İNGİLTERE’DEN… Peçeli tartışmalar

Son haftalarda İngiltere politik gündemine ve kamuoyunu meşgul eden tartışmalara bakan bir kişi, İngiltere’deki tüm sorunların kaynağının, Müslüman azınlık ve özellikle de peçeli kadınlar olduğu kanısına kapılabilir.

5 Ekim’de İngiltere eski Dışişleri Bakanı Jack Straw’un,  ofisini ziyarete gelen kadınlardan peçelerini çıkarmasını istemesi ve Müslüman kadınların peçe takmasının “bir ayrılık ve farklılık sembolü” olarak nitelendirmesi üzerine başlayan tartışmalar haftalardır heyelana kapılmış kar tanesi gibi büyüyor. Bu tartışmaya Başbakan Tony Blair de, Straw’u destekleyerek katıldı. (17 Ekim)

İnsana özgü yüz hareketlerinin iletişimdeki rolünü tartışmak gereksiz. Bu bağlamda, gözleri dışında yüzü tamamen kapalı bir kimseyle yapılan bir diyaloğun, vücut hareketleri izlenebilen biriyle yapılan diyaloğa göre daha zayıf olacağı da tartışmasızdır. Özellikle öğretmen, doktor, avukat, hakim gibi bazı mesleklerde ve kimlik fotoğraflarında kişinin belirlenmesi gibi bazı pratik konularda peçenin sorun yaratacağı da bir gerçektir.

Ancak süregiden bu tartışma, iletişim kalitesinin ötesinde, toplumlar arası ilişki, İslam kültürü, bu kültürün kadın üzerindeki baskısı ve Müslüman toplumun Britanya kültürü içindeki uyumsuz varlığı noktalarında yoğunlaşıyor.

Bir taraftan Afganistan, Irak hatta Türkiye’de gözle görülür bir şekilde yükselen aşırı İslami hareketler ve bunların kadın üzerindeki baskısına karşı çıkarken, İngiltere’de tam tersine, kadının peçe giyme özgürlüğünü savunmak kendi içinde çelişkili bir durum değil midir? Peçe tartışmalarıyla birbirine karışan tek konu bu değildir aslında.

Bu tartışmaların başlamasıyla bir görüş, Kuran’da açıkça belirlenmiş bir ‘giysi kodu’ yoktur, peçe, baskıcı erkeğin kadın üzerindeki tahakkümüdür diyor. Diğer bir görüş, peçenin, dinsel inancın ve adanmışlığın bir sembolü olarak, kadının kendi iradesiyle taktığı yönündeyken, tam karşısında, peçenin, kadının kendi kaderini belirleme hakkının-özgürlüğünün olmadığının bir sembolü olduğu görüşü yer alıyor. Bu perspektiften bakıldığında, kadın bedeninin en yaygın pazarlama nesnesi olarak kullanıldığı bir topluma tepki olarak, bir kadının bedenini gözlerden saklamasının bir tür direniş olduğu görüşü savunulamaz mı?

Peçenin, modanın bir parçası olarak görülmesi gerektiği, nasıl ki mini eteğe kimse karşı çıkmıyorsa, peçeye de bu gözle bakılması gerektiğini ilan edenler, bu temelde de Straw’u “moda faşisti” ilan edenler bile var. Güzelleşmeye ve bedene obsesif tutkularla bağlı bir toplumda bu görüşün mantıklı bir perspektifi olmadığı ileri sürülebilir mi?

Tüm bu görüşlerin haklı noktaları olmasına rağmen, aslında peçe tartışmalarının ortak paydası, politik nedenler ve bunun sonucunda doğan ‘ihtiyaç’lardır. Herşeyden önce, türban ya da peçe tartışmasının İngiltere bağlamında yapıldığı gözönüne alınmalıdır. İngiltere’de yaşayan kadınların peçe takmalarının arkasındaki nedenler, Afganistan, İran ya da Türkiye ile karşılaştırıldığında faklılıklar gösterir. İlkönce, gerçekten kendi iradesiyle peçe takmayan ve peçeyi kaldırıp atmak isteyen kadınlar, ki bunların çoğu, anne-baba ve erkek kardeşlerinin baskısıyla takmak zorunda kalan göçmen ve mülteci ailelerinin çocuklarıdır. İkincisi ise, Britanya’da doğmuş, fakat yakın bir geçmişte kendi kararlarıyla türban, peçe takmaya başlamış genç kadınlardır. Bu kadınların çoğu, anneleri bile takmamasına rağmen, konformist (Toplumda geçerli olan fikir ve inançlara uyan, çiğnemeyen kimse) eğilimlere karşı, kimliğini ifade eden bir sembol ve her şeyden önemlisi de, politik bir direniş, protesto olarak peçeyi seçmektedir. Asıl hedefin bu grup olması nedeniyle Straw, konuşmasında peçeyi, bir baskı unsuru olarak değil, toplumda “farklılık ve ayrılık sembolü” olarak tanımlamıştı. Tam da bu nedenle, peçeli kadınların, hatta şalvar üzerine geleneksel uzun gömlek giyen ve sakal bırakan genç erkeklerin sayısı giderek artıyor. Çoğu zaman, toplumda aktif olarak çalışan, sosyalleşen, araba kullanan, ‘gym’e giden bu kişilerden çoğunun, gerçekte ‘din-i bütün’ kişiler bile olmadığını görüyoruz. Bunu, genellikle giyimlerine karşı getirilen eleştirilere, “Bu benim kararım”, “Peçe-türban benim kimliğimi gösteriyor.” gibi daha çok kültürel ve toplumsal açıklamalar getirmelerinden anlıyoruz.

Bu özelliğiyle peçe ve sakal, Afganistan’da, Irak’ta, Türkiye’de gericiliğin, yobazlığın bir sembolüyken, İngiltere’de hatta genelde Batı’da, ABD’ye, ‘terörizme karşı savaş’ politikasına karşı direnişin bir nişanı oluyor.

Bu boyutuyla peçe, İngiltere’de yaşanan kimlik sorununu da açığa çıkarmış oluyor. Üç, dört ay önce yaşanan ve “Hoodies” olarak bilnen, başlarını ve yüzlerini kukulete/kapşonla kapatıp, düşmek üzere duran pantolonlarının arkasında, açıkta görülen kıçlarıyla dolaşan gençlerin süpermarket, alışveriş merkezleri gibi kamu alanlarına girmesi yasaklandığı hatırlanır. Bu gençlerin büyük çoğunluğu, yoksul kesimden gelen, beyaz İngiliz ailelerin çocuklarıydı. O zaman toplumda yükselen suç oranı, anti-sosyal davranışlar, kapkaççılık gibi suçlar bu kesimin üzerine yıkılmış, bir süre de olsa toplumun günah keçisi olmuşlardı. Şimdi onların yerini peçeli kadınlar ve Müslüman gençler aldı.

Kimlik sorunu olan toplumlarda görülen ilk semptomlardandır, ‘öteki’ ile kendini tanımlamak ihtiyacı. Kendi adını koyamayan kişinin en kolay yöntemidir, karşıtıyla anılmak. Bilinmeyen, tanınmayana karşı duyulan korkudur bunun kaynağı. Kapşon, peçe, sakal aynı korkunun özneleridir. Diğer yandan, farklı olmanın aksesuarı olarak peçe ve kapşon, kullanan kişiye toplum içinde özel bir mekan da açar. Karşıdan gelen bir kukuleteli genç gördüğünüz zaman nasıl ki, cep telefonunuzu emin bir yere koyup, “mutlu bir tokat” yememek için geri çekilmeye hazır pozisyona ya da karşı kaldırıma geçerseniz, peçeli bir kadın, uzun sakallı bir adam da intihar saldırıların, terörizmin cisimleşmiş bir örneği haline gelmesi nedeniyle tepki duyulan kişilerdir.

Bu bağlamda peçe, dini bir tartışma ya da dine bir saldırıyla sınırlı değil, İngiltere’nin iç ve dış politikalarına bağlı bir gelişme, diğer bir deyişle de, bir ’11 Eylül sendromu’dur. Sorunu, kadının peçe giyme özgürlüğüne indirgemek, tartışmayı dini bir platforma taşımak olurdu. Bu da,  ‘medeniyetler çatışması’ formülüne göre çözüm aramayı getirir, ki bu da, İngiltere’nin, Orta Doğu’yu cehenneme çeviren, İslamı radikalleştiren politikaların hayata geçirilmesinde baş rolü oynayan ülkelerden biri olduğu gerçeğini ikinci plana atardı.

Aslında birdenbire ortaya çıkan bu tartışmaların nedeni de bu değil midir?

Yüzde 26’sı Müslüman olan Blackburn’dan 1979 yılından beri milletvekili olan Jack Straw’un bir sabah kalkıp, yüzünü göremediği kadınları anlamakta zorluk çektiğinin ayırdına varması  ve gerçekten Müslüman kadınları anlamak istediği için mi bu tartışmayı başlattı?

Straw’un bir lokal gazeteye yazdığı makalede dile getirdiği bu görüşler bir tesadüf, gaf ya da samimi bir tartışma açmak amacı taşımadığı, Yeni İşçi Partisi’nin iktidara geldiğinden beri  savunduğu çokkültürlü ve hoşgörülü toplum yaratma düşüncesinden, tam bir u-dönüşle son aylarda, ABD’deki müttefikleri neo-con’ların ‘islamofobik’ söylemine katılarak,  Müslüman Britanyalılara karşı, toplumsal ve kültürel saldırıya geçme politikasıyla paralellik gösteriyor.

Oysa İngiltere hükümeti, iki yıl kadar önce Fransa’da yapılan türban tartışmasında ya da geçen sene bu zamanlar Fransa varoşlarında başlayan ve haftalarca süren Müslüman gençlerin ayaklanması sırasında, İngiltere’deki çok kültürlü ve hoşgörülü toplumu örnek gösteriyordu.

Hükümet içindeki bu politik değişimin belki de ilk işaretlerinden biri, aşırı dinci görüşleriyle tanınan Katolik mezhep, Opus Dei üyesi Ruth Kelly’nin, eğitim bakanlığı görevinden ayrıldıktan sonra, bu yılın Mayıs ayında ‘Toplumlar Arası İlişkiler ve Lokal Yönetimler’ Bakanlığına atanmasıydı. Bu bakanlığın görevleri arasında, ırk, cinsiyet, yaş gibi konularda kamu birimlerinde ayrımcılığın olmaması, yani kamu hizmetlerinde eşitliği sağlamak da var.  Bu sorumlulukları çerçevesinde, gay düşmanı, kök hücre, embriyon araştırmalarına dini temelde karşı çıkan, doğum kontrolü, çocuk aldırma gibi konularda fanatik görüşleriyle bilinen Kelly’nin bu göreve atanması, bakanlar kurullarında zaman zaman yapılan  basit değişmelerle açıklanamaz herhalde.

İçişleri Bakanı John Reid 20 Eylül’de, Müslümanların yoğun yaşadığı bir mahallede yaptığı konuşmada, Müslüman ailelerden çocuklarını genç yaşlardan itibaren yakından izlemelerini ve radikal İslama bulaştığından şüphlendikleri takdirde onları yetkililere bildirmelerini istedi. Yani ebeveynlerden, çocuklarını göz hapsinde tutup, gerektiğinde polise ihbar etmelerini öneriyordu.

Yine de Müslümanlara karşı başlayan bu ‘resmi politika’ Straw’un sözlerinden sonra hız kazandı. Hükümetin üst kademelerdeki yetkililer, birbirleriyle yarışırcasına ve tüm yaratıcılıklarını kullanarak öne çıkardıkları farklılıklarla, paranoya ve ayrımcılığı körüklemeye başladı. Hemen her gün bir yetkili çıkıp Müslüman kültürünün, nasıl Britanya kültürüyle bağdaşmadığı temelinde örnekler bulup, yeni çözümler üretiyor. 15 Ekim’de yerel yönetimlerden sorumlu bakan Phil Woolas, peçe takarak okula gelen 23 yaşındaki öğretmen Ayşe Azmi’nin peçenin eğitime engel olduğu gerekçesiyle, çıkarmadığı takdirde Azmi’nin görevden alınması gerektiğini belirtti. (17 Ekim’de Azmi görevinden uzaklaştırıldı)

Bir gün sonra, Guardian gazetesinin ele geçirdiği bir belgeden, İngiltere Eğitim Bakanlığı’nın yıl sonuna kadar üniversitelere ve diğer yüksek öğretim kurumlarına gönderilmek üzere hazırladığı bir genelgede, üniversite hoca ve mensuplarından, İslami aşırıcılığa yatkın ya da terörist şiddeti desteklediğinden şüphelenilen “Asyalı görünüşlü” ve Müslüman öğrencileri ‘Özel Şube’ye bildirmeleri istendiğini öğrendik.

Hükümetin bu salvo saldırısına Muhafazakar Parti lideri David Cameron da, parti konferansında yaptığı konuşmada, “Müslüman gettolarını dağıtın” önerisiyle katıldı.

Bu arada basın da “görevini” yapıyor. Özellikle Daily Express, Sunday Telegraph, Sun .. günlük başlıkları her gün Müslümanları hedef alan, onların yarattığı yeni bir soruna daha işaret ediyor. Daily Express’in geçen hafta açtığı kampanyada, okuyucuların yüzde 98’i peçenin yasaklanmasını istiyordu. İsrail’in Lübnan’a yaptığı kanlı saldırı sırasında, İsrail’in Londra Konsolosluğu önünde görev yapmayı reddeden, Lübnan asıllı Müslüman bir polis memuru günlerce neredeyse, İsrail’in saldırısını gerekçelendiren bir örnek olarak sunuldu. Bu kampanya sokağada yansıdı. Windsor’da bir Müslümana ait süt fabrikası kundaklandı. Falkirk’de bir camiye yangın bombası atıldı. Bu resim içinde varılan noktada, halkın yüzde 53’ünün İslamı sorun olarak görmesi ve Müslümanların, bir zamanlar Yahudi ve siyahlara yönelik ırkçı saldırıların hedefi olması doğal tonal bir renk gibi görülüyor.

Oysa Müslümanlar, yoğun yaşadıkları bölgeler dışında İngiltere’de nüfusun ancak yüzde 3’ünü oluşturmaktadır. İngiltere dışında ise (İskoçya, Galler, İrlanda) bu rakam çok daha düşüktür. Ekonomik temelli rakamlar sözkonusu olduğunda ise, durum tamamen Müslümanların aleyhinedir. İngiltere genelinde işsizlik oranı yüzde 5 olmasına rağmen, 16-24 yaşları arasındaki Müslüman gençler arasında yüzde 20’dir. Araştırmalar, Müslüman kadınların da en marjinal grup olduğunu gösteriyor. Çalışma yaşında olan Müslüman kadınların yüzde 68’i ekonomik olarak atıl.

İngiltere içindeki bu duruma Irak’ta artık herkesin kabul ettiği iç savaş, Afganistan’da yitirilen kontrol, nükleere geçen Kore, Lübnan’dan çekilmesine rağmen bütün gücüyle Gazza ve Batı Şeria’yı bombalamayı sürdüren İsrail’i eklersek, İngiltere hükümetinin neden topun ağzını ülke içindeki Müslümanlara çevirdiğini anlamak zor değil. Bu bağlamda, yapılan tartışmaların aslında peçeyle ilgili olmadığı, tersine, gerçekten tartışılması gereken konuların üzerine peçe örtmek için ortaya atıldığı ortaya çıkıyor.

 

 

1631890cookie-checkİNGİLTERE’DEN… Peçeli tartışmalar

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.