Türkiye’deki seçim sistemi üzerine

Siyaset bir anlamda hayatı örgütlemenin adı ise, demokratik bir seçim de bunun önemli aşamalarından birisidir. Siyasetin kendini yenileyebilmesinin, kendini aşabilmesinin öncelikli yolu seçim sisteminin demokratikleştirilmesinden geçmektedir. Toplumun talepleri doğrultusunda siyasetin şekillenmesi gerekir ve bunun yolu da demokratik bir seçim sistemidir. Toplumsal taleplerin çeşitliliği çerçevesinde ve çoğulculuğun kurumsallaşması doğrultusunda, siyaset-toplum ilişkileri yeniden düzenlenecek ise bunu ilk adımı seçim yasasının demokratikleştirilmesidir. Seçimler bir bakıma, politikanın yeniden örgütlenmesinin aracı da olmaktadır. ( Palmer, 1975: 11)

Doğal olarak, seçimler yoluyla halkın iradesinin belirlenmesiyle siyasetin şekillenmesine tarih boyunca itirazlar da olagelmiştir. Örneğin, diktatörlüğün klasik savunma biçimi olarak, nasıl sanatta bilimde dahilere yer var ise, siyasette de bir dahinin yapılmasını istediği bir şeyi yapmak daha uygun görülebilir. Örneğin Yunanlılar, Sokrates’i önder yapsalardı, belki de kendileri için daha iyi olacaktı. Gemideki bir kaptanın %50 de doğru olsa, verdiği bir karar, uzun tartışmalar sonrası kayalara vurmaktan daha iyi değil midir? Üstelik halkın iradesi de günbegün değişebilmektedir. (Parkinson, 1976:258) Halbuki diktatörler genellikle yetenekleri ne olursa olsun, muhalefet istemedikleri için zaten diktatör olarak adlandırılır ve yanlış bir siyaset izlendiğinin söylenmesinden haz duymazlar ve sadakat isterler.  Adolf Hitler bunun iyi bir örneği olmuştur. Üstelik Hitler yapılan bir plesibit ile de halkın % 90’ının desteğini de alabilmiştir. (Britannica, 1964: 547)

Otoritenin kullanılması asla kendi başına bir amaç olamaz. (Carr, 1990: 65) Üstelik devlet yapısının militarize olduğu yapılar demokratikleştirilmeden ve sivilleştirilmeden, tek başına seçim sistemi, siyasetin dönüştürücü niteliğini zayıflatmaktadır. ( Parla, 1989: 108) Devlet bürokrasisinin siyasal tutum ve eğilimi açısından giderek hızlanan bir şekilde kapitalizmle bütünleşmesi gerçeğini de unutmamak gerekir. ( Şaylan, 1986: 216)

Tabii, darbe kültürü yerine demokratik bir siyasal kültür ortamında yapılan seçimlerin mahiyeti de farklı olacaktır, Kültür, bir insan topluluğunda beklenen davranışları tayin eden rolleri oluşturan, düzenlenmiş bir davranışlar, düşünceler ve duruşlar bütünü ise, toplumsal   belleğin niteliğinin siyasete yansıması da benzer nitelikte olacaktır. ( Duverger, 1982: 107)

Türkiye’deki ilk çok partili seçimin 21 Temmuz 1946’da, çok partili hayata geçiş 7 ayını tamamlamadan apar topar yapılarak, muhalefetin teşkilatlanmasının tamamlamasını beklemeden yapılması ve açık oy, gizli tasnif sistemiyle gerçekleştirilmesi ibret vericidir.

14 Mayıs 1950 seçimleri ise DP’nin nispi temsil isteği ile yapılmış, ama çoğunluk sistemi uygulanmıştır. Ama aynı DP, 2 Mayıs 1954’de seçim sistemini değiştirmeye, kendisi çoğunluk olunca, gerek görmemiştir. 27 Ekim 1957’de seçimde karma liste oluşturulması engellenmiştir. 15 Ekim 1961’de kurucu meclis, her ili bir seçim bölgesi olarak kabul eden barajlı nispi temsil sistemi uygulamış, 6 Haziran 1964 kısmi cumhuriyet senatosu seçimlerinde de barajsız nispi temsile geçilmiştir. Bunun üzerine 10 ekim 1965 seçimleri CHP, CKMP ve YTP’nin birleşerek Millet Meclisi seçim kanununu barajlı nispi temsilden milli bakiye seçim kanununa çevirmişlerdir. 5 Haziran 1966’ daki kısmi cumhuriyet senatosu seçimleri de aynı sistemle olmuş, böylece örneğin, Tip %3.9 oy alabilmiştir. 12 Ekim 1969 seçimlerinde Adalet Partisi seçim sistemini değiştirmiş ve tekrar 1961’deki esaslar getirilmiş ama TİP’in Anayasa mahkemesine başvurması üzerine, Mahkeme İlleri bölge olarak kabul eden barajlı nispi sistemi anayasaya aykırı bulmuş ve barajsız nispi temsile geçmiştir. Bu sistem 1973 ve 1977 seçimlerinde de uygulanmıştır. Bu seçimde de örneğin, TBP % 2.8, TİP de %2.7 oy almıştır.

Türkiye’deki seçim sistemi 12 Eylül 1980 darbesinden beri, Kenan Evren’in talimatları doğrultusunda hazırlanarak, %10 barajı ile seçmen iradesine baraj koymaya dayanmaktadır. Burada amaç 1980 öncesi siyasi istikrarsızlığın kaynağı olarak görülen küçük partilerin meclise girmesine engel olmaktır. Bugün partilerin sayısının 50’yi bulması, parti enflasyonunu engellemediği gibi, koalisyonlara dayalı iktidarların oluşması önünde de bir engel teşkil etmemiştir. Aslında örgütlenme özgürlüğü ve yarışma özgürlüğü serbest seçimlerin vazgeçilmez özelliği olmalıdır. (Katz, 1980: 1)

10 Haziran 1983 tarihinde yürürlüğe giren 2839 sayılı seçim kanunun 33. maddesi ile Türkiye % 10 barajı ile tanışmıştır. MGK’nın veto engeli ile başlayan 1983 seçimleri, ANAP’ın % 45 oy ve 212 milletvekili alması ile sonuçlanmıştır. 1987 seçimlerine ise 7 parti katılmıştır. ANAP yine tek başına iktidar olmuştur. 1991 seçimlerine ise 6 parti katılıp, 5’i meclise girmiştir. 1995 seçimlerine de 12 parti katılıp, 5’i barajı geçmiştir. Yaklaşık 30 milyon seçmenin 3.5 milyonu bu dönem parlamentoda temsil edilememiştir. 1999 seçimlerine 20 parti katılmıştır. 18 partinin katıldığı 2002 seçimlerinde ise AKP % 34.3 ile 363 milletvekili çıkararak tek başına iktidar olmuş, CHP de %19.4 oy almıştır. İkisinin toplamı % 54.7 olmuştur. Yani % 46.3’ ün iradesi böylece dışarıda kalmıştır. Ve bu durum aynı şekilde 3 Kasım 2002 seçimlerinde de süregelmiş, parlamentoya sadece iki parti, AKP ve CHP girebilmiştir. Barajsız bir sistemde de, barajlı bir sistemde de farklı bir temsil olmayacağı gibi bir yaklaşımı, seçimlerdeki psikolojik faktörlerin oluşturduğu psikolojik barajları dikkate almadığından  ihtiyatla yaklaşmak gerekir. (Demirel, 2002: 48)

Siyasi temsil krizi, temsilde adaletle çözülür. Temsilde adaletle, siyasi istikrar arasında aslında ters bir orantı da yoktur. Türkiye’de 1965 seçimlerinde uygulanan nispi temsil, milli bakiye sistemi ile AP tek başına iktidara gelmiş ve kendi rasyonelleri içinde istikrarlı bir tek parti yönetimi oluşturmuştur. (Çam, 1968: 218)  Nispi temsilin parti sayısını artırıcı eğilimi, mevcut partilerin parçalanmasından ziyade, yeni partilerin çoğalması şeklinde görülmektedir.  Seçmenin iradesini en yüksek düzeyde yansıtacak bir seçim sistemiyle, halkın oyunun çalınması önlenebilir. Ne kadar oy, o kadar milletvekili esası gibi demokratik bir yaklaşım üzerinden gidilmelidir. (Cotteret, 1984 :46) “Muhalif, azınlıkta kalan görüşler meclise yansımazsa istikrar sağlanır.” tezi 1980 sonrası yaşadığımız 6 genel seçimin ışığında bakıldığında çökmüştür. Seçimlerde çalınan oyları sadece çöplükte aramamak gerekir, o oylar büyük ölçüde seçim sisteminin kendisindedir. 1991 seçimlerinde seçmenin %53.5’i, 1995’de de %29.2’sinin iradesinin Meclise yansımamasına rağmen daha sonraki seçimlerde de durumu düzeltici bir adımın atılmaması, siyasi oportunizmin tipik bir örneğini oluşturmuştur. Yarış koşullarında eşitlik sağlamayan her seçim sistemi esastan hilelidir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde %10’luk baraja itiraz edilmesine rağmen, henüz bir sonuç alınmamıştır.
Bugün her beş seçmenden dördünün seçim sisteminin kötü işlediğini düşündüğünü görüyoruz. (Tüsiad, 2001:33) Ama bunu değiştirecek bir siyasi irade, bütün seçim öncesi taahütlere rağmen ortaya çıkmamıştır.

Halbuki demokratik bir seçim sisteminde devlet hiç bir partiyi kayırmamalı, ayırımcılık yapmamalıdır. Aday belirleme yönteminde, önseçimin zorunlu kılınmadığı ortamlarda, gayri ahlaki ve anti demokratik bir tarz merkezden dayatılabilmektedir.

Her sandıkta 190 seçmen, yani yaklaşık 60 aile bulunur. Türkiye’de 138 bin 690 sandık bulunduğu düşünülür ise sandık başı denetimi yoksa seçimlere girmenin de fazla bir anlamı yoktur. Aslında teknolojik gelişim bütün örgütlenme formlarını doğasını değiştirdiği gibi, seçimin yapısını da değiştirmiştir. ( Mulgan, 1997: 339)  
Partilerin kendilerini tanımlamaları ile seçmen profili de birebir örtüşmemektedir. Artık hiç bir konu kimseye zimmetli değildir. Diyelim kendini solda tanımlayan DSP’nin kendini solda niteleyen seçmeni %41 civarında olabilmekte, o yüzden DSP’deki erime yerini sola değil, Genç Parti gibi yapılanmalara bırakabilmektedir. Yine otoriter bir tek adam siyasetine meyleden bir politik kültür kendini üretebilecek ortamı rahatlıkla bulabilmektedir. Aslında seçimlerde bireyleri tam neyin güdülediğini, nasıl bir anlam dünyası ürettiklerini açıklamak çok kolay değildir. Tarihsel koşulların şekillendirmesi kadar, bazı değişmezler de söz konusu olabilmektedir. 87 referandumunda, yurttaşın %49’u siyasi yasaklar sürsün diyebilmiş ve ardından yasaklanmasını istediği aynı siyasetçilere oylarıyla destek de sunabilmişlerdi. Yurttaşın demokratik duyarlılığı azaldığında, siyasi güçsüzlüğün yarattığı çaresizlik, politik kültür üzerinde belirleyici olabilmektedir. Yurttaş varolanın devamına dayanan bir “istikrar”dan yana tutum alabiliyor. Yurttaşların kelimenin tam anlamıyla kendi memleketlerinin gerçeklerine karşı yabancılaştırılmasının karşılığı, aslında halksız demokrasi olmaktadır. ( Duverger, 1969: 217)
Delege sistemini kaldırarak, doğrudan demokrasinin araçlarını yaratmak, önseçimi zorunlu kılmak, rotasyon ve kadın kotası gibi yöntemleri uygulamak, henüz Türkiye’deki siyasi yaşantıda yeterince kurumsallaşamamıştır.

Bugün Dünyada giderek temsil sistemindeki engellerin en aza inmesi eğilimi söz konusudur. Oy verme hakkı artık bugün en evrensel haklar arasında kabul edilmektedir. Temsili ilişkilerin ve sisteminin olmadığı dünyada 5 ülke kalmıştır: Birleşik Arap Emirlikleri, Katar, Bruni, Umman ve Suudi Arabistan. (Derbyshire, 1991:108 )
Sorunların çözümünde halkın iradesine ve hakemliğine başvurmada ve toplumsal muhalefetin sesini ve taleplerini meclis kürsüsünden tüm topluma iletme imkanını bulmada seçim sistemi tekniğinin tayin edici bir önemi bulunmaktadır. Barajı da, bir tür 12 Eylül yasağının devamı olarak değerlendirdiğimizde, toplumsal muhalefet güçlerinin mecliste temsil edilmemesi hedefinin başarılı olduğunu söyleyebiliriz. Adil ve demokratik bir seçim sistemi doğrultusunda yapılacak köklü düzenlemeler bunu sağlayabilir. Uygulanan seçim sistemi, demokrasinin ölçütlerinden birini oluşturur. “Temsilde adalet” ve “Yönetimde istikrar” aslında birbirini tamamlayan ilkelerdir. Bugün Türkiye’nin ihtiyacı, seçim ertesinde tortu bırakmayan, sonuçları üzerinde tartışma yaratmayan, temsilde adaleti öne alan ve seçmenin iradesini en yüksek oranda yansıtan; demokratik olan, çoğulculuğu sağlayan, farklı görüşlerin yasama organında temsiline imkan veren; partiler arasında, yarış koşulları açısından eşitlik sağlayan bir seçim sistemidir. Seçimler siyasal iktidarın yasallaşmasının yolu ise, bu durumda yasallık ile meşruiyetin kesiştiği noktada optimumu yakalamanın yolu seçim sisteminin niteliğinden geçmektedir. (Çam, 1990: 439)

Her partinin gücü oranında temsiline olanak sağlayan tam nispi temsil, yani milli bakiye sistemi koşullarımıza uygun bir sistemdir. Milli bakiye sisteminde, ne ulusal ne de bölgesel baraj vardır. Böylece toplumdaki bütün görüşler TBMM’de güçleri oranında temsil edilirler. Seçmen gönlündeki partiye oy verebilir. İttifaklar tartışması da anlamını yitirmiş olur. Bu sistemde her İl bir seçim çevresidir. Her seçim çevresinde geçerli olan oyların toplamı o çevreden çıkacak milletvekili sayısına bölünerek bir seçim sayısı saptanır. Her seçim çevresinde, partilerin aldığı oylar içinde ne kadar seçmen sayısı var ise, partiler o ölçüde milletvekili  çıkarırlar. Seçim çevresindeki milletvekillikleri, bu esasa göre dağıldıktan sonra, her partiye ait geriye kalan geçerli artık oylar, ülke genelini kapsayan bir milli seçim çevresi içinde toplanır, toplam milletvekili sayısına bölünerek, milli seçim sayısı saptanır.  Her parti artık oyları içindeki sayıya göre milletvekilliği alır. Böylece bu sistemde bir tek oy bile ziyan olmamış olur. Zaten seçimlerin asıl fonksiyonu, seçmen tercihlerinin ve taleplerinin partiler vasıtasıyla, aşağıdan yukarıya kanalize edilmesidir. (Akgün, 2002: 12)        
Avrupa ülkelerinin seçim sistemlerine bakıldığında, mesela Almanya’nın uyguladığı % 5 barajının ulusal azınlıkları temsil eden partilere uygulamadıklarını görürüz. (Çolak, 2001:1)  İsrail’de seçim barajı % 1.5, Danimarka’da % 2, İsveç’de % 4, İtalya’da % 4, Yunanistan’da % 3 ülke barajı vardır. Toplumun farklı kesimlerinin ülke barajının % 5’e düşürülmesi gibi önerileri olmuştur. (TOBB, 2000: 99)

 Barajlar partilerin anti demokratik zihniyetleri nedeniyle kaldırılamıyorsa bile Avrupa’daki en üst sınırdan daha yüksek olmamalıdır. Bu çerçevede bir tür sepet sistemi ile seçim ittifakları yapılmalıdır. Böylece politik kültürümüzde yaygın olan takiyyenin önü alınmış olur. Zorunlu önseçimle, milletvekili adaylarının parti merkezlerince belirlenmesinin uygulamasına son verilerek, lider egemenliği ve delege oyunlarının önü kesilebilir.

2820 sayılı Siyasi Partiler Yasası’ndaki siyasi partilere devletçe ekonomik yardım yapılmasını öngören adil ve eşit olmayan düzenleme de kaldırılabilir. Siyasal partilerin bazılarının devletçe finanse edilmesi eşitlik ilkesine aykırıdır. Seçime katılan siyasi partilerin ulusal ölçekli yayın yapan bütün basın ve yayın organlarında eşit bir biçimde yararlandırılmaları gerekir.

Seçime katılan siyasi partilerin, radyo ve televizyonda propaganda faaliyetlerini düzenleyen 298 sayılı seçimlerin temel hükümleri ve seçmen kütükleri hakkındaki temel kanunun 52. maddesinde her partiye tanıdığı 20’şer dakikalık propaganda imkanına ek olarak, mecliste grubu olan partilere 10 dakika, iktidar partilerinden büyük olanına 20 dakika, küçük olanına 15 dakika, ana muhalefet partisine 10 dakika fazla propaganda süresi verilmesi şeklindeki düzenleme, seçimleri daha başında eşit olanaklara sahip olunmayan bir yarış haline getirmektedir.

Oysa Türkiyenin de taraf olduğu Paris şartında, “Bireylerin ve grupların kendi siyasi partilerini veya başka siyasi örgütlerini tam bir özgürlük içinde kurma haklarına saygılı olacak ve böyle siyasi partilere ve örgütlere birbiriyle kanun önünde ve resmi makamlar tarafından eşit muamele esasına müsteniden yarışabilmesi için lüzumlu hukuki garantiler sağlanacaktır,” (Paris şartı Ek-17.6) denmektedir.

Seçim sistemi temsili engellemekte ve temsilde adaleti sağlamadığından ciddi sakıncalar içermektedir. Alınan oy ile, İl’de edilen temsil imkanı arasında önemli farklar çıkmaktadır. Barajlara dayalı bir seçim sisteminde, seçmenin oyları da aynı değerde değildir. İller arasındaki eşitsizliğin büyüklüğü de ortadadır. Nüfusu az olan iller kazançlı çıkarken, nüfusu yoğun olan iller zararlı duruma düşmektedir.

Bugün yine gündeme gelen iki turlu seçim sisteminin de sakıncaları vardır. Öncelikle adil değildir. Azınlık görüşlere imkan sağlamayacağı için demokratik değildir. Çoğulculuğu kısıtlamakta,tercihi sınırlamaktadır. Bu sistem ahlaki zaafiyetlere de neden olabilmektedir.
Belki de Parlamento üyelerine sağlanan haklar yeniden düzenlenerek, milletvekilliğin kendisi bir imtiyaz ve rant alanı olmaktan çıkarılabilir. Mesela, ABD’de Kongre üyelerinin maaşları genel federal kamu görevlileri tarifesiyle ilişkilendirilmekte, yani memurların ve hakimlerin maaşlarıyla kıyaslanmak suretiyle artış belirlenmektedir. İsveç’de de parlamento üyeleri çeşitli kamu hizmeti alt birimlerinde çalışan kamu görevlilerine ödenen maaş temel alınarak ödenmektedir. İspanya’da parlamento üyeleri için emeklilik aylığı yoktur. (Korkut,1990:1-25)

Ayrıca siyasi liderlerin mal varlıkları üzerinde yapılan bir çalışma durumu özetler niteliktedir. ( Yalçın, 1998: 250)

Aday belirleme usulünün tüm parti üyelerine açık olduğu Fransa’da Sosyalist Partisi ve Almanya’da önseçimin bütün eyaletlerde hakim olması örnekleri önemlidir.( Yıldız, 2001: 3 )

Bütün bu bilgiler ışığında Türkiye’deki siyasi kültüre bakıldığında, “nasıl bir seçim sistemi istediğini söyle, sana kim olduğu söyleyeyim” yaklaşımı herhalde son derece geçerli olacaktır.

Seçim sistemini demokratikleştiremeyen bir siyasi yapının daha köklü demokratikleştirmelere yönelmesi kolay olmamaktadır. Daha etraflı demokratikleştirmeleri gerçekleştirecek bir siyasi iradenin oluşması da daha demokratik bir seçim sistemini gerektirmektedir. Bu siyasi kilitlenmeyi çözebilmek ise 12 Eylül’den bugüne değin mümkün olamamıştır. Seçim tekniği teknik bir sorun olmaktan çıkmış, bir politik tercih haline gelmiştir.

_______________

Kaynakça:

Akgün, Birol (2002) Türkiye’de Seçmen Davranışı, Partiler Sistemi ve Siyasal Güven, Nobel, Ankara.
Carr, Edward Hallett (1990) Milliyetçilik ve Sonrası, ç. O.Akın, İletişim, İstanbul.
Çam, Esat (1968) ‘Parti Sistemleri ve Seçim Tekniği’, İ.Ü.İktisat Fakültesi Mecmuası, 27.cilt, No:3-4, Haz-Eylül.
Çam, Esat (1990) Siyaset Bilimine Giriş, Der Yayınları, İstanbul. 
Cotteret, Jean-Marie- Emeri, Claude (1984) Seçim Sistemleri, İletişim Yayınları, İstanbul.
Çolak, Ali (2001) Seçim Sistemleri, TBMM, Kütüphane, Dokümantasyon ve Tercüme Müdürlüğü Araştırma Servisi, Ankara.
Derbyshire, Denis and Ian (1991) World Political Systems, Chambers.
Demirel, Ahmet (2002) ‘ Türkiye’de seçimler:1983-2002 barajla yaşamaya mecbur muyuz?’ İktisat Dergisi, sayı: 431.
Duverger, Maurice (1969) Halksız Demokrasi, çev. İ. Özüt, 4. Yayınevi, İstanbul.
Duverger, Maurice ( 1982) Siyaset Sosyolojisi, çev. Ş. Tekeli, Varlık, İstanbul.
Katz, Richard (1980) A Theory of Parties and Electoral Systems, John Hopkins University Press, USA.
Korkut, Sevgi (1990) Parlamento Üyelerine Sağlanan Haklar ve Kolaylıklar, TBMM Kütüphane ve Dokümantasyon Müdürlüğü Araştırma Servisi.
Mulgan, Geoff (1997) Life After Politics, Fontane Press.
Palmer, Norman (1975) Elections and Political Development, Duke University Press, USA.
Parkinson, C. Northcote (1976) Siyasal Düşüncenin Evrimi, ç. M. Harmancı, Remzi, İstanbul.
Parla, Taha (1989) Türkiye’de Anayasalar, İletişim, İstanbul.
Şaylan, Gencay (1986) Türkiye’de Kapitalizm, Bürokrasi ve Siyasal İdeoloji, V yayınları, Ankara.
TOBB, Siyasi Partiler ve Seçim Kanunları Önerisi, Ankara.
TÜSİAD (2001) Seçim Sistemi ve Siyasi Partiler Araştırması, İstanbul. 
Yalçın, K.Feza (1998) Hangi Lider Daha Zengin Kim Nereden Nasıl Buldu? Öteki, Ankara.
Yıldız, Ahmet (2001) Bazı Ülkelerde Siyasi Partilerin Aday Belirleme Usulleri, TBMM Kütüphane ve Dokümantasyon Müdürlüğü, Ankara.

1583990cookie-checkTürkiye’deki seçim sistemi üzerine

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.