İSVEÇ’TEN… Adalara gel…

Bana göre,Türkiye, AB’ye  50 yıl önce   girmeye  çalışmalıydı.

Cahilliğin alemi yok mu, 50 yıl önce AB yok muydu?

Keşke olsaydı, şimdiye çoktan girmiş  olurduk.

İstanbul, Büyükada’lı  Ahmet Tanrıverdi’nin( Fıstık Ahmet)  Büyükada’da geçen  çocukluğunu anlattığı ”Zaman Satan Dükkan” kitabını okurken yüreğime  bir burukluk çöktü:

”Ne oldu bize böyle ? Neredeyiz? Neden bu kadar gerilere gittik?” dedim.

Fıstık Ahmet, çok değil, 50 yıl ötedeki, ”6-7 Eylül” öncesinin Büyükada’sını anlatıyor. ” Ne mozaiği ulan!”  başlıklı anısında bakın ne diyor:

”Çocukluğumun adasında,Türkler,Rumlar, Ermeniler, Yahudiler,Yunanlılar,levantenler az
da olsa Maltalılar, İngilizler, Rumlar, İtalyanlar, Araplar, Fransızlar,Almanlar, Kürtler, Lazlar ve tabii Müslümanlar,Hiristiyanlar ile Museviler  bir mozaik oluşturuyorlardı.

Rum okulları iki  taneydi. Biri  Kumsal’daki Rum ilkokulu, diğeri Hristos’taki Rum yetim  okuluydu. Bu okullarda Ermeni  ve Yahudi  çocukları da ailelerinin  seçimleri  doğrultusunda öğrenim görebiliyorlardı.

Tıpkı Türk ilkokulunda öğrenim  gördükleri  gibi.

Okulların öğrenci  sayısı bir hayli  fazlaydı.Musevilerin Sinagogu 12 ay ibadete açıktı.Katoliklerin kiliseleri  de öyle. Şimdi  öyle mi? Rum  yetim okulu  kapalı, Rum ilkokulunun öğrenci  sayısı iki  elin  parmaklarından  az, Türk ilkokulunun  öğrenci  sayısı  dahi, bizim  zamanımızdan  az, Kiliseler, cemaat  olmadığından  sırayla  açılıyor, Sinagog kış aylarında, aynı  nedenle  kapalı. Katolik kilisesinin  papazı hafta  sonları  ayin  için adaya  geliyor.Şimdi adada  oturanlar  arasında  bir  anket  yapsak ve  hamursuz nedir, paskalya  nedir, noel nedir, maskara  nedir? diye  sorsak doyurucu  cevap alacağımızı  sanmıyorum.


Çeşitli  göçlerle adanın dışına giden azınlıklarla birlikte gelenekleri  de yok  oldu gitti.Kala kala kiliseleri  ve sinagogları kaldı.

(…)

Şimdi çoğunlukla Rumların gitmiş olmasından dolayı hep eskiyi  anlatıp  duruyoruz.Ama  kışlık nüfusun  içindeki Yahudi  ve Ermenileri hiç  hatırlamıyoruz.Ayakkabıcı Agop’u, Berber İzak’ı, saatçi Kalust’u, kumaşçı Çelebon’u unutabilir miyiz?

Adayı ada yapan , çeşitli kültürleriyle  yaşayan soluk  alıp  veren bu insanlardı.”*

***

Büyükada’ya, Ramazan ayının  son haftasında  gitmesem, Yaşar Özürküt ağabeyle birlikte  Fıstık Ahmet ile muhabbet sofrasına oturmasak, onu  daha yakından tanımasak, saçlarını ensesinden bağlayan bu adam, ”Ya Rum, ya Ermeni’nin tekidir! ” diyerek  boş verip geçerdim belki de..

Arkadaşlarının ”Fıstık Ahmet” dedikleri Ahmet Tanrıverdi, Büyükada sahillerinde Prinkipo (Rumca Büyükada demek) adlı bir meyhane işletiyor.Meyhane deyince bildiğiniz o meyhanelere  hiç benzemiyor. Rakınızı, balığınızı, ekmeğinizi salata malzemenizi birlikte götürüyorsunuz.Meyhanede çalışanlar, götürdüğünüz balık ve diğer yiyecekleri yıkıyor, ayıklıyor,  pişiriyor, salatayı hazırlıyor getirip önünüze koyuyor.Meyhane müşterilerinin hepsi birbirini tanıyor.Alış verişe  katkıları olsun, olmasın, muhabbet sofrasına   hep birlikte oturuyorlar.Espirler, yakası en açılmadık şakalar orada…

Nevalelerimizle  gittiğimizde iftarın açılmasına daha  bir saat vardı.

Dini bütün Müslüman bir ailenin çocuğu olan  Ahmet Tanrıverdi oruçluydu..

Biz bir masada demlenirken, o oruç tutan başka bir gurupla birlikte yandaki masada orucunu açtı.. Sonra da  geldi  masamıza oturdu, rakımıza ortak oldu.

Bu, benim aklımın alamayacağı, ağzımı açık  bırakan bir durumdu…

Sanki Türkiye’de değildim. Sanki Büyükada başka bir ülkeydi..

İşte bu, adaların hoşgörüydü.

50 yılllık kültürel yıkım ve göçler dahi o hoşgörüyü yok edememişti.

Tarikatlar, bu hoşgörü ortamını yok etmek için harekete geçmiş, adalara el atmışlar.

Son yıllarda, adaların yerlisi olmayan kara çarşaflıların, takkelilerin sayısı artmış.

Ramazan  ayında, adalarda iftar  çadırı kuramamışlar, ama  adaların yoksul çalışanlarına, çoğu Anadolu kökenli at arabacılarına el atmışlar. Büyükada’da, bir bodrum katına girip çıkan kara çarşaflı, takkeli  kişiler çoğalmaya başlamış.

Bazı at arabacılarının ailelerini, çocuklarını  toplayarak buralarda dini eğitim veriyor, onları etkilemek için evlerine torbalar dolusu, yiyecek, giyecek gönderiyorlar.

Büyükada’nın bir de imam hatip kökenli Kaymakamı var.

İmam hatip kökenli dediysem, hemen kaşlarınızı çatmayın!

Bu Kaymakam, başka bir Kaymakam !

İşlerin altında Ali Cengiz oyunu var..

Pazar günüydü.Bir bahçenin önünden geçerken, mahallenin muhtarı gibi herkesi tanıyan Yaşar Ağabey, çiçeklerle uğraşan bir kişiye ”Kolay gelsin Kaymakam bey!” dedi.

Doğrusu, bu kadar yakınlığı yadırgamıştım.

Kaymakam Bey, bizi görünce, ”Ooo! Hoş geldiniz, şöyle içeriye buyurun, yukarı çıkıp bir çay içelim!” dedi.

Bir tatil günü, tanıdık da  olsa, bir kaymakamın yoldan geçen birilerini evinde çay içmeye davet etmesi  görülmüş, duyulmuş şey değildi.

Eski bir konağın merdivenlerinden üst kata çıktık.

 Evin içi soğuktu.Kaymakam bey, eşi, çocukları kazakla oturuyorlardı.

Evet! Büyükada  Kaymakamı Mevlüt Kurban, tıpkı Başbakanımız gibi imam hatip kökenliydi…

Rivayet olunur ki, AKP iktidarı, bütün devlet  kadrolarını imam hatip mezunlarıyla dolduruyor.

Bunun istisnası yok mu?

Var!

Eğer görevinizi doğru dürüst yapıyorsanız,

Laiklik ilkesine, Cumhuriyetin çağdaş  değerlerine bağlıysanız, değil imam hatip okulu mezunu olmak, ağzınızla kuş da tutsanız yaranamazsınız..

Büyükada’nın imam hatip kökenli kaymakamı Mevlüt Kurban, AKP’nin suyuna göre  hareket etmediği için sürgün edilmiş.

 Mevüt Kurban’ı, ”kurban” etmişler yani…

Demek ki, bu iktidara yaranmak için sadece imam hatip mezunu olmak  yetmiyor. Birilerinin borusunu da çalmanız gerekiyor…

Geçtiğimiz 19 Mayıs Bayramı’nda, Kültür Bakanı Atilla  Koç Büyükada’ya gelecekmiş.

Kaymakam Bey, oturmuş Kültür Bakanı’na sunulmak  üzere bir brifing hazırlamış.Bakan, bir yerde uyuyup kalmış mı, ne olmuşsa adaya gelmemiş. Yerine, Nusret Bayraktar başta olmak üzere AKP’nin üç İstanbul milletvekili gelmiş.Kaymakam’a ,” Madem Bakan gelmedi, o zaman bize brifing ver!” demişler. Amaç;  

”Kaymakam,AKP milletvekillerine brifing verdi.” dedirtmek, devletin kaymakamını karşılarında el pençe durdurmak…  Mevlüt Kurban,bu isteği kabul etmemiş;” Ben, yürütme organına bağlıyım,siz yasama organısınız.Ben ancak üstüm olan bakana brifing verebilirim” demişse de demiş ama karşısındakilere derdini anlatamamış..

Milletvekilleri, Kaymakama, öfke ile ”Görürsün sen gününü!” diye kafa sallayarak salonu terk etmişler..

Ve  Kaymakam ”gününü”görmüş; bir sabah göreve  geldiğinde sürgün yazısını masasında bulmuş…

Mevlüt Kurban hakkında bugüne dek yapılmış hiç bir şikayet, hiç bir soruşturma yok..

Ancak,bu Kaymakam, Cumhuriyet’in temel değerlerine inancını kanıtlamış başka bir Kaymakam.

Bu Kaymakam, Refah Partisi’nden Milletvekili Merve Kavakçı’nın  Meclis’te türbanla and içmeye kalkışmasını, Refah Partisi Genel Merkezi’ne çektiği telgrafla protesto eden bir Kaymakam…

 Mevlüt Kurban, Çiğli Kaymakamı olarak  Merve Kavakçı’nın eyleminden(!) sonra Refah Partisi Genel Merkezi’ne şu telgrafı çekiyor:

”21. Dönem Milletvekili Genel Seçimlerinde İstanbul ilinden milletvekili seçilen Merve Kavakçı’nın, 2 Mayıs 1999 tarihinde  TBMM’de yapılan  yemin töreni için Genel Kurul Salonu’na, Atatürk ilke ve inkilaplarına ve laik Türkiye Cumhuriyeti yapısına aykırı bir kıyafetle katılmasını kınıyorum..”

Böyle bir iktidarda, böyle bir kaymakamı o görevde tutarlar mı?

Hesap açık:

İmam hatip kökenli olmasına karşın, Cumhuriyet değerlerine bağlı bu kaymakamı  sürülecek; yerine, özellikle seçim sathı mahalline girilirken siyasetin  isteklerini geri çevirmeyecek bir kaymakam atanmaya çalışılacak.Yeni kaymakam, en azından bir öncekinin başına  gelenleri göz önünde bulundurarak  daha ”uyumlu” davranacak.Beklenti bu..

Böylece, bir taşla bir kaç hedef birden vurulmuş olacak. Hem, adalarda filizlenmeye başlayan dinci yapılanmanın üzerine  fazla gidilemeyecek.Hem de, zaten iyice kabuğuna çekilmiş, bir avuç kalmış son mozaik parçaları da biraz daha tedirgin edilecek.

Kaymakamın sürüldüğü yer de ilginç:

Antalya il sınırları..

Bilen bilmeyen de, Kaymakam,Antalya’ya gönderilerek ödüllendiriliyor sanacak…

Kaymakam  Mevlut Kurban, adalardaki beş yıllık görev süresinin daha ikinci yılında.Sürgün edilmesini gerektirecek hiç bir yasal dayanak yok.Adalarda yapılacak daha çok  işi olduğunu söylüyor, yapılan bu haksızlığı kabullenemiyor.

Kaymakamlarını göndermek istemeyen adalılar da, sürgün kararını  durdurmak için aralarında  üç bin imza toplamışlar.

Kaymakam, ”yürütmenin durdurulması”  için Danıştay’a baş vurmuş..

Şimdilik durum bu merkezde…

***

Etmeyin eylemeyin..

İstanbul’a sadece  iki günlüğüne  gelmiştim..

Yaşar Ağabeyle, adaların şöyle bir tadını çıkaracaktık.

Adalardaki köşklerde oturan, Anadolu Klübü’yle  kapı komşusu, üstelik de bizim yaşımız kadar gazetecilik deneyimine sahip bizden daha kıdemli bir çok  gazeteci ağabeyimiz var…

Bu işlerin kaygısı da  yine bize mi düştü?..

_______________

* Zaman Satan Dükkan, Fıstık Ahmet Tanrıverdi, Literatür ayıncılık,
www.literatur.com.tr

646940cookie-checkİSVEÇ’TEN… Adalara gel…

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.