EVRAK İĞNELEME

Sufi metafiziğinin etkisi Balkanlar’dan Orta Asya’ya kadar uzanır. Nefsini yoklukla bileyene, sadelikle yetinene sufi diyoruz. Tasavvuf, insan olma seviyesine erişme gayretidir. Vahdet-i Vücud yani Varlığın Birliği’ni en iyi özetleyen şiirlerden biri şüphesiz Vahdetname’dir.

Alevi-Bektaşiliğin yedi büyük şairinden kabul edilen tasavvuf üstadı Edip Harabi’nin (1853-1917) Vahdetname’si 112 mısradır. Dört mısrayı kopyalıyorum.

“bu sözleri sanma her insan anlar / kuşdilidir bunu Süleyman anlar / bu sırr-ı müphem-i arifan anlar / çünkü cahillerden pinhan eyledik.”

AT VE PARKUR

Hız, her zaman bir yere gitmek demek değildir. Hızlı koşan at da, hızlı koşturan jokey de hızla bir yere gitmez, hipodromda tur atarlar. Yarış sonrası bir kamyonet gelir ve yarış atını sahibinin ahırına götürür. Kahır biter. Yarış atı bir başına, kendi ahırına gidebileceği yolu bulamaz.

Maraton harici kısa mesafe koşan atletler de stadyuma hapsolmuşlardır. Parkurdan ayrılamazlar. Türkiye de kısır döngü parkurundan çıkamamış, yol alamamış, paramız pul, ahalimiz kul olmuştur.

Bir yere gitmek için koşmamız değil, durmamız gerekir. Durup düşünmemiz, yön ve yol belirlememiz gerekir.

“MEHMETÇİK”

Şehitlerin adları birbirine benzer. Tesadüf değildir.

Muhammed Evcin, Müslüm Özdemir, Emrullah Gülmez geçen ay Suriye’de şehit düşen “sözleşmeli er”lerimizdendiler. Ramazan Çimen, Şaban Yılmaz, İbrahim Keklik, Hüseyin Kaya da iki hafta önce Erzincan’da toprak altında kalanlarımızdan.

Kedi yavruladığında diğer yavrularını koruma güdüsüyle sıska doğanı yemek ister. Ağzından zor alır, zorla büyütürüz.

Askeri eğitimde de aynı kurala riayet edilir. Muharebede huduttaki dikenli telleri aşmak için varsa metal makası kullanılır. Yoksa üzerine battaniye, çuval, kilim, gibi kalınca örtüler atar basar geçersiniz, derler. Örtü de bulamadınız bulduğunuz irice bir hayvanı tel örgüye yatırırsınız. Hayvan da bulamadınız en cılız, “işe yaramaz” eri dikenli tellerin üzerine yatırır, üzerine basar aşarsınız diye yazar “NATO’dan çeviri” askeri müfredat. (1985, Gaziemir Acemi Birliği’nden hafızada kalanlar)

Türkülerin itirazı vardır ama duyanı azdır.

“Kara çadır is mi tutar / Martin tüfek pas mı tutar / Ağlayalım anam bacım / Elin kızı yas mı tutar

Yemen yolu çukurdandır / Karavanam bakırdandır / Zenginimiz bedel verir / Askerimiz fakirdendir.”

Zenginlerin harbine rahiplerle imamlar eşlik eder, fakirlere mezarların altını üstünü süslemek düşer.

Doğru adresler

Çukurova Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. İsmail Güneş, bedelli askerliğin ilk olarak 1846’da, Padişah 2. Mahmut döneminde, ‘Bedel-i Şahsi’ adıyla ‘kendi yerine başkasını askere gönderme’ şeklinde uygulanmaya başladığını söyler: Beyaz köleler bedel olarak verilebilirken, siyahi köleler bedel olarak kabul edilmez, 1870 yılından itibaren ise bedelli askerliğin ‘Bedel-i Nakdi’ adıyla para karşılığı da yapılmaya başlar, sonraki yıllarda bedelli uygulamasından yararlanacaklara 50 Osmanlı altını verme zorunluluğu getirilir ve 1911’de ise belirlenen rakam yüksek bulununca, bedel 30 Osmanlı altınına kadar düşürüldü. der.” (NTV Haber – 6 Aralık 2011)

1911 aynı zamanda 1538 başlayıp 373 yıl süren Osmanlı-Yemen çatışmalarının sona erdiği tarihtir. Bedelini askerliğini bedelli yapamamış “Mehmetçik” ödemiştir.

“Tarlalarda biter kamış / Uzar gider vermez yemiş / Çöl Yemen’de can verenler / Biri Mehmet, biri Memiş”

Sözlüklerde Mehmet ismini kökeni için aşağıdaki bilgiler zikredilir.

Mehmet, İslam peygamberi Muhammed‘in adından türemiş Arapça kökenli bir erkek adıdır. İsim önce Mehemmed olmuş, sonra Mehmed, ondan sonra ise Mehmet olarak okunmaya başlanmıştır. Türkiye’de en çok kullanılan erkek adıdır. Yerde ve gökte övülen demektir”.

“Mehmetçik”in “çik” takısı masumiyet, garibanlık ifadesidir. Garibanlar  “şehit” olmaya pek müsaittirler. Cenazeleri gecekondu harabelerine, depremzede çadırlarına pek yakışır. Mehmetçiğin ille de Mehmet olması gerekmez. Ali, Veli, Hasan, Hüseyin, Kemal, Haydar, Ramazan, Murtaza, Mustafa, Müslüm ve Muhammed de olabilir.

Millet olarak zımmi mutabakatla varlıklı kent bebelerine şehit düşüp peygamberle cennette komşuluk hakkı tanımamanın utancı içindeyizdir. Bir yerde örfi adaletsizlik de denebilir.

ASKERLİKTEN YIRTMAK

CHP Ankara Milletvekili Ali Haydar Hakverdi’nin Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın katıldığı bir asker cenaze töreninde sarf ettiği “Ne mutlu onun ailesine, ne mutlu onun tüm yakınlarına” sözlerine itirazı vardır.

Ve sorar; ”Erkek çocuğuna sahip Cumhurbaşkanlarından (BAŞKOMUTAN) kaçının çocuğu askerlik yapmamıştır?” (17 Ağustos  2015, ANKA Haber)

Birçok milletvekili ve bakanın oğullarını askere göndermediğini hatırlatarak sıralar;

“-TBMM kurulduğu günden itibaren kaç milletvekilinin çocuğu askerlik yapmamıştır?

-TBMM kurulduğu günden beri askerlik görevini yaparken hayatını kaybeden bürokrat, milletvekili veya bakan çocuğu olmuş mudur?

Gazeteler Sayın Cumhurbaşkanının oğullarından Bilal’in bedelle, Burak’ın çürük raporuyla askerlikten yırttığını yazarlar (Evrensel, 8 Ekim 2017). “Askerlikten yırtmak” aslında “Her Türk Asker Yanar” kadar makbul teamül olarak kütükte yazılıdır. Teskeresiz mecburiyet, cumhuriyetin de geleneğine dönüştürülmüştür.

Erdal İnönü ve asker arkadaşları

Büyüklerimiz anlatır: İkinci cumhurbaşkanımız İsmet Paşa’nın oğlu Erdal İnönü askerliğini yaparken çadır ipine yaslanır. Rütbeli bir subay geçerken görür, “ulan eşekoğlueşek babanın çadırına mı yaslanıyorsun” diye sorar. Erdal İnönü kendini toparlar. Etraftakiler subaya fısıldarlar, “ne yaptın? O cumhurbaşkanının oğlu!”. Olay İsmet Paşa’nın kulağına gider. Paşa oğlunu kayırmaz: “O da herkes gibi askerliğini yapmalı” der.

1950’den bu yana memleketi NATO’ya itaat eden sığ sağ iktidarlar yönetiyor. 12 Eylül 1980 darbesini ABD başkanı Jimmy Carter’a “bizim çocuklar başardı” diye haber vermişlerdi.

İtaat ruha öyle işler ki çabayla değil cabadan kar etmek isteyenler itaatkar olurlar. 1980 darbecilerinden, eski genelkurmay başkanı ve eski Kilis milletvekili Doğan Güreş “takşak paşa” lakabıyla toprağa gitti.

Başbakan Tansu Çiller “tak” diye emrettiğinde “şak” diye yerine getiren “takşak” paşalar, NATO’nun emir eri gibi her söylenene itaat eden darbeci Kenan Evren’ler bu kara günlerimizin mimarlarıdırlar.

ARZUHAL

Bunlar daha bir şey mi? Son 20 yılda başa gelenler saymakla bitmez.

Resmî 53 bin ama hakikatte 150 binden fazla can kaybının olduğu dillendirilen depremde ilk 48 saat orduyu kışlada hapis tutarak binlerce insanımızın dondurucu soğukta göz göre göre enkaz altında ölüme terkedilmesi.

Öğrenci yurtlarında minicik yavrucukların cayır cayır yanması. Tarikat yuvalarında bacak kadar çocuklara taciz, tecavüz haberleri.

Suriye iç savaşını alevlendirme. Sınırlarımızın sinir bozucu raddeye gelen güvensizliği, toplumu alt üst edecek öngörüsüz mülteci daveti.

Maneviyat adıyla maddiyata sarılıp, yağmalamalar. Orman yangınlarında aciziyet.

Adaletsizlik, fakirlik. Kötürüm olmuş eğitim. Sanatın, edebiyatın yoksunluğuna, yokluğuna sebebiyet verme. Duygusuzluk ve şuursuzluk.

Ve daha neler neler!

Hüküm verecek ehliyete malik olabilirsen hükümet olabilirsin, hükmedebilirsin. Yoksa hükmederler. Madenlerimizden toprağımıza en değerli varlıklarımızın denizaşırı şirketlerin elinde olmasının sebebi budur.

Liderin ne dediği değil, nelerle edindiği ve nelerle ödediği önemlidir. İflas er geç ortaya çıkar.

“Her insan herkes karşısında her şeyden sorumludur” demiş ya Dostoyevski, vaziyetten vazife çıkardım. Memleketi tek başıma kurtarabileceğimi zannediyordum.

Denedim. Baktım olmuyor. Şaka değil, çok uğraştım, hakikaten olmuyor. Gittim CHP’ye üye oldum.

Bulgaristan sınırında vahşice katledilen şair, öykücü yazar Sabahattin Ali’nin türküleşmiş sözleri geldi aklıma. İbrahim Tatlıses de söylemişti. “yedi yıldır uğramadım yurduma, dert ortağı aramadım kendime.”

Sabahattin Ali

Doğrudur Sabahhatin Ali’nin yazdıkları. İlk 7 yıl öyle hissedilir. Sonraki 17 yılda tersi doğrudur. Dert ortağı ararız. Partilere üye olur, sayısız yöre dernekleri kurar, dertleşiriz.  Gurbette 27 yıl olunca haksızlığa karşı dertleşme yetmez, sertleşir suç ortağı ararız.

Suç, uç emsallerin adliyeye naklidir. Her uc, suç sayılamayacağı gibi bazı suçlar uçta değil ortada müşterektir.

CHP’ye üye olunca aidatımı ödedim. Rozet verdiler. Takdım ceketimin yakasına. Hiçbir mazim, zahmetim olmaksızın bir rozetle haybeden CHPli oldum mu?

KARŞIYAKA’NIN KARŞISI

Ceketin yakası misali hayatta da iki yaka vardır. Birine Karşıyaka, diğerine karşı yakanın karşısı deriz. Ankara’daki Karşıyaka Mezarlığı’nın adı bulunduğu semtten gelmez. Karşıyaka, ahirete karşın dillendirilir. Öbür Dünya ile Obur Dünya karşıtlığının kucaklaşmasıdır.

Karşıyakalılar aralarında rütbe, cübbe, kıdem, makam, hiyerarşi kabul etmezler. Komünisttirler. Öteki dinlerde olduğu gibi kostümle, kürkle, hırkayla değil, sade bir kefenle aramıza girebilirsiniz, derler.

Kabe de komünistler içindir. İhram adı verilen beyaz, dikişsiz dokuma örtünerek tavaf edilir. Eşitlik çeşitliliğe engel değildir. Cenazede yan yana saf tutulur. Yanlılığa, yanlışlığa, yanılmışlığa dermandır.

Dermana ilaçla kavuşulur. İlaç acıdır. Acı yapıcıdır. Hemşirenin kolumuza batırdığı iğne yaralamak için değil, “iyi”leşmemiz içindir.

Yazar, çizer, çığıran çalgıcı taifesinin işi iki yakayı bir araya getirme çabasıdır. Evrakları birbirine “iğneleme” yani kara mizah bundandır. Çünkü her kara gecenin bir sabahı vardır.

Markopaşa

Az önce iki mısrasını alıntıladığım Sabahattin Ali, büyük yazar Aziz NesinMustafa Mim Uykusuz ve Hababam Sınıfı’nın da yazarı Rıfat Ilgaz ile birlikte 1946 yılında basın tarihimizin en yüksek tirajlı yayınlarından Markopaşa  adlı kara mizah dergisini çıkarırlar. En tepesinde “Toplanmadığı zamanlar çıkar” yazan derginin birinci yıl, yedinci sayısının manşeti şöyledir:

“Tere lelli yele lel la / işte bugünkü muhalefet”.

________________________

* Müzisyen de olan yazarımızın diğer çalışmalarına https://sedatsarici.com/ adresinden ulaşabilirsiniz.

2760100cookie-checkEVRAK İĞNELEME

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.