O arıza sensin demek!

40 yıldan fazla aynı mahallede yaşıyordu İsmet dede… İşgalci değildi; kimsenin arazisine izinsiz inşaat yapmamıştı; evine dişiyle, tırnağıyla, hayatının bütün birikimini harcayarak sahip olmuştu… 40 yıl boyunca kiracı, ev sahibi bütün komşularıyla dayanışma içinde, iyi ve kötü günde bir olarak, yokluğu ve yoksulluğu birlikte tadarak, kıt kanaat ama her şeye rağmen mutlu yaşamıştı… Aynı avluya bakan evlerde neşeleri, kederleri birleşirdi bir zamanlar bu mahallede; kahkahaları çınlatırdı ahşap duvarları; ayrıları gayrıları yoktu, bütün mahalle birdi güzellikte de felakette de; ortak bir yüreği olan, ortak bir gözü olan paylaşımcı, dayanışmacı bir mahalleydi Ayvansaray Tokludede… Herkesin kapısı birbirine açıktı; herkesin yüreği birbirine dönüktü … Yaşamlarının ortak vicdanı, ortak sesi, ortak sözü, bütün anlamı Tokludede’li olmaktı…

Evler öylesine iç içeydi ki; sesler geçiveriyordu birbirlerinin duvarlarından; içlerinden bir aile acı çekse hep beraber üzülüyorlardı; birine müjdeli bir haber gelse hep beraber seviniyorlardı. Bugünkü acıklı, yaslı, hüzünlü görünümünün aksine neşeli, şen şakrak bir yerdi o zamanlar Tokludede… Her evin kapısı ortak bir avluda birleşirdi; Bu avlularda çaylar demlenir, yerlere serilip üzerine oturulan kilimlerde akşam sohbetleri edilir, dostluk, kardeşlik dayanışma tohumları her an yolların kesiştiği bu avlularda yeşerirdi. İyi komşuluklar vardı; herkes birbirinin halinden anlar, birbirinin derdini dinler, üzüntüsünü yüreğinde taşır sevincini içtenlikle paylaşırdı… Tüm yoksunluk ve yoksulluklarına rağmen kimseye şikayet etmez kavrulup giderlerdi kendi yağlarında…

Artık darmadağın, herkesin içinde bir acı bir öfke, adeta bir hayalet şehir Tokludede; ocaklar sönmüş; gülüşler donmuş; gidenler gitmişti… Geriye kalanların çoğu yaşlıydı, yorgundu, biçareydi… Boşalan evlere kilitli kapılara tütmeyen bacalara baktıkça eskiden avluyu neşeleriyle çınlatan komşularını hatırlıyor ve gözyaşlarını tutamıyordu İsmet dede…

Uzanan her ele her umuda muhtaçtılar şimdi geride kalanlar. Öylesine yalnız, öylesine terk edilmiş, öylesine çaresizdiler. En kötüsü her geçen gün belediyenin artan psikolojik tacizi karşısında hala direnme iradelerini koruyabilmiş olsalar da ruhsal olarak dayanma güçlerinin eşiğine gelmişlerdi; yaşama sevinçleri, hayatlarının tadı tuzu kalmamıştı. Onca kötü muamele, dışlanma, aldatılma; sırf evlerini ellerinden değerinden düşük almak için yapılan hokkabazlıklar, yalan, dolan; gitmeye razı gelmeyen ailelerin üzerinde artan baskılar, tehditler, bütün bu süreçte karşılaştıkları bu insanlık dışı muamele karşısında devlete ve adalete olan inançlarını da kaybetmişlerdi. Ve bunca yaşanan acı deneyimden sonra şunu anlamışlardı; eğer bir ülkede adalet ve hukuk işlemiyorsa çalacak tek bir kapı, başvurulabilecek tek bir kurum da kalmıyordu sade vatandaş için…

Müthiş bir öfke kabarıyordu İsmet dedenin yüreğinde; bir haksızlık, bir adaletsizlik duygusu kemiriyordu içini; bir devlet vatandaşına nasıl böyle bir zulmü layık görürdü; insanlar nasıl bir düşman değil de kendi devletleri eliyle bu şekilde yıllardır yaşadıkları mahallelerinden, alın terleriyle aldıkları tapulu evlerinden sürülür; gönül rızaları olmadığı halde mecbur bırakılarak, tüm düzenleri alt üst edilerek, gözyaşları içinde gitmeye zorlanırdı; Aklı almıyordu; yüreği kabul etmiyordu; Başbakan Tayyip Erdoğan böyle söylememişti televizyonda diyordu: ‘Hiç birinizi mağdur etmeyeceğiz, evlerinizi zorla almayacağız, isteyene kendi evini kendisinin yaptırmasına izin vereceğiz’ demişti Erdoğan diyordu, Oysa gerçekler bambaşkaydı; belediye aylarca İsmet dedeye psikolojik baskı uygulamıştı; ona kendi isteklerini kabul ettirene kadar her yolu denemişti. Bugün git yarın gel, olmadı bir hafta sonra gel, yaşlı adam mekik dokumuştu belediye ile evi arasında… Buna rağmen İsmet dedeyi ‘kendi evini kendisi yaptırma’ fikrinden bir türlü caydıramamıştı belediye…

İsmet dede ‘vermem evimi’ diyordu; ‘size yaptırırsam elimden alırsınız, beni buralardan gönderirsiniz, bu yüzden evimi her ne pahasına olursa olsun ben kendim yapacağım’ diyordu… Sonunda belediye allem edip kalem edip ‘tamam evini kendinin yapmasına izin vereceğiz’ demişti İsmet dedeye; amma diyordu… Evet amması vardı eğer İsmet dede evini kendisi yaptırırsa belediyenin henüz kendisine tam içeriğini söylemediği ağır koşulları vardı… Öyle ağır şartları olan bir taahhütname dayatıyordu ki belediye İsmet dedeye, içeriğini, maddelerin ne anlama geldiğini açıklamadan ‘her şeye rağmen kendin yaptırmak istiyorsan o zaman bizimle bu taahhütnameyi imzalamak zorundasın’ diyordu. İsmet dede okuma yazması olmadığı için Taahhütnameyi imzalamak istememişti; ‘önce bir birilerine okutayım, şartları anlayayım ondan sonra imzalarım’ demişti. Ama Belediye bunu kabul etmemiş, ‘o zaman sana taahhütnameyi verdiğimize dair bir protokol imzala yoksa taahhütnameyi sana veremeyiz’ diyerek ona zorla imza attırmıştı.

Özellikle görüşmeye çağırdıkları yaşlı insanlara böyle yapıyorlardı. Çünkü bu insanlar yasaları, neyin ne anlama geldiğini tam bilmiyorlardı. Herhangi bir basit belgeye zararsız bir imza atmış olsalar bile belediye ilerde bu imzalar önemliymiş, bu imza yüzünden başları derde girecekmiş gibi onları tehdit ediyor, aba altından sopa göstererek psikolojik baskı uyguluyorlardı. Kime ne kadarını yutturabilirlerse o kadar sürdürüyorlardı bu baskıyı ve dozunu ona göre ayarlıyorlardı… Ne yapsın İsmet dede; evini kendisinin yaptırabilme olasılığının doğması onu öyle bir sevince boğmuştu ki, içi rahat etmese de kendisine uzatılan protokolü, verilen şans elinden geri alınır korkusuyla okumadan, anlamadan imzalamıştı. Çünkü belediye süre tanımıyordu; ya şimdi protokolü imzalarsın ya da teklifimizden vazgeçeriz diyordu… Tam bir Çin işkencesiydi bu!.. Sonradan taahhütnameyi bir avukata okuttuğunda bahsedilen şartlar karşısında şok olacaktı İsmet amca… Kendi evini kendinin yapması için ileri sürülen o koşulları Tokludede’de hiç bir ailenin kolay kolay yerine getirmesi mümkün değildi; ve çoğu adaletsiz ve usulsüz koşullardı bunlar.

İsmet dede ‘bu şartları yerine getiremezsem ne olur’ diye sormuştu avukata… Yani ‘taahhütnameyi imzaladığı halde zamanında inşaatı bitiremezse, masrafları karşılayamadığı için inşaat yarım kalırsa o zaman ne olurdu’ onu merak ediyordu; Avukat ‘eğer istenen sürede belediyenin şartlarını yerine getirip zamanında evi bitiremezsen bu taahhütnameye göre belediye evine el koyabilir’ demişti… Bunu duyan İsmet dede bayılacak gibi olmuştu; aldatıldığını, kedinin fareyle oynaması gibi kendisi ile oynandığını anlamıştı… İsmet dede taahhütnameyi imzalamadığına şükrederek ayrılmıştı avukatın yanından. Bir süre sonra belediye tekrar çağırmıştı İsmet dedeyi. ‘Taahhütnameyi imzalaması gerektiği aksi taktirde başının derde gireceğini’ söylemişti. ‘Neden’ demişti İsmet dede, ‘bu şartları kabul edersem asıl başım derde girer, bunlar yerine getirilmesi mümkün olmayan şartlar, ben bu taahhütnameyi imzalamaktan vazgeçtim’ dediğinde belediye geçemezsin diye tehdit etmişti ismet dedeyi; bizde imzan var; o imza seni bağlıyor demişti… Zavallı İsmet dede yeterli hukuk bilgisi olmadığı, hangi belgenin ne kadar bağlayıcı olduğunu bilmediği için, kendisine imzalatılan protokolle taahhütnameyi de kabul etmiş olduğuna inandırılmış ve büyük bir şok içinde ama bütün ısrarlara rağmen taahhütnameyi imzalamadan belediyeden ayrılmıştı.

Eve geldiğinde yüreğine bir korku düşmüştü… ‘Ya gerçekten o imza yüzünden evini kaybederse; ya tehdit ettikleri gibi başı belaya girerse’; bu düşünceler içinde gece uyuyamamıştı; bir o yana bir bu yana dönmüş, kalkmış biraz dolanmış, tekrar yatağa uzanmış ama gözüne bir türlü uyku tutmamıştı. İçindeki sıkıntıyla baş edemez olmuştu artık. Büyük bir çaresizlik ve umutsuzluk duygusu sarmıştı bütün benliğini… Karşısındakiler vicdansızdılar; hak hukuk tanımıyorlardı; insan değillerdi bunlar, kimseye acımıyor kimsenin gözünün yaşına bakmıyorlardı. Hokkabazlıkla, yalanla, dolanla, insanların bilgisizliğini, cahilliğini, hatta yaşlılığını kullanmak pahasına istediklerini elde ediyorlardı. Bu ruh hali içinde düşünceler kafasında uçuştu durdu; köşeye sıkışmış, çaresiz aciz hissediyordu kendisini… Bu yaşta bunca yıldan sonra evini, sevdiği, alıştığı bu yerleri, komşularını kaybederse ne yapardı; nerelere gider nerde yaşardı… Yaşlılıkta ‘rahata erdim biraz gün göreceğim’ derken bütün bunlar neden başına gelmişti; bu proje nereden çıkmıştı; devlet bunu insanlarına neden yapıyordu; bu haksızlığa adaletsizliğe karşı çıkacak hiçbir güç hiçbir otorite yok muydu bu memlekette? Öfkesini, umutsuzluğunu, çaresizliği büyüttükçe büyüttü içinde… Bir isyan duygusu kapladı tüm benliğini; insanlara Tokludede’de gerçekleşen bu zulmü duyurmanın bir yolu olmalıydı; işte o an kendisini öldürmeye karar verdi… İNTİHAR; böyle yaşayacağına, evinden, mahallesinden zorla sürüleceği o günlerin geldiğini görmektense ölmek daha kolay geliyordu İsmet dedeye; gözü karaydı; bu saatten sonra kaybedecek neyim var ki diye düşünüyordu. Hem ‘SESSİZ BİR ÇIĞLIK’ olacaktı bu Tokludede’den yükselen… Bu çığlığı herkes duyacaktı… Böylece başkalarının canının yanmasını da bir ölçüde önleyebilecekti İsmet dede…

Bir intihar mektubu yazdı önce. İntihar mektubunda yaşadığı haksızlıkları, sıkıntılarını anlattı ve sonunda “savcılığa suç duyurumdur, belediyenin yaptığı taciz ve baskılara artık dayanamadığım için hayatıma son veriyorum. Ölümümden en başta Fatih Belediyesi başkan danışmanlarından Mustafa Çiftçi, sonra Belediye Başkanı Mustafa Demir, Büyükşehir Belediye başkanı Kadir Topbaş ve ‘evlerinizi elinizden almayacağız, size dokunmayacağız, sizi zorla yerinizden etmeyeceğiz’ diye nutuklar attığı halde bütün bunların olmasına izin verdiği için sayın başbakan Recep Tayyip Erdoğan sorumludur” diye yazdı nota… Notu alıp dışarı çıktı. Saat gece yarısı 3 civarıydı. Sabah oğlu bahçeyi ilaçlamıştı. Tarım ilacının arta kalanı aşağıda bodrumdaydı. Gitti bodruma, içinde ilaç olan bidonu aldı, kimsenin kendisini bulamayacağı sessiz bir köşe aradı; kuytu, ayakaltında olmayan bir yer buldu; intihar notunu göğsünün üzerindeki gömleğinin cebine koydu ve dikledi içinde tarım ilacı olan bidon başına…

İNTİHAR; bir insanın yaşamdan vazgeçmesi; önünde hiçbir umut ışığı, gelecek görememesi, sessiz bir çığlığın haykırılabileceği en yüksek nokta?!..

Tokludede’de bir vatandaşımız kendini öldürmeye kalkıştı bu şekilde sessizce; Sesini duyuramadığı için sessizce attı çığlıklarını… Haykırışları size ulaştı mı? Duyabildiniz mi peki bu sessiz çığlıkları siz de?

DUYMADINIZ; DUYAMADININIZ, DUYURULMADI SİZE?!…

Bu sesi duyurabilecek basın sustu ya da susturuldu; susturuluyor; Halkın temsilcileri vekillerimiz sustu, suskun; Akademik dünya, sanatçılar sustu, hala suskunlar… Bu sessiz çığlıkları duyuracak bütün sesler susmaya devam ediyorlar…

BU YÜZDEN BU KADAR SESSİZ KALDI İSMET DEDENİN ÇIĞLIĞI!…

İnsan hayatından daha önemli ne olabilir bu yaşamda; bir çocuğun gözyaşını durdurmaktan; gece aç karnına yatacak bir mideyi doyurmaktan, bir insana başını sokacak bir barınak sağlamaktan daha kutsal daha anlamlı ne olabilir…

Ama bunlar insanların barınaklarını ellerinden alıyorlar rant için, başkalarına hak etmedikleri kazançlar sağlamak için; yuvalarını dağıtıyorlar; evlerini başlarına yıkmak istiyorlar… 40 yıldır yaşadıkları yerlerden zorla çıkartmaya kalkıyorlar insanları… Amaçlarına ulaşana kadar her yolu, her türlü baskıyı ve tacizi, psikolojik işkenceyi uyguluyorlar ve sonunda İsmet amca gibi canına kıyacak noktaya getiriyorlar insanları…

Tokludede’de İsmet amcanın intiharıyla ilgili haberi okuyan duyarlı insanlar şüphesiz çok üzüldü; bunu protesto etmek için bir basın açıklaması yapıldı mahallede; milletvekili, akademisyen, sivil toplum kuruluşları ve mahalle dernekleri temsilcileri katıldı bu basın açıklamasına. Sonradan mahalleyi ve İsmet amcayı ziyaret edip geçmiş olsun demek için gelen bir sürü insan oldu. Ama tüm bu üzücü olaylara sebep olan Fatih Belediye başkanından tık çıkmadı bu konuda… Nihayet olaydan birkaç hafta sonra Fatih Belediye Başkanı Mustafa Demir bir demeç verdi Habertürk’e Ayvansaray-Tokyludede hakkında. Demecinde ‘bayramdan sonra derhal yıkımlara başlanacağı için mahallenin bir an önce boşaltılması gerektiğini’ söylüyordu… Sanki orada hala yaşayanlar, evlerini vermek istemeyen, direnen insanlar yoktu; sanki daha bir iki hafta önce bir insan kendi belediyelerinin baskıları yüzünden orada intihar etmemişti; sanki İsmet dedenin intiharı ile ilgili basın açıklaması yapılmamış birçok gazete bunu yazmamıştı… Sanki sayın Fatih belediye Başkanı Mustafa Demir bu olayları hiç duymamıştı. Ne bir üzüntü belirtisi ne bir geçmiş olsun dileği, hiçbir şey olmamış gibi ‘yola devam’ diyordu Mustafa Demir…

Keşke bu kadarla kalsaydı… O zaman yine ‘hadi eli mecbur kalmıştır; emir kuludur, bir yerlerden baskı gelmiştir; belki vicdanen kendisi de rahatsızdır ama görevi icabı bu açıklamaları yapmak zorunda kalıyordur’ diye düşünmek mümkün olabilirdi. Ama en son mahalleye geldiğinde tutunduğu tavır ele alındığında sadece EY İNSAF diyesi geliyordu insanın. Çünkü ismet dedenin intiharından bir süre sonra Mustafa Demir mahalleye gelmiş, İsmet dedenin anlattığına göre Kanal 24’e bir demeç vermişti. Bu sırada İsmet dede zorla da olsa, korumaları yararak Mustafa Demir’in yanına ulaşmayı başarmış elindeki intihar mektubunu ve hastane raporunu kendisine uzatmıştı… Tek beklentisi ufak bir üzüntü belirtisi, bir pişmanlık, insani bir tepki görmekti kendisinden… Mustafa Demir şöyle tepeden bakmış intihar mektubu ve hastane raporuna; okumaya bile tenezzül etmeden küçük bir çocuğu azarlar gibi sert bir sesle ‘O ARIZA SENSİN DEMEK’ DEMİŞTİ İsmet dedeye?!…

EY İNSAF gerçekten. Bunların insanlığı hakkındaki yorumu size bırakıyorum…

1080670cookie-checkO arıza sensin demek!

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.