üzerinde cuntacı iktidarların bir çoğu  yargılandı. Yargısız infazlar yapanların bir çoğundan hesap soruldu. Fakat  bizim  ülkemizde bu süreçlerin yaşanma olasılığı bile zayıf görünüyor. Bu konuda sadece birkaç sivil örgütün cılız sesinden başka ses duyulmuyor. Evet, bir kuşak yargılandı,  hakları ellerinden alındı, yaşamları karartıldı ve unutuldu. Üstelik  büyük bir toplumsal  paranoya eşliğinde. Benim kitapta anlattığım bölümlerden birinde bu yargılanma-tanıklık süreçleri trajik hatta tirajikomik  bir biçimde anlatılıyor.


– Zeki abi, son olarak eklemek istediğin bir şey var mı?


– Valla ne diyeyim. Benim ve kuşağımın yaşadıklarını yazarken tekrar tekrar  o sancılı yıllara gidip geldik işte. Bazı olaylar vardı ki, yazmak şöyle dursun, düşünmek bile insanın içini kemiriyordu. Yaşadıklarımızdan birkaç damla, dam altında biriken damlalardan birkaç damlayı hatırlamak, hatırlatmaktı amacım. Elbette, yaşadıklarımız  yazmakla, anlatmakla  bitmez. Bu toprakların, bu ülkenin asıl bu günlerde hiç olmadığı kadar kendisiyle yüzleşmeye ihtiyacı var. Bizim hikayemiz de bu yüzleşmeden nasibini alacakların başında geliyor.


Bir de şu var, benim için çok önemli bu. Bu kitabın  bana ait olan telif ücretini  o yıllarda ve sonraki yıllarda ölen devrimci arkadaşlarımın ailelerine, çocuklarının eğitimine ve eğer yapılmamışsa onlara bir mezar yaptırmak, yapılmışsa, mezarlarının bakımına harcamak için ayıracağım.


– Teşekkürler  Zeki abi.


DİĞER AYAKÜSTÜ SOHBETLER:


– G-8 protestosundan gözlemler…


-Başkaların hayalleri…


– Hurafeler gölgesinde Gelibolu…


Çokuluslu tekellere karşı ‘Adil Ticaret’


– Kuzey çikolata, Güney ekmek derdinde


– Fokları, katliamdan kurtaralım!


– Nükleer denemelerin faturası: Doğal felaketler


-Türkiye’de de nükleer silah istemiyoruz!


– Faşizm neden Almanya’da kök saldı?


– Demirel davasında tekelci medya da suçludur


 


                  

729630cookie-checkDevrim Bize Yakışırdı!

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.