Türkiye’de kadın olmak veya olamamak

Söz konusu bu yeni egemenlik alanı, sorunların çözüm alanı olmak yerine mevcut sorunlar üzerinden ekonomik rant elde edilen ve sömürü mantığıyla hareket edilerek bu yolla çeşitli paradigmaların üretildiği kapitalist bir piyasa halini almıştır. Bu piyasanın hâkimiyetini elinde bulunduran medya, yaşanan süreci en etkili argümanı olan TV aracılığıyla kendi lehine çevirmekte ve ne pahasına olursa olsun buradan karlı bir biçimde çıkmayı amaçlamaktadır. Dolayısıyla bu amaca ulaşmak adına her şeyin mübah sayıldığı (Makyavelci mantık) bir düzlemde ahlaki değerlerden, insani referanslardan ve sosyal sorumluluktan söz etmek, elbette ki safdillik olur.


Bu bağlamda, özellikle kadın programlarındaki tartışmaların birer sonuç yansıması olarak gerçekleşen cinayetler, gözleri bir kez daha bu egemenlik alanına ve onun hırslı aktörlerine çevirmiştir. Bu programların son günlerdeki tartışmaların merkezine taşınması ve yapımcılarının adeta meşru savunma çizgisine çekilerek, buradan kendilerini ve programlarını müdafaa etmeleri bu yönüyle önemli bir örnektir.


Bununla birlikte, ülkemiz bağlamında “kadın” olgusunu ele alırken bu perspektiften hareket etmemiz, sürecin doğru okunmasında ve algılanmasında epey yardımcı olacaktır. Ama yaşananları sadece kadın programları gibi popüler mecralardan ele almak bizi fazla ileriye götürmemekle birlikte, kısır bir döngü içinde kalmamıza yol açacaktır. Çünkü popüler olma veya bu tür programlara çıkma konusunda diğerleri kadar şanslı (?) olamayan kadınlar da vardır. Kaldı ki, mevcut haliyle devam eden şiddet kültürünü/kültürsüzlüğünü ve sömürü mekanizmasını adeta içselleştiren kadınlar, hayatın her alanında ezilmeye mahkûm olmuşlardır.


Evde, okulda, işyerinde ve daha birçok yerde hâkim unsur olarak kadını ezen ve onu dar kalıplar içinde yaşamaya mahkûm bırakan bu ataerkil/kapitalist zihniyet, diğer taraftan da “sözde çözüm” çabalarıyla ekranlardaki varlığını meşrulaştırmaya çalışmaktadır.


Sözde çözüm çabalarıyla kadınları ekranlara çıkarıp yüzlerini siyah maskelerle kapatanlar – tanınmamaları veya utanıp sıkılmamaları için olsa gerek(!) –  aynı başarıyı, yaşanan sorunları gizlemede gösterebilecek midir?


 Peki, daha birkaç hafta önce kocası tarafından kürtaja zorlanan ve doktor hatası sonucu ölen kadının durumuna ne demeli? 1–2 milyar için, Hipokrat yeminini hiçe sayarak bir kadını öldüren ve bunu büyük bir aymazlıkla itiraf eden doktorun kendini savunma çabaları, bizlere meşru savunma çizgisindeki program yapımcılarını hatırlatmaktadır.


Öte yandan tecavüzcüsüyle evlenmek zorunda bırakılan bir kadın gerçekliği ortada dururken, namus adına töre cinayetlerine kurban edilen yüzlerce kadın katilinin aramızda büyük bir aymazlıkla dolaşmasını hangi mantık açıklayabilir? Yada bir cep telefonu mesajıyla bile alevlenen erkek kıskançlığının 37 bıçak darbesiyle genç bir kızın hayatına mal olduğunu TV ekranlarında Hollywood filmi edasıyla izleyenler acaba “erkeklik”leriyle övünüyorlar mıdır? Böylesi bir ilkelliğin ve feodal zihniyetin mağduru olan kadınlar son kertede, erkeğin her türlü içgüdüsel ve hayvani dürtülerine kurban edilmektedir. Bu noktada başta medya olmak üzere tüm çevrelerin duyarlı olması gerekirken, herkesin adeta “erkek” tarafına geçtiğini ve oradan geliştirdikleri kimi retoriklerle(söylemlerle) mevcut süreçte erkeğe destek çıktıklarını görmekteyiz.   Bu konuya verilecek en somut örnek yine medya cephesindeki pratiklerden verilebilir.


Şöyle ki; genç sevgilisini sokak ortasında delik deşik eden bir erkeği “çılgın aşık bunalım geçirdi” şeklinde masum ifadelerle nitelendiren medya,  koca baskısından/şiddetinden kurtulmak için son çare olarak çocuğunun boğazına bıçak dayayan bir kadını ise “canavar anne/kadın” şeklinde duyurmaktadır o çok duyarlı (?) seyircilerine. Nitekim aynı medya, seyircilerin birçoğunun bu görüntülere bizzat yaşadıkları deneyimlerden dolayı yabancı olmadıklarını bildiği için ve daha çok malzeme/haber çıkacağını düşündüğü için görüntüleri defalarca ekrana getirmekten kaçınmıyor/utanmıyor. Gerçi bu tür haber ve görüntülerin maalesef çok daha fazla seyredildiği gerçeği dururken ve en önemlisi de böyle ilkel bir mantıkla hareket eden bir erkek güruhu toplumda sayıca fazla iken medyanın utanmasına gerek yoktur. Kaldı ki “utanmak” en nihayetinde insani değerlerden referans alan bir duygudur. Dolayısıyla, başta etik değerlerin yozlaşması olmak üzere, manipülasyonlarla insanların kandırılmasına ve şiddet çığırtkanlığı yaparak kapitalist ve ataerkil sömürüye psikolojik cepheden destek sağlayan medya ve onun etkili argümanları olan gazeteler ve TV programları (özellikle kadın programları) maalesef “utanma” duygusunu tanımamaktadır.


Gelinen noktada bir taraftan kadınlık tanımı daraltılırken diğer taraftan da kadının rolü, hapsedildiği çerçevede soy sürdürülmeyle sınırlandırılmıştır. “Kadının karnından sıpayı, sırtından sopayı esirgemiyceksin”  gibi ilkel/feodal atasözleriyle hareket eden bireylerin olduğu bir ülkede post-modernist çabalar elbette ki boşa gidecektir.


Bununla birlikte son yıllarda kapitalist kar uğruna bazı kadınların kadınlık kavramının çok ötesinde bir konuma oturtularak (ticari bir meta) bu yolla büyük paraların kazanılması ülkemizdeki kadın olgusuna yönelik farklı bir perspektif oluşturmaktadır. Küreselleşmenin ideolojik aygıtları olan TV dizilerinde ve yarışma programlarında “arzu edilen” kadın modeli sunulmakta ve sunulanların kadın tarafından içselleştirilmesi sağlanmaya çalışılmaktadır. “Kim şık-kim rüküş” söylemiyle kadının dönüşümüne ve daha çok tüket(il)mesine uygun zemin hazırlanmaktadır. Kadın tamda bu noktada geleneksel üretici (ana veya eş) konumundan, tüketici konumuna getirilmiştir.


İşte, kadınlarımızın karşı karşıya oldukları bütün bu olumsuzlukları dikkate alarak yukarıda çizdiğim genel çerçeve maalesef bu ülkenin bir gerçeğidir. Bu noktada “insanım” diyen herkesin şu sözleri içselleştirerek haykırması gerekir:


Tüm şiddetiyle her alanda varlığını sürdüren bu kapitalist sömürü zihniyeti ve erkek egemenlikli sistem aşılmadan, kadın asla özgürleşemez. Bugün kadının bizzat bedeni üzerinde gerçekleşen sömürünün ve işkencenin çözüm parametreleri her anlamda demokratik bir toplum, adil gelir dağılımı ve kadın-erkek eşitliği temelinde biçimlenen yeni bir demokratik yaşam alanı ile mümkündür. Bu alanda cinsiyet ayrımına gitmeden, fetişist bir ataerkil algılamaya yer vermeden ve en önemlisi de kadınları birer namus abidesi veya bekçisi olarak görmeden hareket edilmelidir. Dolayısıyla egemen erkek kültürünün birer baskı argümanı olan maçoluk ve kıskançlık gibi ilkel davranışlara ve bu yöndeki her türlü tahakküme son verilmelidir.


________________


* Arş.Gör.   [email protected]
Yazarın diğer çalışmaları için: http://denizozyakisir.sitemynet.com

685990cookie-checkTürkiye’de kadın olmak veya olamamak

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.