ORTAK OLAMAYAN “ORTAKLAR”

SEDAT YILDIRIM SARICI* – Sanat dünyasında “İKİLİ” olarak sahneye çıkan erbapların ortak özelliklerinden biri ortak olmamalarıdır. Hemen hepimizin tanıdığı Metin Akpınar – Zeki Alasya, Levent Kırca – Oya Başar, İtalyan Yavru ile Katip (Franco e Cicio- 002) veya Amerikalı Laurel & Hardy gibi. Ve hatta gölge oyunu Karagöz – Hacivat da dahil olmak üzere “komedi” dediğimiz “güldürü” yazımı aslen “tezat” beyanından ibarettir.

Laurel & Hardy

Mıknatısın iki kutbu mu, yoksa diyalektik yöntemin vazgeçilmezi “karşıtların birliği” mi desek bilmiyorum!  Ama var olmak için iki ayrı vasfın kaynaşımına ihtiyacımız var.

Un suyla birleşince ekmek oluyor. “Tek”, ek olmadan kek olamıyor. Güneş gibi dev bir alev topu olmak bile “can” olmaya yetmiyor.

Otuz yıl önce miydi, neydi tam hatırlamıyorum, Metin Akpınar’a gazeteciler sormuştu, “bunca yıldan sonra neden Zeki Alasya ile ayrıldınız?” Metin ağabey cevap veriyor; “asıl siz bunca yıl bu adama nasıl katlandığımı sormalıydınız.” Biri toplumcu ve kanaatkar, diğeri liberal ve savruk iki olağanüstü yetenek.

Metin Akpınar & Zeki Alasya

Levent Kırca ağabeyimizin, Oya Başar ile boşanırlarken mahkemelere ve ekranlara uzanan atışma ve çatışmalarına tanıklık etmiştik. Biri tezcanlılığıyla içine sığmayan, diğeri ağırkanlı temkinlilikle yol alan efsanevi modern meddahlarımız. Levent abi nur içinde yatsın. Oya Başar hanımefendiye buradan özlem dolu saygılarımızı iletelim.

Karagöz & Hacivat oyununda ise cahil, işsiz, patavatsız karakteri Karagöz’e, eğitimli, ölçülü, tutarlı özellikleri Hacivat’a giydirirler. Zıttırlar, zıtlaşırlar.

Örnekleri çoğaltmadan mesleki alanımıza eğilelim.

Müzik tarihine kendilerine has tarzlarıyla imza atan toplulukların çoğu iki güçlü besteci beynin eseridir. John Lennon & Paul McCartney (BEATLES), Roger Waters & David Gilmour (PINK FLOYD), Freddie Mercury & Brian May (QUEEEN), Robert Plant & Jimmy Page (LED ZEPPELIN), Richie Blackmore & John Lord (DEEP PURPLE), Mick Jagger & Keith Richards (ROLLING STONES), Bono & The Edge (U2) gibi.

Biz özden uzaklaşmadan meramımızı anlatabilmek için çağdaşlarına felsefik ve müziksel öncülük eden ilk iki topluluk üzerinde duralım.

John Lennon, “Imagine” şarkısında şöyle mısralar yazmıştı: (imagine there’s no heaven’ / no hell below us’ / imagine there’s no countries’  / nothing to kill or die for’ / No need for greed or hunger’ / living life in peace…  / a brotherhood of man’ / sharing all the world…)

“düşünsene cennet cehennem / uğruna ölecek ve öldürecek bir şey yok / arsızlık ve açlığa gerek yok / sınırların kalktığını / barış içinde yaşadığını / insanların kardeşliğini / tüm dünyayı paylaştığını bir düşünsene.”

1980’de Amerika’da evinden çıkarken 40 yaşında beş kurşunla vuruldu. Vietnam savaşına karşı duran, insanlığı sevginin kurtaracağına inanan John Lennon’un Beatles topluluğundaki besteci, sözyazarı (çocukluktan da) arkadaşı Paul McCartney’in ise dünya umurunda değildir.

John Lennon & Paul McCartney

John ne kadar kirli sistemin dışında alternatif temiz bir dünyanın kurulacağına inanmışsa, Paul tersini yaşar. “Uyumlu oğlan” rolünü içselleştirerek “asalet ünvanı” olarak adlandırılan “Sir” (ortaçağda şövalye) etiketini devletin lütfuyla adının başına yazdırır. “Sir Paul McCartney.”

2005 yılında “Live8” adıyla Londra, Paris, Berlin, Roma, Moskova, Johannesburg ve Edinburgh dahil 11 metropolde Afrika’daki açlık ve kıtlığa yönelik duyarlılık artırıcı konserler düzenlenmişti. Bu konserlerin 2 Temmuz tarihli Londra etabında Pink Floyd ve Paul McCartney de sahne aldılar.

Pink Floyd, bestecisi, felsefecisi ve basçısı Roger Waters’ın otuz yıl önce (1985) gruptan ayrılması sonrası ilk defa bir araya gelecekti. Hatırlardan silinmeyecek kucaklaşmalarla birlikte ve  bütün dünyada eşzamanlı televizyonlardaydılar. Zaten konser “Dünyanın en büyük rock konserine hoş geldiniz” anonsuyla açılmıştı. Öyle de oldu.

Roger Waters & David Gilmour

Sahnenin üstündeki dev ekranlarda o anda performanslarını sergileyen solist ya da toplulukların belirlediği bir slogan yazılı kalıyordu. Pink Floyd kendisi için “No More Excuse” vurgusunu yazdırmıştı. Tefsiri; “Mazareti Kes.”

Çünkü aynı günlerde G8 adı verilen en gelişmiş 8 ülke İskoçya’da buluşuyordu. ABD, Rusya, İngiltere, Fransa, Almanya, İtalya, Japonya ve Kanada’dan oluşan bu sekiz ülke 31. buluşmalarında ana tema olarak “Afrika ve İklim Değişikliği”ni konuşacaklardı.

Live8 konseri Londra’nın ünlü Hyde Park’ındaydı. Hani şu dilediğini “konuşma hürriyeti”nin olduğu köşesiyle (Speakers’ Corner) tanınan park!

Paul McCartney dilediğini konuşma hürriyetini kullanarak sahnenin üstündeki ekrana kendi sloganı olarak şunları yazdırmıştı. “Live8. G8. Be Great”. Yani “Gelen Ağam, Giden Paşam.”

Cihan-ı alem görmezden geldi. Halbuki bazı şeyleri göze sokmakta yarar var. Göz damlası gibi. İlkin kamaştırır, ardından şifa verir.

“Sir” Paul McCartney, yoksul bir ülkedeki beş yaşındaki çocuğun bile bilebileceğini bilmiyor değil. G8 adıyla kendilerini kodlamış bu 8 ülke “Afrika ve İklim Değişikliği” sorunu da dahil savaş, katliam ve yağmalamaların yaratıcılarıdır. Kimsenin ve hiçbir sorunun kurtarıcısı olmazlar, olamazlar.

Zaten bu sekiz ülkenin altısı silah üretiminde zirvedeler. Argo çağrışımından azade; 31 defa daha zirve yapsalar savaşlar ve açlık hız kesmez, artar. Sahnenin üstüne “Live8. G8. Be Great” yazmak fazla safdillik olur.

O esnada “Sir” Paul McCartney ile birlikte Madonna’dan Annie Lennox’e, THE WHO’dan R.E.M.’e, U2’dan Sting’e dünyanın bütün yıldızları neredeyse sahnedeydi. “Kızım sana söylüyorum, yıldızım sen anla!”

Tesadüf odur ki, David Gilmour da sahnededir ama Roger Waters o esnada aynı sahnede değildir. Roger Waters’ın yıllardır Filistin halkıyla dayanışma içinde olduğunu, konserlerinde Filistin bayrakları açıldığını çoğumuz biliyoruz. Yazmıştık da.

Ukrayna savaşında da David Gilmour Amerikan/İngiliz ittifakından yana oldu.

Roger Waters ise bu konuda basına şöyle yansımıştı (6 Ekim 2022. NTV):

“Medyanın Rusya ve Çin’i kötü gösterirken ABD’yi iyi gösterdiğini söyleyen Roger Waters, ABD için “En az 10 katı farkla en kötü ülke” ifadesini kullandı. 79 yaşındaki şarkıcı, “Unutmayın, Ukrayna hükümetinin desteklediği bir ölüm listesindeyim. Listedeki insanları yakın zamanda öldürdüler. Birini öldürdüklerinde fotoğrafının üzerinde ‘Tasfiye edildi’ yazıyorlar. Ben de o fotoğraflardan biriyim” diye konuştu.

Roger Waters artık 80 yaşında, 40 yaşındaki John Lennon gibi vurulursa şaşmamak gerek.

Tamam da bunca örnek ve beyanı neden işaret ediyorum? Şunu demek istiyorum.

Britanya devlet televizyonu (BBC) WHEN ALBUMS RULED THE WORLD (ALBÜMLER DÜNYAYA HÜKMETTİKLERİNDE) adıyla bir dizi belgesel yayınlamıştı. 1970’li yıllar sadece müziksel açıdan değil, sömürücü sistem ve savaş karşıtı duruşları, yoksullardan ve ezilenlerden yana felsefik sözleriyle albümlerin dünyayı şekillendirdiği dönemlerdi.

1979’da yayınlanan Pink Floyd’un The Wall albümü Güney Afrika’da siyahların ülke çapında ırkçılık karşıtı gösterilerinde marş gibi benimsenmesi üzerine 1980’de yasaklanıyordu.

Bu felsefik akımın en ağır toplarından ikisi kuşkusuz Pink Floyd ve John Lennon idi. Birçok müzisyen için müziksel olduğu kadar düşünsel de okul (ekol) kadar etkileyici ve yönlendirici olmuşlardır.

Peki, 1968’de Pink Floyd’a girip gitar çalan, beste yapıp şarkısözü yazan, düzenlemelere katılan David Gilmour, şu son 55 yılda bu ekolden (okuldan) zerre kadar nasiplenememiş olabilir mi? Olabilir.

Mesai arkadaşınızın tasası, yasa değildir ama vefasızlığın cezai müeyyidesi kalplerden tahliyeyle ödenir.

İsyankar bir dostun itaatkar arkadaşı olarak anılmak, size “şövalye” de deseler, aslında kula kulluğunuzun tabelası anlamına gelir. 1957 yılında John Lennon’la tanışıp geçen 66 yılda ekol olarak zıt kardeşler dedirtecek kadar uzak bir tavır sergileyen “Sir” Paul McCartney artık sarayın bülbülüdür. Her nefeste kafeste.

Onca güzel bestenin hatırına, bestecinin kendisini telef etme serbestliğine bir çift sözümüz olabilsin.

İsraf edilen 66 yıllık ekol (okul) farklılığı için acep şunu mu demeli; “Eğitim Şart” gibi şartlanmalar nafile tesellilerdir. Mizaç ve karakter gibi vasıflar bazen iyi bir eğitimi bile boşa çıkarabilir. Yaradılıştan gelen mizacımızı, yetiştiğimiz aile, civar ve kuşakla oluşan karakterimizle harmanlayıp insanlığın ortak yararına yönlendirmezsek esen rüzgarın şekillendirdiği bireyler olma tehlikesiyle karşı karşıya kalabilir, akıntıya kapılabiliriz.

Akıntı, her zaman okyanusa açılmaz. Bazen kanalizasyona kanalize edenler ve edilenler olur. O halde elden geldiğince, gücümüz yettiğince akıntıya yön vermekten başka çare kalmaz elimizde. İstifleyecek değil, yetecek kadarıyla yetinmeyle bir yol çizilebilir.

Kükremiş sel gibi bendine sığmayıp taşarak, iç güdülerinin güdümünde coşarak değil, zafiyet hazretlerine gem vurup arınarak da geçilmez sanılan dağlar aşılabilir.

________________________

* Müzisyen de olan yazarımızın diğer çalışmalarına https://sedatsarici.com/ adresinden ulaşabilirsiniz.

2754090cookie-checkORTAK OLAMAYAN “ORTAKLAR”

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.