İSVEÇ’TEN… 13 Eylül

13 Eylül, sabah  saat 05.OO…Az ilerdeki caddeden kulağıma gelen araba gürültüleri, geceden kalma uykusuz sokak lambaları …Az sonra, İsveç temizlik firmasının görevlileri gelecek, sokaktaki çöpleri alacaklar.Ben, iki gecedir uykusuzum. Bir hesaplaşma anı belki, bir kendimi yargılama. Baksanıza 12 Eylülcüleri  bile yargılamıyorlar; yargılanan hep ben mi olacağım? Gün ağarıyor.Kalkıp cama bakıyorum.Her şey dingin, her şey durağan…Bir tuhaflık var diyorum, bu 13 Eylül sabahları böyle olmazdı…

***

12 Eylül 1980’ de, kız arkadaşımla, saat 12.00’de, Ankara  Kızılay’da, Gökdelen’in önünde buluşacaktık.Önceki saatlerde gazete için bir haber izlemeye gidecektim,;saat 12.00’ye dek mutlaka dönerdim, tabi canım dönerdim…

12 Mart’tan sonra, 1973 yılında  çıkan Yeni Ortam Gazetesi’nde ,Mustafa Ekmekçi’nin yanında, daha sakalı çıkmamış bir öğrenciyken  çırak olarak başlamıştım.O zamanlar, bürolarda televizyon bulundurma lüksü henüz yoktu.Mustafa Ekmekçi, masasında çalışırken sürekli açık tuttuğu bir radyosu vardı, pili bittiğinde gider pil alırdım.Çok konuğu gelirdi Ekmekçi’nin.. Mümtaz Soysal,Sevgi Sabuncu,Fakir Baykurt, Dursun Akçam, Hasan Hüseyin Korkmazgil…”Sakıncalı Piyade” Uğur Mumcu gazetenin ikinci sayfasında, Asistan Uğur Mumcu imzasıyla yazılar yazardı.

Rüzgarlı sokaktaki büro bazı günler ağzına dek  dolar, Ekmekçi o bilinen kahkahasıyla, “Bu kadar çok gelmeyin yahu, gizli örgüt kurmaktan başıma iş açacaksınız!” derdi.Bazen, gürültüden kimin ne dediği anlaşılmaz, “Kapat şu radyoyu yahu!” dediklerinde, Ekmekçi karşı çıkardı:

“Bakarsınız , bir darbe, marbe olur, Türkiye bu, belli mi olur, radyo açık kalsın,haber atlamayalım…”

Ekmekçi’nin , o günlerde  şaka olsun diye söylediklerinin yıllar sonra gerçek olarak başıma geleceğini nereden bilebilirdim.

***

Anıtkabir’in yakınındaki Gençlik Caddesi, Müjde sokağındaki 13 numaralı apartmanın bodrum katındaki bekar evinde yaşıyorduk.Yedi,sekiz  arkadaş akşamdan biraz demlenmiş, geç uyumuştuk. 12 Eylül 1980 sabahı, gazeteden görevli arkadaş arabayla gelecek, beni evden alarak haberi izleyeceğim yere götürecekti.Kararlaştırdığımız zamanın üzerinden bir saat geçmesine karşın araba gelmemişti.İşimde titizdim. Hemen telefona sarıldım, karşımda Hamdullah Yanık vardı. Daha “Günaydın!” bile demeden  açtım ağzımı, yumdum gözümü:

“Kardeşim bu ne sorumsuzluk, saat 10.00 oldu, halâ araba yok, böyle olacağını bilsem haberi izlemeye yaya giderdim”

Hamdullah, bir kahkaha attı:

“Arkadaşlar,duuydunuz mu, Ali habere gitmek için evde  araba bekliyor!”

Telefonu Aydınlık’ın Ankara Temsilcisi Nuri Çolakoğlu’ya verdi:

“Aliciğim, rahatını hiç bozma,otur oturduğun yerde, gelmene gerek yok, haber izlemene falan da gerek kalmadı!”

Afalladım:

“Ne  yani, işime son mu verildi?”

“Hepimizin işine son verildi canım! Oğlum, darbe oldu, darbe! Uyuma, aç da radyo dinle!”

Radyoyu açtım ki, ortalık cümbüş yeri gibi. Hasan Mutlucan, “Estergon Kalesi”ni söylüyor” Haydi aslanlar!…

Sokağa çıkma yasağı vardı.Bir saat sonra Hamdullah telefon etti:

“Gazete,Sıkıyönetim kararıyla kapatıldı,şimdi büroyu mühürlemeye geldiler!”

***

O günü, nüfus sayımında uygulanan sokağa çıkma yasağı havasında hiçbir şey anlamadan geçirdik.Bahçede çay demledik,Gençlik caddesinden geçen tankları saydık.

12 Eylül, asıl 13 Eylül’de başladı…

Kız arkadaşımı merak ediyordum. Evlerinde telefon yoktu. Yürüyerek gittim, kapıyı çaldım, annesi açtı. Kadıncağızın gözleri ağlamaktan kan çanağına dönmüştü:

– Bu sabaha karşı kızımı götürdüler! dedi…

Kızılay’a doğru yürüdüm.Caddeler, sokaklar bomboştu.Bulvardaki çınar ağaçlarını yurt edinmiş güvercinler bile uçup gitmişti.Bakanlıklara, Meclise’e doğru yönlendim.Meclis haberlerini izlerken kullandığım daktilom Meclis basın bürosunda kalmıştı.Bu günleri bir yerlere not etmeli, gidip daktilomu almalıydım.Kapıda askerler vardı, “Meclis kapalı, girmek yasak!” dediler.Dikmen kapısındaki girişe doğru yürüdüm.İnsanları toplu halde tutuklamaya başlamışlardı, ben daktilomun derdindeydim.Dikmen kapısındaki tanıdığım polis memuru yoktu.Orası da askerlerin denetimindeydi.(Daktilom, Meclis’te tutuklu kaldı, ancak altı ay sonra alabildim…)

Oradan Kurtuluş Meydanı’na  doğru yürüdüm.Diğer günlerde cıvıl cıvıl olan Kurtuluş Parkı bomboştu.Çocuklar bile oynamıyordu.Kanepelerde gençler sevgilileriyle sere serpe oturmuyordu.İleriki  aylarda, ahlâkımızın korunması için  parklarda gençlerin yan yana oturması da yasaklanacaktı.Üniversiteler kapalıydı, Siyasal Bilgiler’in, Hukuk Fakültesi’nin önünde köpekler oynuyordu…

Sokaklarda tanıdık hiç kimse kalmamıştı.

Akşam geç saatlerde Maltepe’de oturan ağabeyimin evine uğradım.Güvenli bir yer olması nedeniyle  bütün kitaplarımı oraya saklamıştım.Kapıyı yengem açtı, “Neredesin sen, biz de seni merak ettik!” dedi.Bitkin halimi görünce, “Banyo hazır, kalk bir banyo yap!” dedi.Su sıcacıktı. Yorgunluğuma iyi geldi, banyoyu ısıtan benim kitaplarımdı…

***

Aydınlık Gazetesi kapatıldıktan sonra uzunca bir süre işsiz kaldım.Cep delik, cepken delik olduğu için Ankara’da fazla barınamadım.Yıllar sonra ilk kez köyüme döndüm.Birkaç ay köyde yaşadım. Annem mutlu oldu,”Allah Kenan Evren’den razı olsun, yoksa senin yüzünü göremeyecektik!” dedi

Sonra,İstanbul’a, Aşık Nesimi ile evli olan Dilber Teyzem’in yanına gittim.Nesimi Amca, beni Yaşar Kemal’e götürdü.Yaşar Kemal, yeni çıkmaya başlayan Güneş Gazetesi’nin Ankara Temsilcisi Cüneyt Arcayürek’le çok eski arkadaştı.Telefon etti. Cüneyt abi, beni Ankara Bürosu’nda işe aldı.Sıkıyönetim Mahkemelerini izleyecek “sağlam” bir adama ihtiyacı olduğunu söyledi, beni orada görevlendirdi.

Eski arkadaşlarımı artık Sıkıyönetim duruşmalarında görebiliyordum. Kız arkadaşımla ara sıra kaçamak bakışlar, hüzünlü gizli bir gülücükler….El sallamak yasak; “İşaretleşmek yasah hemşerim!..”

“Karıştır-barıştır” günlerinde ,Mamak  Cezaevi’nde, asker denetiminde röportaj yapmamıza izin verdiler. DEV-YOL Davasından yargılanan TÖB-DER (Türkiye Öğretmenler Birleşme ve Dayanışma Derneği) Ankara Şubesi Başkanı Ali Başpınar ile Savcı Doğan Öz’ün katili ülkücü İbrahim Çiftçi’yi aynı hücreye koymuşlardı.

Esenboğa Havalimanı’nı bombalamaktan idam edilen Ermeni kökenli Levon Ekmekçiyan’la idamından önceki en son röportajı ben yaptım.Adana’nın Saimbeyli ilçesinden göçüp Suriye’ye gitmiş bir Ermeni ailesinin çocuğuydu.Ne ilginç! Onlar gitmiş, biz gelmişiz. Ekmekçiyan’ın babasının çocuk olarak yaşadığı o topraklarda  yıllar sonra benim de çocukluğum geçmişti.Benim yaşadığım yıllarda,ilçede hiçbir Ermeni kalmamıştı.

***   

Sıkıyönetim Duruşmaları ağır mahkumiyet kararlarıyla sonuçlandı.Kız arkadaşım 15 yıl ağır hapis cezası aldı.Artık duruşmaları izlemeyi gerektirecek önemli bir dava kalmamıştı.
Ben, Ankara’dan bunalmıştım.Cüneyt abiyle konuştum,beni İstanbul Haber Merkezi’ne aldırdı.Mapusandeki  sevgilimi yüzüstü  bırakarak gittim, hiç aramadım. Leyla ile Mecnun, Kerem ile Aslı aşkları artık efsanelerde kalmıştı.Uzun yıllar bekleyemezdim.Sevgililerime karşı vefasız biriydim. Bu özelliğim, kişiliğimden mi kaynaklanıyordu; yoksa 12 Eylül’den sonra yaşanan siyasi körlükten,yozlaşma kültüründen mi, bilmiyorum.

Birkaç yıl sonra Yargıtay davayı bozdu,kız arkadaşımı serbest bırakıtılar.Beni hiç aramadı.Benim de aramaya yüzüm olmadı.Akademik kariyer yaptı.İstanbul’daki özel bir üniversitede doçenttir şimdi.

Kişisel bir sorunumu abartmıyorum. 12 Eylül’ün bir de bu yüzü var! Çok yuvalar yıkıldı, nice aşklar daha gonca iken dalında soldu…

12 Mart’tan sonra , yeniden normal koşullara dönmek çok uzun sürmemişti. 12 Mart darbesinin izleri çabuk silinmişti.

12 Eylül de böyle olacak sandık…

12 Eylül’ün faturasını çok ağır ödedik, halâ da ödüyoruz.Bu karanlığı aydınlatmayı başaramadık.Açtığı yaraları kapayamadık…

Turgut Özal’lı yıllar, 12 Eylül anlayışını  toplumun hücrelerine dek yaygınlaştırdı.Özal,1983 yılında, bugünkü AKP gibi ezici çoğunlukla iktidara geldiğinde, bir dönem sonra gidecek, her şey düzelecek sandık.Gitmedi, düzelmedi,etkileri daha uzunca yıllar sürecek….

1987 Ekim’inde Turgut Özal yine seçildi.Türkiye’de, bizim beklentilerimiz yönünde hiçbir şey değişmiyor, aksine daha da kötüye gidiyordu.

1987 seçimlerinden hemen bir hafta sonra, doğru veya yanlış kendi kişisel seçimimi yaptım: Artık Türkiye’de  yaşamak istemiyordum. 4 Aralık 1987’de ülkeyi günahlarımla, sevaplarımla birlikte terk ettim…

(13 Eylül 2005)

646070cookie-checkİSVEÇ’TEN… 13 Eylül

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.