Ekonominin dayattığı politika

Sanırım, son görüşmemizde şöyle bir bağlantı ile vedalaşmıştık: “Türkiye’de siyasetin önü, bu nedenle, tıkanmıştır. Siyasetin önünü tıkama hainliği, Batılı sömürgeciler ve burjuvazi ile işbirliği içinde bilinçli olarak yapılmıştır. Alternatif siyasî partilerin bu tıkanıklığı aşmasının ve açmasının araçları sadece sosyal boyutta olmayıp, ondan da önemli olarak, ekonomik boyuttadır. Gelecek sefere, söz konusu ekonomik boyuta değinmek dileği ile,,,” bu kez, ekonomik boyutu biraz daha derinden tartışmaya çalışacağım.

Önce dünya ekonomisinin özelliklerine kısaca bir göz atalım. Sovyetler ve Kızıl Çin artık oyun sahnesinde olmadığından-ya da ters yönde rol almış olduklarından-kapitalizm, tüm kısıtlarından kopmuş olarak dünyaya saldırmaktadır. Üstelik de, kapitalizmin yaşadığı derin krizin etkisiyle, bu saldırıda sosyal devlet adına insanlığın tüm kazanımları ortadan kaldırılmaktadır. Bu cehennemde Türkiye’de, çevresel konumlu kalkınmakta olan bir ekonomi olarak, çaresiz bir vaziyette merkeze entegre olma-ya da oldurma-durumu ile karşı karşıya bulunmaktadır. Çevrenin sorununa çare ise, üretici sermayeye yeni piyasa ve üretim merkezleri, spekülâtif sermayeye ise yüksek faiz alanları açılımıdır. Ancak, açıktır ki, merkez sermayenin söz konusu politikalarının çevresel ekonomiler üzerindeki etkisi söz konusu yöreleri yoksullaştırıcı ve çökertici olacaktır. Hal böyle olunca, bir yandan çevresel konumlu ekonomilerin güçlü dış denetim altında tutulması, diğer yandan da uygulanan sömürü politikalarının bir şekilde yöre halklarına itirazsız kabul ettirilmesi kaçınılmaz olmaktadır.

Merkez kapitalizmin hedefini ve hedefe yönelik politikalarını ana hatlarıyla böylece ortaya koyduktan sonra, Türkiye’ye dönüp, AKP’nin konumunu ve icraatını ele aldığımızda, söz konusu politikalar bağlamında bundan daha elverişli bir siyasal örgütün olamayacağı kanaatine ulaşabiliriz. Batılıların neden AKP’nin peşinde olduğunu anlamak için, hangi alanda ve konuda Batılı sömürücülerle içerideki işbirlikçi burjuvazinin çıkar birliği yaptığını, uygulanan ekonomi politikaları doğrultusunda görebiliriz.

IMF dayatmalı AKP politikalarını ana hatları ile şöylece özetlemek olasıdır. Siyasetin iki önemli amacı, enflâsyonun baskılanması ve borçların sürdürülmesinde sıkıntıya düşmemektir. Bunun dışında, örneğin işsizlikle mücadele ya da ekonominin verimlilik düzeyinin yükseltilmesi veya kamu hizmetlerinin iyileştirilmesi vb gibi amaçlar söz konusu değildir. Dikkat edilirse, enflâsyon için “önlenmesi” yerine “baskılanması”, borçlar için de “ortadan kaldırılması” yerine “sürdürülmesi” sözcüklerini kullandım. Bunun nedeni, iç ve dış sömürücülerin amacının ve bu amacın politik ortama yansıyan hedeflerin böyle şekillenmesidir. Enflâsyonun baskılanması, gerçekten önlenmesinden daha kolay gerçekleştirilebilir olduğundan, borçların sürdürülmesi ise spekülâtif parazitlere piyasayı açık tutabileceğinden, söz konusu politikalar daha gerçekçi politikalara tercihlidir. Kaldı ki, bu iki alanda sürdürülen politikalar birbirini destekler nitelikte olduğundan politikaları halkın gözünde olumlu göstermede de önemli görülmektedir.

Önce enflâsyondan başlayalım. Enflâsyon kamu kesimi açığından öte, bazı ekonomik ünitelerin verimsiz çalışmasından ve topluma verdiğinden daha fazlasını toplumdan çekmesi sonucunda oluşan bir sonuçtur. Hal böyle olunca, kamu kesimini baskılamanın yanında, söz konusu üniteler yığınını yoğun yatırım ve önlemlerle verimli kılmak yerine döviz politikası ile bu kesimleri  devreden çıkararak, dış üreticilere yönelme politikası uygulamaya sokuldu. Bu politika, bilindiği üzere, baskılı kur politikasıdır. Baskılı kur politikası, verimsiz bazı alanları-çoğunlukla KOBİ alanı-çökertirken, dış kaynaklı ucuz girdi sağlama olanağına kavuşan büyük üreticileri kârlı kılmaktadır. Böylece baskılı kur, bir yandan büyük üreticilere kârlı olduğundan, diğer yandan da ithal edilmiş son kullanım ürünlerinin fiyatını baskıladığından, enflâsyonun denetlendiği görüntüsü vermektedir. Bu da uygulanan siyasetin önünü açtığı gibi, aynı anda alternatif politikaların önünü tıkamaktadır.
 Baskılı kur politikası iç üretim potansiyelini dış dünyaya taşırken, merkez kapitalizme piyasa olanağı sağlanmış ve potansiyel iç katma değer dış dünyaya taşınmış olmaktadır. Böylece, Türkiye, hem son kullanım ürünlerinde hem de hammadde ve yarı-mamul ürünlerde dış dünyanın piyasa alanını genişletmiş olmaktadır. Tabiatıyla, bu operasyon kısa süreli göz boyayıcı parıltılar yanında hem ülkenin dış borçluluğunu artırmakta hem de üretim kapasitesini sınırlamaktadır.

Baskılı kur politikasının tetikleyicisi yüksek faiz politikasıdır. Yüksek faiz ekonomiye döviz akışını hızlandırmakta ve aldatıcı bir bolluk görüntüsü oluşturmaktadır. Yüksek faiz ise, hem iç hem de dış spekülâtörlere anormal kazanç sağlamaktadır. Ekonomiye gerçek katkı yapmadan bazı kesimlerin yüksek faiz alıyor olması, gelir dağılımını bozmakta ve haksız kazanca yol açmaktadır.

Yüksek faiz ve baskılı kur politikasının ekonomiye çok yönlü zararı söz konusudur. Bir defa, yüksek faiz hem kamu kesimi hem de özel kesim kanalları ile topluma yük yıkmaktadır. Yüksek faiz politikası ile borçlarımızı sürdürebildiğimiz görüntüsü oluşmakta, ama bunun maliyetini gelecek nesillere aktarmış olmaktayız. Yüksek faiz, üretim üniteleri üzerinde de olumsuz etki yapmakta ve yatırımların maliyetini yükselterek, ekonomin gelişme kanalını daraltmaktadır. Yüksek faiz bütçeye yük yıkarak, kamu personeli özlük haklarının baskılanmasına ve kamu hizmetlerinin çökertilmesine neden olmaktadır. Yüksek faizin sağladığı baskılı kur da, yukarıda da belirtildiği gibi, ekonomide üretim alanlarını baskılamakta ve çökertmektedir.

Bu politikaların çökerttiği halk kesimlerinin baskılı tutulabilmesinin en önemli yolu ise, cemaatçi ve/veya tarikatçı toplumsal yapılara yönelmektir. Bunun için de halk kesimlerinin dinsel duyguları ile oynayabilecek siyasetçilere gereksinim vardır. Bu işi, laikliği açıkça savunan ya da başka nedenlerle halkın kendisinden olarak algılamada bazı güçlükler olan partiler yapamaz. AKP’nin bu bağlamdaki konumu, sömürücü kapitalizmin Türkiye üzerindeki politikalarına denk düşmektedir.

İç denetim ve halkların yatıştırılması açılarından AKP’nin rolü, dıştan sağlanan IMF desteği ve baskısı ile de pekiştirilmektedir. IMF politikaları dış sömürücüler ve burjuvazi lehine toplum üzerinde baskı oluştururken, AKP de cemaatçi ve tarikatçı yaklaşımları ile halkı denetlemekte ve bağışıklık sistemini çökerterek, söz konusu politikalara karşı barışık duruma getirmektedir.

Halkı sömüren, ekonomiyi çökerten bu politikalar değiştirilebilir mi? Tabii ki değiştirilebilir. Ama önce halka doğruların anlatılması, burjuvazinin ve onun arkasındaki dünya kapitalizminin direncinin kırılması ve uzun vâdeli bir program uygulaması ile alternatif uygulama olasıdır. Peki, böyle politikalar uygulanabilir mi? Teknik ve soyut olarak, tabii ki uygulanabilir. Ama…iş kısa dönemli ve politik açılımlı görüldüğünde çok zor. Bir defa, kurun normal düzeye çekilebilmesi için faizler indirilmeye başlayınca, siyaseti tehdit edercesine para ekonomiden çıkmaya başlar ve döviz normal düzeyinin üzerinde yükselir. Bunu önlemek için, derhal faizler yükseltilir. Böylece, geriye dönülmüş, önemli de bir maliyet ödenmiş olur. Kaldı ki, faiz indirimine ani tepki gelmese dahî, ekonominin çöken kesimlerinin yüksek verimlilikle devreye girmesi zaman alacağından, bu süre içinde dış dünyadan sağlanan girdi ve son kullanım ürünlerinin fiyatları yükselecektir. Bunun sonucunda, büyük üreticiler zarar edecek, spekülâtörler yüksek faizden mahrum kalmış olacaklardır. Kaynakları kurumaya yüz tutmuş olan bu kesimler ve bunlarla bağlantılı dış sömürücüler siyasetin üzerine baskı yapmaya başlar.

Durum böyle bir manzara sergilemektedir. Onun için, artık sosyal demokratlar AKP’ye girmede ya da bazı sağcılar, hatta tarikat ileri gelenleri kendilerine sosyal demokrat sıfatını yapıştırmış partilere girmede beis görmemektedir. Bu durum, tabiatıyla dış sömürücülerin ve işbirlikçi burjuvazinin hasretle aradığı bir ortamı sağlamaktadır. Halkın kaynaştığı böyle bir durum “demokrasi” ya da “istikrarlı siyaset” olarak nitelenmez mi! İşsizlik yüksekmiş, carî açık tehlikeli boyutlara dayanmış, ekonominin ana arterleri yabancıların eline geçmiş, ne gam! Öyle anlaşılıyor ki, gerçek sol gerileyince, bireylerin siyasal namusu da farklı şekilleniyor!

___________

* Prof. Dr. İÜ’de öğretim üyesi

 

1594710cookie-checkEkonominin dayattığı politika

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.