Tayyip Bey ve ben…

Gazeteci Ruşen Çakır ve Fehmi Çalmuk, 4- 8 Temmuz 2001 tarihleri arasında Milliyet Gazetesi’nde “Kasımpaşalı” başlığıyla yayımladıkları yazı dizisini aynı
yılın Eylül ayında ‘’ Recep Tayyip Ertdoğan- Bir dönüşüm öyküsü’’ adıyla kitaplaştırmışlar..

Ruşen Çakır’ın o yıllarda Erdoğan’la yakınlığı biliniyordu. Bu kitap böyle bir dostluğun ürünü müydü, bilmiyorum.

Bugün de aynı kitabı, aynı içerikte yazabilirler miydi, onu da bilmiyorum…

Benim dikkatimi çeken, son halk oylamasında da ‘’sahiiler’’ ve ‘’karalar’’ şeklinde ortaya çıkan, aynı coğrafyada, aynı topraklar üzerinden yaşayan insanlar arasında bu denli sosyal ve kültürel farklılıkların olması…

Diyelim ki, Sayın Erdoğan, ülkemizin Karadeniz kıyılarında doğdu.

Ben de güneyde, Toroslarda…

Artık sosyologlar mı olur, psikologlar mı olur, birilerinin çıkıp aynı yılda doğduğumuz Tayyip Erdoğan’la benim aramdaki –kitapta gördüğüm- bu sosyal ve kültürel farklılıkları açıklaması gerekir.

Burada Başbakanın danışmanlarını, basın danışmanlarını göreve çağırıyorum: Lütfen, bu sorlarımı Sayın Başbakana iletsinler:

Kitapta anlatılan, Tayyip Erdoğan’ın çocukluğu doğru mudur?

Doğru değilse, yazılanlar yalanlanmış mıdır?

Bakın, Tayyip Beyin çocukluğu kitapta nasıl anlatılıyor

“Reis Kaptan (Erdoğan’ın babası-ahn) sinirliydi. Öfke anlarında evde kimse ona yaklaşamazdı. Recep Tayyip hariç. Baba ne zaman sinirli olsa iş ona düşerdi. Küçük oğlunu kollarına alan Reis Kaptan anında yatışırdı. İlk eşinden iki, ikincisinden üç çocuğu oldu. Eşi Tenzile Hanım’dan olan üçüncü çocuğuna babasının adı olan ‘Tayyip’i koydu. Buna bir de doğum Recep ayına denk geldiği için Recep eklendi. Tarih 26 Şubat 1954’tü.

Recep Tayyip, babasını üzdüğü zaman ilginç bir yola başvururdu: Eğilir ayakkabılarını öperdi. Bunu gören Reis Kaptan sakinleşir, gözlerinden yaşlar süzülürdü. Reis Kaptan çok otoriter bir adamdı. Denizcilik kurallarını evine de taşımıştı; örneğin cezalar bile deniz kurallarına göreydi. Bir gün Recep Tayyip’in ağzının bozuk olduğunu bilen kapı komşuları Müşerref Abla, ona yine küfür ettirmiş, katıla katıla gülmüş, sonra da poposuna vurarak cezalandırmıştı. Bunu duyan Reis Kaptan, beş-altı yaşındaki oğlunu tavana asarak cezalandırdı. 15-20 dakika sonra dayısı küçük Tayyip’i indirdi…

Bu olayından sonra Reis Kaptan’ın, Erdoğan’a ‘küfretmesini’ yasakladığı ve bir daha küfretmeme sözü aldığı da anlatılmıştı…”

Kitapta anlatıldığına göre, Tayyip Bey, çocukluğunda küfürbazmış…

Hâlâ öyle olup olmadığının takdirini, okurlara bırakıyorum.

Ben ise küfürü hiç beceremedim.

Çocukluğumda küfür nedir bilmedim.

Gençliğimde, Lenin’in ”Siyasette küfür aczin ifadesidir” sözünden mi korktum, nedense hiç küfür etmedim…

Bir gün, İsveç’te, rahat koşullarda yetişen küçük kızıma ”Eşşek!’dedim;

Kızım gayet saf ve özgüvenli, ”Ama baba, ben eşeksem sen de eşeğin babası oluyorsun!” demez mi? Yerin dibine geçtim, bir daha da böyle sözler etmemeye yedi ceddime yemin ettim…

Tüylerimi diken diken eden sorum şu: Recep Tayyip Erdoğan, babası sinirlendiğinde, onu yatıştırmak için gerçekten eğilip ayakkabılarını öper miydi?

Benim Cafer Gango Tan dedem, 80 yaşındaydı… Bırakın ayakkabılarını öptürmeyi, bize elini dahi öptürmezdi. Evine 10 yaşında çocuk da konuk gelse, onu ayağa kalkarak karşılardı. Elini öpmek için zorladığımızda, ‘’Berhudar ol!’’ diyerek elini başımızın üzerine koyar , yanağımızdan öperdi. Her fırsatta, dayılarımı, teyzelerimi,’’Çocuklarınızı el öpmeye alıştırmayın’’ diyerek uyarırdı.

O yüzden, küçükken köyümüze gelen ‘’dede’’lerden hiç hoşlanmazdım. Ellerini öpmemek için damların, çalıların arkasına saklanır, gitmelerini beklerdim….

Bunları yazarken birden aklıma şeytani bir soru geldi:

Acaba, insanı, Hikmetyar’ın dizinin dibine oturmaya götüren sürecin, çocukken bu ayyakkabı öpmekle mi bir ilgisi var mıydı?

Neyse, kitaba dönelim:

Kitapta, bir de, Reis Kaptan, beş- altı yaşındaki oğlu Tayyip’i cezalandırmak için tavana asma ifadesi var ki, şaştım kaldım..

Kitapta yeterince ifade edilmemiş; tavana boynundan asamayacağına göre, herhalde ayağından asmıştır…

Gözünüzün önüne getirebiliyor musunuz, Recep Tayyip Erdoğan, beş- altı yaşında birçocuk ve ayağından tavana asılarak cezalandırılıyor…

Psikologlara soruyorum: Böyle bir cezalandırma yöntemi, çocuğun gelecekteki yaşamında travmalara yol açmaz mı?

Benim böyle ‘’halim- selim’’ olmam da herhalde çocukluğumda hemen hiç dayak yememiş olmamda kaynaklanıyor.

Çocukken yaramaz biriydim, arkadaşlarımdan çok dayak yedim.

Ama,, babamdan hiç dayak yemedim..

Sadece beni değil, kardeşlerimi de dövmezdi..

Babam otoriter biri değildi.

Tayyip Bey’in ayağından tavana asıldığı yıllarda, babam beni yakaladığında, ‘’Bakayım oğlumun büllüğü büyümüşse, evereyim’’ diyerek severdi…

Acaba bu yüzdene mi Tayyip Beyle, aynı yaşta olmamıza karşın zıt kişilik özelliklerine sahip olduk?

Tayyip Bey, bu yüzden mi o kadar öfkeli?

‘’Öfke bir hitabet sanatıdır’’ diyerek gizlemeye çalıştığı şey aslında çocukluğuna duyduğu öfke mi?

O, bu denli öfkeliyken, -çok şeye kızmama karşın- ben neden bu kadar sâkinim; bende mi bir eksiklik var?

Neden, beş yıldır yazı yazdığım bu Açık Gazete’de, hiç kimseye karşı kalemimden acı bir söz çıkmadı?

Eğer Başbakanla kendimi kıyaslamak ‘’haddimi aşmak’’ değilse; acaba hengimiz ”kendimize karşı daha çok barışık”ız?

Sosoyologlar, psikologlar bu sorumu yanıtlasa da, ben de ne durumda olduğumu bilsem ve rahatlasam…

__________________

* [email protected]

648250cookie-checkTayyip Bey ve ben…

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.