SANATTAN… Postmodern Azizler

Son günlerde, tüm dünya (en azından Batıdan görüldüğü kadarıyla) Afrika için seferber olmuşa benziyor. Yoksulluğa, geri kalmışlığa karşı radikal çözümlerin bulunduğu, barış içinde yaşanan bir dünyanın eşiğine gelinmiş gibi hissediyor insan kendini. Afrikadaki yoksulluğa karşı bu kampanyayı desteklemeyen yok gibi.

‘Live 8’ ve çevresindeki etkinlikler Britanya hükümeti tarafından destekleniyor, İngiliz Protestan Kilisesi, hatta Papa bile arkasında bu etkinliklerin. BBC, tüm basın yayın ordusu ve teknik olanaklarıyla olayı mobilize ediyor. Edinburgh şehri polis şefi, ‘bugün Afrika’da 30.000 anne çocuğunu gömecek’ diye başladığı konuşmasında, şehrin böylesine tarihsel bir olaya evsahipliği yapmasından gurur duyduğunu belirtiyor.

Tony Blair, Bob Geldof’un başı omuzunda poz verirken, Live 8  etkinliklerinin öneminden dem vuruyor, Geldof ve Bono’nun G8 (8 Zengin ülke zirve toplantısı) toplantısına davet edildiğini açıklıyor. Maliye Bakanı Gordon Brown, defalarca Live8’i örgütleyenleri kutluyor. Kültür Bakanı Tessa Jowel, ‘Yüzde yüz Live8’in arkasındayım, bu konserin şimdiye kadar başkentte yapılan en büyük açık hava konseri olmasını istedim’ diyor.

Yeni İşçi Parti’sinin Uluslararası Kalkınma Bakanı Hilary Benn, en arkada maskeli anarşistlerin yeraldığı yürüyüşe en önde, başpiskopos, kardinaller ve diğer dini liderlerle birlikte  katılıyor.

Muhalefet partisi de geri kalmıyor; onlarda tek bir ağızdan Live8’i destekliyor, hatta biraz kameraların gerisinde kaldıkları için hayıflanıyorlar.

Bütün bu çevrelerin, kampanyayı desteklemek için kullandıkları dil bile sanki aynı kişinin yazdığı metinden çıkmış gibi. Geldof ya da Bono’dan işittiğiniz, ‘Tarihi değiştirmek için şimdiki neslin elindeki bir fırsat’ değerlendirmesini, Blair, Brown ya da aynı anda muhalefet liderlerinden duymak olası.

Daily Mirror, ’eğer her 3 saniyede bir çocuğun, yoksulluk nedeniyle ölmesini doğru bulmuyorsanız bu kampanyaya katılın’ diye başlık atıyor. Gazetenin, kimin her 3 saniyede bir çocuğun ölmesini “doğru” bulabileceğini düşündüğünü anlamak zor ama, asıl mesaj, ‘eğer bu kampanyaya katılmazsanız, bu ölümlerden siz  sorumlusunuz’ dur. Afrika’da sorun, bir anlamda tsunami ya da başka bir doğal afet sonrası yapılan ‘etiksel’ bir yardıma indirgenmektedir.

Bush bile, dikkatli bir şekilde bile olsa, Live8’i örgütleyen Geldof ve Bono’yu kutluyor.

Bu manzara karşısında sormamak elde değil, herkesin aynı tarafta olduğu bu kampanya kime karşı yapılıyor?

Politik bir protesto, belli bir isteği ya da istekler paketini kabul ettirmek amacıyla iktidardaki otoritelere karşı yapılan bir eylemse, iktidarında aynı saflarda olmasını nasıl açıklayabiliriz?

Geldof, Bono sık sık, Live 8’in para yardımı toplanmak amacıyla değil ‘adalet’in yerine getirilmesi için yapıldığını vurguladılar. Ancak, ‘adalet’in ne olduğu yani haksızlıktan kimin sorumlu olduğu, kimden hesap sorulacağı, konusunda bir kelime bile etmediler.  Böylelikle Live8’in, 20 yıl önce para yardımı toplamak için yapılan konserden farkı sadece para toplanmamasıydı.  Bir anlamda, Bush’un muğlak ‘terörizme karşı savaş’ sloganı gibi, bu kampanya da, ‘yoksulluğa’ karşı açılmış bir haçlı seferine!  dönüştü.

Bu bağlamda, “Live 8 fenomeni“, sömürgeci Batının her yerde varolma  sezgisinden kaynaklanan, para verip sorunları çözmeğe alışmış imparatorluk içgüdüsünün siyaseten doğruluk versiyonudur. Herkesin desteklediği bir eylemde, yapılan politik istemleri ya da sorunların nedenlerini konuşmak isteyen yok gibidir.

‘LİVE 8’  NEDEN YANLIŞTI

Sadece bir etkinlik üzerine yoğunlaşması nedeniyle, amaç ve hedeflerine ulaşmadığı takdirde sönmeye mahkum bir girişimdi. Ki daha başından, en azından ABD’nin, Afrikaya yardım konusunda olumsuz yaklaşımı zaten biliniyordu. Açıkladıkları yardım miktarı, ABD’de kedi-köpek gibi ev hayvanlarına yapılan masrafların altındadır.

Geldof’un bu girişimi, Tony Blair, Gordon Brown ve Bush’un Irak savaşından sonra oluşan ‘savaş suçlusu’ imgesini değiştirme çabasına katkıda bulunmuştur.

Geldof ve Bono verdikleri demeçlerle G8’lerin gerçekte Afrikaya yardım için toplandıkları, yapılması gerekenin onları biraz daha fazla vermeleri konusunda ikna etmek gerektiği doğrultusunda bir söylem yarattılar. G8’in asıl amacının dünyanın en güçlü ülkelerinin bu güçlerini korumak ve daha da artırmak olduğu gerçeği gözlerden kaçırıldı. Daha da önemlisi, G8’leri yoksulluğu ortadan kaldırmağa ikna etme sorunu bir yana, Afrikadaki yoksulluğun asıl kaynağının onlar olduğu unutuldu gitti.

İronik olan, George Bush‘un Live8 konseri sonrası, Hyde Park’da daha çöpler toplanmadan, zirvede tek hedefinin Amerikan halkının çıkarlarını korumak olduğunu açıklamasıydı. Böylelikle Bush, Live 8 konserleri sırasında Bush’un ve Tony Blair’in eleştirilmemesi ve özellikle de Irak savaşının ağza alınmaması için sanatçıların kulağını çeken Geldof’a ya da onun peşinden gidenlere güzel bir yanıt veriyordu.

Ama eminim bu, Afrika için yaptıklarına tanık olması için kızlarını helikopterle konsere getiren Geldof’u ya da halkın arasına karışmayı uygun bulmayıp, çok uluslu tekellerin sponsorluğuyla hazırlanan VIP bölümünde şampanyalarını yudumlayanları yıldırmamıştır.

Diğer taraftan sanatçılar  sözlerini tuttular; hiç bir sahnede dünyanın içinde bulunduğu durumun asıl sorumluları eleştirilmedi. Ne de olsa. bu konserler  “ekmek” kapısıydı onlar içinde. İngiltere’de malikanesinin çevresindeki arazilere kimsenin girmemesi için yasaları bile değiştirmeye çalışan Madonna sahnede “devrim”den bahsediyordu.

Sahne arkası görüşmelerde, Robbie Williams, Afrika hakkında görüşlerini almak isteyen basın mensubu bayana, ‘boşver onları senin güzelliğinden konuşalım’ diyerek günün kendi açısından önemini dile getiriyordu. Yıllık hediyelik çiçek masrafı çeyrek milyon sterlini bulduğu için eleştirilen Elton John, Oxford Caddesindeki yürüyüşü bırakıp oraya gelmekle zaten büyük bir fedakarlık yapmıştı.

Açılış ve kapanış bölümünde sahne alan Sir Paul MacCartney’nin 11 Eylül sonrası New York’ta milliyeçilerle birlikte düzenlediği konserde, barış sloganı atanlara karşı, Bush’un küresel terörizme karşı savaş doktrininin sloganı “özgürlük için savaş”la karşilık verdiği ise hiç anılmadı.

Her sanatçıya ayrılan 15 dakikayı bitirmeyi başaran, rehabilitasyon merkezlerinden toplanıp getirilen emekli rock sanatçıları ve daha niceleri böylelikle minnettarlıklarını gösterdiler, görevlerini yaptılar.

Live 8 ve bunun çevresindeki etkinlikler ‘yardım’a yoğunlaşmıştı. Asıl sorun olan, adil ticaret, Afrikanın ayağa kalkmasına mani olan dışborçlar ya da gelişmiş ülkelerin kullandığı gazlar nedeniyle Afrikanın ekolojik sisteminin altüst olması arka planda kaldı. Soyut bir ’felaket’ edebiyatıyla, çözümler ‘bir odadaki 8 adam’a odaklandı, sorunların tarihsel kaynakları yoksayıldı.

Evet, borçların bir kısmının -hatta büyük bir kısmının diyelim- silinmesi gündeme geldi. ‘Canlı yayında tarih yaratıyoruz’ diyen Bono ve Geldof’un bunu sevinçle karşılaması doğal. Ancak yine pek konuşulmayan bu borçların silinmesi için ortaya sürülen ‘koşullar’dı. Yani, bu “sevap” karşısında Afrikadaki yoksul ülkelerden istenenler. Borçların kendisinden ağır olan bu koşulların başında elbette, ülke ekonomilerinin “özgür” ticarete açılması ve kamu sektörlerinin özellestirilmesidir. Üçüncü dünya ülkeleri den! eyimlerinden çok iyi bilindiği gibi, bu ülkelerin belini büken ve Batıya bağımlı kılan zaten bu uygulamalardır. Bu, evinize giren hırsızın, karşı koymanız karıisında silah çekip, ‘bak, eğer beni rahat bırakıp istediklerimi almama göz yumarsan seni öldürmem’ tehditine benzer.

Burada yine hatırlanması gereken, Afrikaya verilen borçların yüksek faizler nedeniyle zaten ana paranın birkaç misli üzerinde çoktan ödenmiş olduğudur. Batının zenginliğinin büyük kısmının Afrikanın doğal kaynaklarından geldiğini hatırlatmaya gerek varmıdır bilmiyorum.

Afrika ülkelerindeki yozlaşmış yönetimler, sık sık öne sürülen koşulların haklı çıkarmak için kullanılır. Yardımların, özel yat ve uçaklara harcandığı, İsviçre bankalarına yatırıldığı ülkelerdeki çürümüş, yoz diktatörlere gitmemesi argümanına gelince, ki bu diktatörlerin çoğunun köklerini, yandaşlarını G8 ülkelerinden birinde bulmak olasıdır; Birleşmiş Milletler nezdinde Çürümeye Karşı yapılan anlaşmaya imza atan ülkeler arasında 25 Afrika ülkesi olmasına rağmen G8 lerden h! iç bir ülke yoktur. Bunun anlamı, örneğin İngiliz şirketlerinin (Jersey adasında kayıtlı olması kaydıyla-İngiltereye ait olmasına rağmen, bu adanın federatif bir yapısı vardır) bir Afrika hükümetine ihale satın alması için rüşvet vermesi tamamen yasaldır. (Önümüzdeki günlerde 2012 Olimpiyat Oyunlarının verileceği şehir konusunda da Afrikalı delegelerin önem kazanması bu yüzdendir)

Afrikanın dış borçları konusunda diğer önemli bir nokta ise, borçların büyük bir kısmının IMF ve Dünya Bankası dışında özel bankalara, girişimcilere olmasıdır. Yine çoğu G8 ülkelerinden gelen bu özel yatırımcılara devletlerin sözü geçmemektedir. Yani bu borçlar konusunda G8’lerin yapacağı hiçbir şey yoktur.

Şüphesiz, Afrika’da yaşanan sorunların bilince çıkarılması bu doğrultuda milyonlarca insanın seferber edilmesi olumlu bir adımdır. Ancak yanlış yöne doğru atılmış bir adımdır. Live8, G8’lerle birikte bir eylem değil ona karşı bir eylem olmalıydı. Bu nedenle de İngiltere hükümetinin geniş desteğini almış ve tam tersine bir amaçla kullanılmıştır.

Bu yanıyla Live 8, gerçekten dünyada ‘adalet’ isteyen kesimler için mükemmel bir deneyim de sundu. En geniş kesimlerin yokluğu geçmişte en temel sorunlardan biriydi. Popülizmin, bu sorunun çözümü olmadığını ise bu eylemler gösterdi.

1631250cookie-checkSANATTAN… Postmodern Azizler

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.