Sendikalar siyasetin içindedir ama nasıl?

16 Nisan 2011 Cumartesi günü Emek Partisi “Sendikalar ve Siyaset” başlıklı bir sendikal konferans gerçekleştirdi. Üç seans halinde tüm gün devam eden konferansda çok sayıda konuşmacılar, işçi sınıfının durumu, sendikaların dönüşümü ve sendika-siyaset konularında görüş bildirip, yorum yaptılar. Konferansda bana da üçüncü seansda yer verilmişti. Aşağıda, konuşmamın yazılaştırılmış şeklini sizlerle paylaşıyorum.

Sendikalar emekçi haklarını koruma görevi üstlenmiş örgütler olarak bilinir. Bu tanımlamanın doğal uzantısı olarak, sendikalar sınıflı toplumun bir örgütü olarak karşımıza çıkmaktadır. Sınıflı toplum ifadesi de, doğal olarak, kapitalizmi tanımlar. Bir sistem olarak kapitalizm, üretim araçları mülkiyetinin özel sektörde olduğu ve toplumda küçük bir grubun diğerleri aleyhine tüm üretim araçları üzerinde mülkiyet ilişkisi kurduğu sistemdir. Bu sistemde güç, üretimi gerçekleştiren büyük emekçi kesimde değil, sermaye mülkiyetine sahip olan az sayıdaki patronlardadır. Kapitalizmde sistemin başat elemanı emekçiler değil, sermayedir; dolayısıyla, güç emekçilerde değil, maalesef, sermayededir!

Para ilişkisinin en yoğun olduğu kapitalizmde her şey metalaşıken, emek gücü de metalaşmakta ve emek piyasasında alınıp satılır konuma indirgenmektedir. Sermaye emeği metalaştırarak, değişim değerini minimum geçim düzeyinde tutmaya çalışır. Kapitalist sistemde emek haklarını koruyor görüntüsündeki sendikalar, aslında, emeğin metalaşmasının hafifletilmesi çabaları ile emeği sistem içinde denetlenebilir konumda tutmakta ve sisteme karşı uyumlu hale getirmektedir. Nitekim, İkinci Paylaşım Savaşı ertesi Avrupa’da uygulanan sosyal politikalarla emeğin metalaştırılması ciddî olarak engellenirken, böylece bilinci köreltilmiş olan emek, sermaye araçları mülkiyetine girmeden salt parlamenter demokrasi ile haklarının ihlal edilmesinin önlenebileceği zehabına kapılmıştır. Belki de, o dönemde sosyal politikalar uygulanmamış olsa idi, bugün emekçiler de, toplumlar da farklı yerlerde olabilirdi!

Sendikaların birer sistem aygıtı olduğu o denli ideolojik olarak toplumda yaygınlaştırılmıştır ki, bizzat sendikacılar da dahil olmak üzere, çoğu çevreler, hatta akademik çevreler sendikal görevin siyasetle karıştırılmaması gerektiği gibi abes görüşlerde bulunabilmiş, sendikacılık başka siyaset başka anlayışını ileri sürebilmişlerdir. İşin vahim tarafı şu ki, bu savı savunanlar bizzat sendikacılık olarak ifade ettikleri eylemlerin de siyaset olduğunu, üstelik böylece sürdürlen pasif siyaset eyleminin sermayeye hizmet ettiğini anlayamamışlardır.

Sistem bir bütünsel mekanizmadır; kendine uygun mekanizmalar geliştirir, bunları korur, kendine aykırı mekanizmaları ise ya dönüştürür ya da sistemden atar. Sistemi bu ciddiyetle ele aldığımızda, sistemin bir aygıtı olan sendikaların kapitalizm içinde neyi ne kadar yapmaya muktedir olabileceği, ya da sistemin ne kadarına izin vereceği çok net olarak anlaşılmaktadır. Bu durumda sendikaların bir konuda karar vermesi gerekmektedir: ya sistemin bir aygıtı, ya da sisteme karşı olacaklardır!

Sistem durağan değildir. Üretimde emek-sermaye bileşimi değiştikçe, üretim giderek teknoloji yoğun süreçlerde gerçekleştirildikçe, emeğin üretimdeki yeri ve istihdam biçimi de değişmektedir. Teorik düşünmeye çalışırsak, bu değişimi sermayenin emeğe karşı düşmanlığı olarak nitelemek yerine, sermaye dönüşümünün doğal sonucu olarak algılamak ve buna göre çare oluşturmaya çalışmak daha doğru olur. Söz konusu dönüşümde emeğin mağduriyetini sermayenin emeğe saldırısı olarak görmek ve göstermek, sistemi aklamaktan öte bir anlam taşımamaktadır. Zira, böyle bir ifade ile, sanki sermaye isterse, tüm dönüşümleri yaparken, emeğe karşı geçmişteki toleransını gösterebileceği halde, bunu yapmamakta, emeğe karşı düşmanlık beslemekte ve ona saldırmaktadır. Oysa, sermayenin emeğe saldırması sermayenin de işine gelmez, çünkü emeğin çökertildiği durumda ürün piyasaları da daralır. Nitekim, üretim zinciri üzerinde seri araba üretimine geçtiğinde Henry Ford’un yaptığı ilk iş çalışanların ücretlerini yükseltmek ve onları fabrikadan uzak bölgelerde oturmaya teşvik etmek olmuştur. Sermayenin aklı böyle çalışır.

Geçmişin sendikal anlayışı gibi geçmişteki sosyal politikalar da çökmektedir. Bu çöküşler ne yöneticilerin hatalarından ne de sermayenin saldırısından kaynaklanmaktadır. Bu çöküşler, piyasada yaşanan sermayeler arasındaki keskin rekabet neticesinde sermayenin organik bileşimindeki değişimler ve bu değişimlerin emek de dahil olarak tüm toplumu yeniden şekillendirmesinin kaçınılmaz sonucudur.

Sendikalar, tek, vazgeçilmez ve nihaî amaç olarak hâlâ sınıf bilinci geliştirmeye ve sistem içinde yitirilmiş bazı hakların geri kazanılmasına çalışarak emekçilere değil, sisteme hizmet etmektedir. Oysa, sınıfların korunduğu sistemde, emek sınıfı karşısında sermaye sınıfı da var demektir. Sermaye sınıfının olduğu sistemde de güç bu sınıftadır ve toplumsal ilişkiler sermaye koşullarına göre şekillendirilir. Kısa ve orta dönemde tabiatıyla sistem içinde daha fazla hak için mücadele edilecektir, ancak bu sendikanın nihaî hedefi olamaz! Sendikaların uzun dönemli ve nihaî hedefi sisteme karşı mücadele ve bu yolda emekçilerin bilinçlendirilmesi olmalıdır. Her iki konumda da sendikalar siyasetin içindedir; ancak, birinci konumda güdülen siyaset sermaye yanlıdır; ikinci konumda güdülen siyaset sermaye karşıtı ya da emek yanlıdır!

1595630cookie-checkSendikalar siyasetin içindedir ama nasıl?

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.