İSVEÇ’TEN… Okurla dertleşme…

Boyumdan büyük laf ettiğimde merhum babam, beni “Öküz olmadan göpe sıçma!” diyerek uyarırdı. Göp, kağnılarda öküzün tam arkasına gelen bir tahta parçasıdır.Öküz, kağnı ile seyir halindeyken gereksinme duyduğunda,yediği saptan, samandan oluşan dışkısını bu tahtanın üzerine bırakır.Eğer, öküzün boyu  tahtaya yetmiyorsa, dışkı yol kenarlarına dökülür, oralarda kurur, tezek olur..İşte, babamın o sözü de, boyu henüz kağnının yüksekliğine yetmeyen tosuncuklara söylenir..

Geçen hafta “Arpa ektim, biçemedim” yazısını yazarken yol telaşındaydım.Siz o yazıyı okurken ben çoktan  bir haftalık kaçamak tatile çıkmıştım. Bizim, öyle büyük(!) gazetelerimizdeki gibi,”Yazarımız tatile çıktığından bu haftaki yazısını yazamamıştır” deme lüksümüz yok. Çetin Altan ustamız gibi, kırk yıl önce yayımlanmış bir yazıyı dün yazılmış gibi okura sunma hüner ve becerimiz de yok.

Döner dönmez ilk işim okur yorumlarına bakmak oldu. Okur yorumlarını önemsiyorum.Onlardan yararlanıyorum.Okurun beni yönlendiren önemli güçlerden biri olduğuna inanıyorum.Okurun her yazdığına yanıt vermeyi doğru bulmuyorum.Ancak,bazı yanlış anlamaları önlemek için zaman zaman yanıt vermek zorunlu hale geliyor.
 
Geçen yazıma yorum gönderen Sayın Suna Kalemci,” Bana bir harf öğretenin kırk yıl kölesi olurum” sözünün Hz. Ali’ye ait olduğunu söylüyor.Ali’yi önemseyen aile geleneğinden gelme biri olarak ben de bunu böyle biliyordum.Ama, yine de “akıl hocamız” Google’e  baktım, kendi aklıma değil de oradaki bir köşe yazaarına itibar ettim.Başta Sayın Kalemci olmak üzere okurlara ve  Hz.Ali’ye bir özür borcum var.

Sayın Yıldırım Keskin, belli ki kafasında taşıdığı önyargılarla yazmaya başlamış:”Emperyalizm faşist karaktere bürünerek ???Acaba ilerici karaktere de bürünür mü?” diye soruyor.Bunu sormakta haklı.Ancak, benim yazımda böyle bir cümle yok.Bu anlama gelecek bir satır da bulamaz.Nereden çıkardı bilmiyorum.Benim yorgun hallerim, fazla kaçırdığım yemekler belki yazılarıma yansıyor.Acaba,Sayın Keskin’in bu yorumu yazmadan önceki menüsünde  ne vardı,merak ediyorum.Yine de Sayın Yıldırım’ın sorusunda bir umut ışığı var. Bu soruları devam ettirsin.Acaba, Türkiye’de, 12 Eylül’den önce  “Emperyalizmin vurucu gücü ve  işbirlikçisi, silahlı taşeronu” olarak değerlendirdiğimiz faşist çeteler bugün nasıl bazı “solcu”larımızın vazgeçilmez müttefiki haline gelebildi? Bu soruyu da sorsa iyi eder..

Birol Ertan ve Aziz Gör dostlarıma söyleyecek sözüm yok.Aziz dostun uyarılarını dikkate alacağım.Yorum yazan tüm  dostlara teşekkürler.

 Çok şükür kendimi  “yazar” tayfasından da saymıyorum. En çok da okurlarımızın beni kendilerinden ayırarak “Yazar” kategorisine oturtmalarına bozuluyorum.

Ben de, herkes gibi,okuyan, yazan, düşünmeye çalışan,okuduğunu bazen anlamayan,kimi kez yazılanlara öfkelenen, arada bir yanlış yazan, çelişkiye düşen, etten, kemikten bir insanım; öyle de kalmak istiyorum…

Babıali’den kalma, yazarların “her şeyi en iyi bildikleri” anlayışına ve “dev aynası”nda görülmelerine karşıyım.Onların her yazdıklarının mutlak doğru, ya da “ayet” gibi değerlendirilmesinin, gelenekselleşmiş yanlış bir algılama biçimi olduğunu  düşünüyorum.

Ben, yazarken önce kendime karşı içten ve dürüst olmanın sorumluluğunu duyarım,okur dostlarıma karşı  iki yüzlülük yapmamaya çalışırım.

Onları hiç ilgilendirmese de, zamanında ödeyemediğim bir işyeri faturam,fazla kaçırdığım bir akşam yemeği,beni sabahlara kadar uyutmayan, yorgun bırakan bir kitap, hatta eşimle aramda geçen bir tartışmanın izleri yazılarıma yansır.Bir ruhum var ve kendimi bundan soyutlayamıyorum.

Ya da, ben, yaşadığı ruh halini ustalıkla gizleyen, kan kustuğu halde “kızılcık şerbeti içtim” diyerek okura başka dünyaların aynasını tutan yazılar yazma becerisini gösteremiyorum.

Ben,doğrularımla, yanlışlarımla, zaaflarımla, çelişkilerimle varım ve bunların toplamıyım.Zaman zaman zaaflarımdan birinin ön plana çıkmasını da yadırgamıyorum.Okurlardan, kendilerine gösterdikleri “hata yapma” hoşgörüsünü bana da tanımalarını bekliyorum.

Yazı yazmak, hiç kimse için kanıtlanmış bir ayrıcalık olmamalıdır.Çoğu kez, okurlardan   ileti kutuma gelen mektupları hayranlıkla okurum.Çoğu okurun  gerisinde kaldığımı düşünür,onların düzeyini yakalayamamanın eksikliğini duyarım.

Okur dalkavukluğu yapmak benim işim değil.

Ancak,“Bir yazar, okurun ilerisinde olmalıdır” şeklindeki düşünce zırtapozluğuna da karşıyım.Aksine, yazarın, hep “derya içre” balıklar gibi okurlarının arasında kalması gerektiğine inanıyorum.

Ve kendi adıma çoğu kez, okurları yazılarımla  düş kırıklığına uğrattığımı da biliyorum.

Böyle zamanlarda, daha çok fırınlar dolusu ekmek yemem gerektiğini,Yunus Emre gibi  nice yıllar Dergaha odun taşımam gerektiğini düşünüyorum.

Sokrates ağzıyla “Bildiğim tek şey, hiçbir şey bilmediğimdir” diyerek ukalalık yapmak istemiyorum.

Ama neyi, nereye kadar bildiğimi, neyi bilmediğimi,nereden gelip nereye gittiğimi iyi/kötü biliyorum.

Okur dostların beni böyle kabul etmelerini, benimsemelerini diliyorum.


Eğer aradıkları, ulaşılmaz  yazarların ufuk açıcı satırlarıysa, bende bu yok.

“Fazla tevazu gösterme sonra inanırlar” diyenler çıksa da,

“Ben de kendimce bir Bedreddin’ im”…

Elbette ki, her yazdığıma alkış beklemiyorum.

Alıngan ve hoşgörüsüz değilim.

Beynimi de kimseye kiralamadım.

Özgür istencimle, doğru bildiğim,içtenlikle inandığım vicdani değerlerimin dışında, hiç kimsenin, hiç bir grubun hesabına yazmıyorum. Kimseye diyet borcum yok.İnsani sıkıntılarımın dışında kafam ve yüreğim rahat…

Bir gün, yazdıklarımın geniş okur kitlesinin ilgisini çekmediğini, okunmadığımı, onlardan koptuğumu anlarsam;

Yapacak başka bir şeyim kalmaz.

Bu iş bana babamdan kalmadı; sırtımda yumurta küfesi yok, der;İzzeti ikbal ile,

Bir meri keklik gibi çeker giderim(*)

___________________


(*) ”Dövülmüşüm/ Sövülmüşüm/ Kovulmuşum/ Siktir edilmişim yani/ Kendi öz yurdumdan/ Bir meri keklik gibi/ Çeker giderim” Enver GÖKÇE

646800cookie-checkİSVEÇ’TEN… Okurla dertleşme…

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.