Kurtulduk, kurtulduk!

Bir ülke düşünün, adını verdikleri “Kurtuluş Savaşı”nda ölen asker sayısı, bitten, pireden ve açlıktan ölen insanların sayısından kat be kat altında olsun…

Evet, kurtuluş savaşı verildi ama bitten, pireden ve açlıktan! Onun dışında kurtuluş savaşı yok, sadece iktidar değişimi var, başkent değişimi var, siyasette eskiden alt tabakada olan subayların lider konumuna gelmesi var… Hepsinin dışından iktidar eliti açısından bakarsak eğer, onlar adına evet bir “kurtuluş”tan söz edilebilinir…

İstanbul’a çöreklenmiş bir aile ve onun kurumlarından kurtulmaktan bir kurtuluş olarak tanımlanabilinir.  Osmanlı imparatorluğu sömürge devlettir ve son yıllarında yıkıntı bir devlet konumuna gelmiş, ekonomisi, siyasi kararları dışarıdan alınan icazetlere dayalı olmaya başlamıştı. Sürekli kaybeden, sürekli çürüyen bir devlet, yıkılmaya mahkumdu ama yıkılmamak için çarelerde arıyordu.  Osmanlı ailesi sömürge devletin yıkıntısı üzerine oturmaya devam ediyordu ve o aile toplum için bir anlamda kene görevi görmeye başlamıştı, anlı şanlı günler çok geride kalmıştı, ekonomi çarkı dönmüyordu, bitler ve pirlere gün doğmuştu ama sorunların çözümüne dair umut veren politikalar üretemiyordu. Bütün bunları düşündüğümüzde o ailenin siyasetin ve fiziki olarak ülke sınırları ötesine çıkarılması ile kurtuluş gerçekleş denilebilinir… Evet, kurtuluş birilerin için gerçekleşti ama sürekli tekrarlanan bir anti emperyalist savaş yoktur, ne yazık ki sonradan uydurulan resmi tarih ile yaratılan illüzyonda sanki anti emperyalist savaş verilmiş gibi bir tarih oluşturuldu…

O illüzyonun oluşturmuş olduğu tarih eğitiminden geçen genç devrimcilerde yaratılan yeni gerçekliğe inandı ve gerçek bir anti emperyalist mücadele yaptılar.

Yarı sömürge devletlerde anti emperyalist mücadele emperyalist devletler için tehlike olduğunda, o ülke içinde konumlandırdıkları / yerleştirdikleri, eğittikleri kontrgerilla örgütlenmesi ile o lider gençlerin hepsi -bugünün deyimi ile – “etkisiz” hale getirildi…

Bugünden resmi tarihin satırlarına baktığımızda hemen kafamızda oluşması gereken bir resim mevcut olması gereklidir, çünkü anti emperyalist mücadele yaptığını söyleyen kurucu kadrolar, Nazi liderinin sempatizanı olmaz, onun gibi bıyık bırakmazdı…

Dünyada faşizm rüzgarı eserken, ülkemizde de kurucu liderlerin her birinin farklı zaman ve ortamlarda Berlin’den direktif aldığı unutulmasın…

Anti emperyalist bilinç ülkemizde olmuş olsaydı, NATO üyesi olmak için Kore dağlarına her şeyden habersiz gençlerimizin son nefesini bırakacağı bir çıkarmada / savaşta yer almamış olurduk…

Anti emperyalist mücadele bilinç işidir, “vatanımızı emperyalist kuşattı, saldırdı hadi kurtulalım” diye silaha davranılmaz, zaten de davranmadılar… Emperyalist devletler ile masa başında karşı karşıya geldiler, en büyük kazançları kuzeyde bir Sovyet rejiminin kurulması… Dünya iki kutuplu bir düzen almıştı, işçi devleti ve sermaye devleti yani kapitalist devlet. İki kutbun geçiş yapacağı ortada kalan alanda devletçiklere ihtiyaç vardı, çünkü sınırlar keskin bir çizgi ile çizilmesi birinci dünya savaşının henüz bitmemiş hesaplarına uygun düşmüyordu. Sovyetler sınırı ile kapitalist devletler arasında geçişken / tampon devletler kurulması kaçınılmazdı. Tarih bizi öyle bir ortamda yakaladı. Ülkemizi tampon ülke olarak arada kurulmuş bir devletçik kavramından söz edilebilinir. Ülkemiz yönünü hem sömüren hem de sömürülen devlet konumundan çıkıp emperyalist devlet olmak için kapitalistleşme yönüne çevirmiş ve “batı medeniyeti” hedefli devlet…

Ülkemiz sömürge devletten sanayileşerek / kapitalistleşerek emperyalist devlet hayali ile kuruldu.

Eski sömürgelerden miras olarak kalan bir iki toprak parçası kalmıştı, onları da 27 Mayıs darbesinin ürünü olan anayasa ile ilhak ettik, “Türkiye devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür.” Kurucu halklar kavramını ortadan kaldırıp, kurucu bizi ve biz Türk milleti adına devlet olduğumuzu resmen ilan ettik. Fiili durum yasallaştırılmıştır.

Kısaca 61 anayasası ile öngörülen kapitalistleşme süreci tamamlanmıştır ama eksiktir denmektedir… O eksiği hepimiz biliyoruz, çünkü sorun bugün de devam etmektedir…

Bu eksikliği gören 68 gençliği “yarım kalmış işi ileriye taşıyalım, sosyalist devletimizi kuralım” diye düşündüler ve gerçekleştirmek için örgütlendiler ama yolun henüz çok başındayken kontrgerilla yöntemler ile “etkisiz “hale getirildiler…

Sonuçta sosyalizm, kapitalistleşmenin ileri aşamasıydı… Fakat o gençlerin bilmediği bir şey vardı, yer altında örgütlenmiş NATO Gladio’su ve darbeyi yurtsever görünümlü NATO sever, emir komuta zinciri içinde olanların gerçekleştirdiği ama öyle bir kılıf geçirilmiş ki o darbenin üzerine cesaret edip kaldıran olmamıştı. Çünkü bir şeylerin eksik olduğunu rahatsız subaylarda farkındaydı. Yurtsever olduğunu ilan edenlerin darbe girişimleri darbeden sonrada devam etmiş ve sonuç iki yurtsever genç subayın idamı ile sonuçlanmış, darbeye teşebbüs edenin bir subayın da kısa süre sonra faili belli olmayan bir şekilde ölü vermesi…

Darbe için ayak bir kere sürüldü mü, arkası gelecekti, yurtseverlerin yapamadığını Amerikan emperyalizmini seven, onlardan emir almaktan onur duyanlarda ilerleyen yıllarda darbe yaptılar, yeter ki ülke NATO ekseni, yeni sömürge biçimli sisteminden dışarıya çıkmasın… 12 Eylül darbesi ile klasikleşmiş devlet yapısının yani kapitalistleşme için kendi öz kaynağını kullanan devlet anlayışından küresel firmaların ihtiyacını karşılayan bir devlete doğru evirilmesi sürecini (liberalizm) yaşadık ve yaşamaya da devam ediyoruz…

Ulus devleti yıkıldı, fakat yerine yeni devlet hala konmadığı için yaşadığımız devleti hala adlandırmada zorluk çekiyoruz. Var olan devlet mekanizmamız klasik bir devlet görünümü içinde krizden krize girip girip çıkıyoruz ya da çıkmaya çalışırken başka krizin içinde kendimizi buluyoruz…

Ülkemiz 100 yıl önce rotasını belirlenmiş ve bu süreçte “devlet bekası” için çok cinayet işlendi, kendi sermayesini oluşturup kalkındıralım derken geniş bir kesimi mülksüz ve işsiz yaptı. Geçmişten gelen kuruluş aşamasında var olan tüm kültürel değerleri ulus devleti anlayışı içinde Türk olmayan kültürleri asimilasyon ederek homojenleştirirken, Türk kültürünü de içinde ki var olan renkleri bile yok ettiler…

Yeni bir ülke, yeni ideoloji ve rejim için atılan ilk adım (kuruluş süreci) tam anlaşılmadan yarına uzanamayız, çünkü ilk adımı yanlış değerlendirirseniz, yarım kalmış bir işi tamamlamak için örgütlenirsiniz ama devleti iyi analiz edemediğiniz için o tamamlama işi çıkmaz bir sokakta kanlı bir şekilde sonlanır…

Bu topraklar iyisi ile kötüsü ile bir kapitalistleşme süreci yaşadı ve yeni/ yarı sömürge ülke konumundan ne yazık ki çıkamadı. Yaratılan buraya özgü önce tampon daha sonra demir perde önünde Suudi petrollerini korumak adına emperyalist devletler adına “duvar” görevi verilen ülkenin iç politikası bir çok genci, aydını öğütmüş, muhalif kanattaki  “bir gider bin geliriz” inancı ne yazık ki 12 Eylül sonrası gerçekleşmemiş…

İsmail Cem Özkan

Not: anayasalarımız bu linkten okunabilir.

https://www.anayasa.gov.tr/tr/mevzuat/onceki-anayasalar/1924-anayasasi/?fbclid=IwAR1pYJpzw7t_VBzMZqySN33AD0RXR28BHODJ5NwbPCv08q9Mmty37oRjiNg

___________________

http://galatagazete.blogspot.com.tr/

2621570cookie-checkKurtulduk, kurtulduk!

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.