‘Hepten pusulasız olmadığımız kanaatindeyim…’

ÖDP eski Başkanı ve İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde akademisyen Ufuk Uras ile Açık Gazete yazarı ve aynı üniversite Uluslararası İktisat ve Gelişme Anabilimdalı akademisyeni Çiğdem Şahin sohbet etti.


– Sevgili Ufuk, bugün seninle aynı zamanda kitabının da adını taşıyan “Alternatif Siyaset Arayışları” konusunda sohbet edeceğiz ama son kitabının da adını taşıyan bu konuya geçmeden önce, bize biraz Ufuk Uras’ın siyasi kimliği hakkında bilgi verir misin? Ufuk Uras Siyasete nasıl atıldı, kendisi buna hazırlıklı mıydı yoksa birileri onu siyasete itti mi? Biliyorsun benim gönlümde hep seni akademisyen olarak en başarılı yerlerde görmek vardı; hayatın her alanında siyaset olmasına ve böyle bir ayrımın yapılmasının da pek doğru olmadığının bilincinde olarak söylüyorum bunu. Belki de siyasetçi denirken kastedilen karakterin özellikle ülkemizde çağrıştırdığı referanslar benim hoşuma gitmediği için bu böyle, yoksa tabii ki siyaset olmalı ve herkes katkısı olabilecek alanlarda siyasetin içinde olmalı…


– Senin de bildiğin gibi, “ siyasete atılmak” denildiğinde, sen bir tarafta, atılacağın alan diğer tarafta oluyor ve bu ifade siyaseti dünya ve diğer insanlarla kurduğun ilişkinin doğal bir parçası olarak görenleri ifade edemeyebiliyor. Siyasal kimliğimizi sosyalleşme süreci içinde kazanıyoruz; bu da bizi ortaokul sıralarına kadar götürüyor.


Çeşitli toplumsal muhalefet örgütleri içinde yer alırken, aynı zamanda geniş anlamda bir siyasi tercihte de bulunmuş oluyorsun. Bunun bir “itekleme” ilişkisi olduğunu düşünmüyorum. Özel bir hazırlık yapma ihtiyacı da duymadım.


Bu arada ben, akademik hayatta başarının siyasetten uzakta durmaktan geçtiği kanısında değilim. Gerek siyasette gerek akademik hayatta çok değer verdiğimiz bazı insanların varlığı zaten bunu kanıtlıyor. Örneğin, Althusser’in,  Mandel’i anımsatmak yeterli olabilir.


Hayatın değişik veçhelerini birbirinden ayrı kompartımanlar olarak düşünürseniz,  pozitivizmin hayatı algılama yetersizlikleriyle başbaşa kalıyorsunuz.
Dernek, sendika yöneticiliğinden, partili bir siyasete yönelimim, Türkiye’deki toplumsal muhalefetin bir siyasi koordinasyona ve örgütlenmeye gereksinimi ile örtüştü ve bu buluşma ÖDP süreci ile taçlandı.
 
– Kitabında, geleneksel siyasetin can çekişmesinin alternatif siyaset arayışlarına yol açtığını ifade ediyorsun ve bir anlamda bu yeni arayışların referansını“21. Yüzyılın Siyasetnamesi” olarak adlandırıyorsun. Hastalığa teşhis konulmuş, reçete hazırlanmış gibi bir çağrışım uyandırdı bu bende. Oysa bildiğim kadarıyla tanıdığım Ufuk Uras  reçete diliyle siyaset yapılmasına karşıdır…


– Genellikle siyasette otoriter yaklaşımlar kendilerinden farklı yorumları adeta bir ”hastalık” olarak tanımladıklarından, geleneksel siyaseti bir hastalık olarak değerlendirilmesini uygun görmem. Bu açıdan senin de belirttiğin gibi, reçete dili ile siyaset yapılmasını eleştirmek gerektiğini düşünürüm. Toplumsal sorunlara reçete çıkarmanın haddim olmadığını düşünüyorum. Siyasete uzmanlara bırakılmayacak kadar hayati önemi olan ve herkese ait olması gereken bir alan olarak bakabiliriz. O yüzden egemen siyasetin, siyaseti halkı yönetmek sanatı olarak gördüğü bir yaklaşım ortamında, siyaseti toplumsallaştırmak hedefi günü birlik faaliyetlerimizin vazgeçilmez bir parçası olmak durumundadır.


Geleneksel siyaseti kabaca temsili siyaset olarak değerlendirirsek, doğrudan demokrasinin ekonomi, siyaset, sosyal hayat gibi bir dizi düzeyde hayatiyet kazanmasını, varolan insani yabancılaşmaların aşılması açısından ilk adım olarak değerlendirebiliriz. 
  
– Her siyasetin kendi toplumunun talep ve ihtiyaçlarından  yola çıkarak  referanslarını oluşturduğunu düşünürsek, bugünün dünyasında bu talep ve ihtiyaçlara karşılık gelecek nasıl bir alternatif siyaset üretilmeli veya üretilmekte?


– Siyasal ihtiyaçların da  küreselleştiği kabulünden yola çıkarsak, alternatif siyasetin ölçeğinin  de küresel ölçekte tasarlanması gereği ortadadır. Küreselleşme karşıtı hareketin karakteri ve yönelimi de bu saptamayı doğrulamaktadır. Bugün küresel adalet hareketi ile savaş karşıtı barış hareketi bu anlamda örtüşmüş bulunmaktadır.
 
– Günümüz post-modern toplumunda, herkesin kendi gerçeğini aradığı ve bunu yaşamak için haklı olarak  bireysel hak ve özgürlüklere her zamankinden çok vurgu yaptığı bir gerçek. Bana daha önceleri kesilip biçilmiş ve giydirilmek üzere dikilmiş hazır giysilerin içine artık insanlık sığamıyor gibi geliyor, ne dersin? Buna kısaca modern toplumun  kalıptan çıkma giysileri günümüz toplumuna dar geliyor diyebilir miyiz?
 
– Konfeksiyon üretim her şeye rağmen varlığını sürdürüyor. Kitlesel üretimin bir parçası olarak da sürdürecek gibi gözüküyor. Tabii eşanlı olarak da, hala terzileri tercih eden bir tüketici grubu da var.


Modernleşme sürecini senin sorunda da olduğu gibi, kıyafet metaforuyla tanımlamak istersek, sorun sadece standart ölçü ve kitlesel üretim kriterleriyle sınırlı değil. Örneğin, yine kılık kıyafette, giyim tarzı değişikliği ile de modernizmi tasnif etmek mümkün. Nitekim modernleşmenin şekli şartlarla at başı ilerlediği ülkemiz gerçekliğinde, takım elbise formunun kırsal kesimi de içine alarak yaygınlaşması ilginç bir durum.


Konuşulanları siyasete tercüme ettiğimizde, alternatif siyasetin kalıp kırıcılıkla malul olduğunu görmek lazım. Tek başına kıyafet değişikliği üzerinden toplumsal dönüşümleri gerçekleştirmenin güçlüğünü yakın tarihimiz bize gösterdi. Modernizm/ post- modernizm karşıtlığı yerine, başka bir modernizm ya da karşı bir modenizm arayışları ufkumuzu açabilir.
 
– “Ne Okuyorsak oluyoruz, yazılan söz kalıyor, kalan söz, toplumun ihtiyacını karşılarsa yaşıyor” diyorsun kitabında. Bu doğru bir söylem olmakla birlikte şöyle bir sorun var gibi görünüyor, bu tabi benim bakışım; daha önce herkes için doğru olan birtakım  kalıcı değerlerdi siyasetin referansları ve bu değerleri yeniden üretirdi siyaset. Oysa günümüz dünyasında tam bir değer karmaşası yaşanıyor, yani az önce de belirttiğim gibi herkese uyan tek bir elbise yok artık. Felsefede de bilirsin ‘doğru’ ve ‘yanlış’ vardır ama ‘kime göre doğru kime göre yanlış’ diye sorduğunda işin içinden çıkamazsın. Oysa kalıcı değerler olmadan bir siyaset oluşturmak ya da bu siyasetin referanslarını somutlaştırmak mümkün olabilir mi? Dünyadaki bu arayışlar nasıl sürüyor. Sen de siyasetin içinden biri olarak bu konuda  ÖDP’nin referanslarının somutlaştığını, senin deyiminle “21. Yüzyılın Siyastnamesi”ne halihazırda sahip olduğunu  söyleyebilir misin?
 
– İşin içinden çıkılamadığı kanaatinde değilim. Dediğin gibi,  “doğru/yanlış olgu” olmaz. Olgulara ilişkin tasarımlarımızın mantığına ilişkin bir “doğru/yanlış” ayrımı yapabiliriz.


Hepten pusulasız olmadığımız kanaatindeyim. Yüzyıllardır süren toplumsal mücadeleler tarihinden devraldığımız kalıcı değerlerimiz ve politikalarımız olduğunu düşünüyorum. Nitekim bugün diyelim neo-liberal hegemonyaya karşı, bu politikaların mağdurlarını örgütleme çabalarımızda, bu değerlere dayanıyoruz ve eşitlik, dayanışma ve özgürleşme gibi değer ve politikaların yaygınlaşması gibi kaygıları olanlarla ortak paydalarımızı genişletmeye çalışıyoruz. Tabii ki bunun için de arazide olmak gerekiyor.


Geçenlerde Kadıköy Meydanı’nda “ Küresel ısınmaya karşı” aynı anda dünyanın 40 bölgesinde eylem yaptığımızda da dayandığımız değerlerin kendinden bir şüphem yoktu.


Bizim bugünkü sorunumuz milyonların günlük faaliyetlerinde önceliklerini değiştirme, kaygılarını farklılaştırma meselesine dayanıyor. Diğer yandan da siyasette kendisiyle yetinenler ile kendisini yenileyenler, solda da sağda da hızla ayrışıyorlar. Değerlerinizi günlük ihtiyaçlar doğrultusunda güncelleyebildiğinizde bu sınavdan başarıyla çıkıyorsunuz. Yoksa Hammurabi kanunlarından beri aslında değişen bir şey yok diye de bakabilirsiniz. İçinde bulunduğumuz geçiş sürecinde, mücadele içinde fikri tahkimatımızı da geliştiriyoruz. Belki de esas sorun, her sorunun yanıtını içerecek bir nihai teori arayışının bizatihi kendisinde olabilir.


– Evet can alıcı noktaya geldik sonunda, kitabında şöyle bir ifade geçiyor ki bu ifadeye aklım takıldı: “Hayallerimiz gerçekliği zenginleştirip değiştiriyor, bizi fikri ve ideolojik tutsaklıklardan kurtarıyor”, Senin bir de “İdeolojilerin Sonu mu” diye bir kitabın var. Peki burada “tutsaklıktan kurtulmak”la kastettiğin ideolojileri tamamen reddetmek mi yoksa ideolojilerin ideolojik karakterinin farkında olarak  siyaset yapmak mı?


– Tabii ki kastedilen ideolojilerin ideolojik karakterinin farkında olmak. İdeolojiler tekrar ilişkisi olduğundan, örneğin marksizm gibi bir politik teorinin Bernstein’in yaptığı gibi ideolojikleştirilmesini de karşı, neo liberal ideolojinin efsununa  da karşı duran bir politik duruş ve mücadeledir murat edilen.
    
– Yine kitabının bir yerinde kalıcılıktan bahsederken “best seller” ve “long seller” deyimlerini kullanmışsın ve önemli olanın “long seller” yani kalıcı olan, uzun dönem yaşayan olduğunu belirtmişsin. Her şeyin çabucak değiştiği ve kişiden kişiye farklılık taşıdığı bir dünyada bu bir çelişki midir?
 
– İyi ki hayatta bu türden çelişkiler var. Şu fani dünyada yaptığınız işlerin kalıcı olmasını istemek de çelişik bir şey yok. Ama geçici olanla kalıcı olanının çelişkisinden ve mücadelesinden emekten, barıştan, doğadan ve kamu yararından yana olanların başarıyla çıkması ve bu değerlerin kalıcılaşması da bizim varolma nedenimiz ve umudumuz oluyor.


 – Son olarak, Ufuk Uras’ın bir “Ütopyası” var mı? Ütopyalar aslında ‘ulaşılmaz olan ama yaklaşılmak istenendir’ diye düşünürsek Ufuk Uras bu ütopyasına ne kadar yakın…


– Ufuk Uras’ın bir ütopyası yok, olmadığı gibi ütopyaları da sıkıcı buluyor Ufuk Uras.  Voltaire’in Candide’ini hatırla. Dünyayı dolaşır durur, sonunda İstanbul’da “bahçemizi yetiştirelim “ cümlesindeki hikmeti bulup geçirdiği zamana  hayıflanır.  Aradıklarımız aslında varolanın içindedir. 
 
– Yıllara dayanan arkadaşlığımıza güvenerek  şunu söyleyerek bu sobeti bitirmek istiyorum; bu söyleşi tam da seni tanıdığım gibi, kendisini mütevazi gösterirken bile fikri tahkimatının keyfini çıkaran bir Ufuk Uras söyleşisi oldu,  ne diyebilirim ki… Teşekkür Ederim.


DİĞER AYAKÜSTÜ SOHBETLER:


– ‘Siyasi güç, her zaman kendi hukukunu yaratır’


– ABD işdünyasında çöküş


– ‘ABD Anayasası Patara’dan’


– Çocuklar öldürülmesin!


‘- ‘Bir Gün Mutlaka’


– ‘Derin devlet sorunları çözmek istemiyor’


– Kaş’taki gözyaşı


– ‘Son 15 yılda bilinçte sıçradık’


– Piref. H. Ökkeş ile ‘dörtköşe’ sohbet…


– Sorgun Ormanı’nı kurtaralım


– Devrim Bize Yakışırdı!


– G-8 protestosundan gözlemler…


-Başkaların hayalleri…


– Hurafeler gölgesinde Gelibolu…


Çokuluslu tekellere karşı ‘Adil Ticaret’


– Kuzey çikolata, Güney ekmek derdinde


– Fokları, katliamdan kurtaralım!


– Nükleer denemelerin faturası: Doğal felaketler


-Türkiye’de de nükleer silah istemiyoruz!


 – Çocuk işçiler


– İsrail dünyanın 6’ncı büyük nükleer silahına sahip!


– Faşizm neden Almanya’da kök saldı?


– Demirel davasında tekelci medya da suçludur


   

729870cookie-check‘Hepten pusulasız olmadığımız kanaatindeyim…’

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.