Uğur Mumcu’ya dair

Araştırma gazeteciliğin simge ismi Uğur Mumcu’nun katil ya da katilleri hala bulunmuş değil. 18 yıl oldu öldürüleli.
Cenazesinin kaldırılışını daha dün gibi hatırlıyorum.
Maltepe Camiinde on binlerce insanın, sevenlerinin katılımıyla Cebeci Mezarlığına götürülüşü tam beş saat sürmüştü ve dinmeyen bir yağmur altında sırılsıklam eve dönmüştüm.
Bir başka unutamadığım ise büyük kızım Yeşim’le birlikte katıldığımız törende birbirimizi kaybederek eve dönmüş, sonra yataklara düşmüştük aşırı üşütmeden dolayı.
Benim anlatacaklarım anıların bir kısmı bilinir, bir kısmı ise yazılmış değil.

** ** ** **

Uğur’u ilk görüşüm 1973 yılı ortalarındaydı. “Sakıncalı Asker” olarak görev yaptığı doğudan izinle geldiği Ankara’da Hürriyet’in Milli Müdafaa Caddesi 10 numaradaki Ankara Temsilciliğine uğramıştı. Ankara Temsilcisi Oktay Ekşi’yi görmek için geldiğini sanıyorum.
Saçları sıfır numara…
Yüzünde gülücükler.
Askerlik anılarından kesitler sunuyordu…
Sadece tanışmıştık.

Askerden geldikten sonra Sakıncalı Asker kitabını yazarken Anka Ajansında göreve başlamıştı. Rahmetli Örsan Öymen’le çok iyi dostlukları vardı.
Milliyet’in eski köşe yazarlarından rahmetli Teoman Erel de o sıralarda Anka Ajansında… Sanırım haber müdürü…Mumcu ve Örsan o dönemde Başbakan Demirel’in yeğeni Yahya Demirel’in peşindeler.
İlk hayali ihracat skandalını ortaya çıkardıkları dönem..
Zaten birlikte patlatmışlardı bu skandalı.
Yeğen Yahya hapsi boylamıştı sonunda.

Tam da o sıralar Teoman Erer ile Uğur Mumcu’nun anlaşamadıkları, birbirlerine soğuk durdukları anlatılır.
Haber merkezine ara sıra yardımcı olan Mumcu bir gün bir haber yazar ve Erel’in masasına koyar.
Teoman haberi okur… Düzeltmeye çalışır.. Ama olmaz ve Uğur’u çağırır: “Bu haber olmamış, eksikleri var bir daha gözden geçirip yazar mısın?” der.

Uğur bıyık altında güler ama belli etmez…
Bu olaya haber merkezinde çalışanların bir kısmı tanık olur.
Uğur’u izlemeye başlarlar.
Mumcu haberi bir daha okur. Tek kelime değiştirmeden Teoman Erel’in masasına koyar.
Teoman gözlüklerinin altında bir Mumcu’ya, bir da habere bakar:
“Olmamış dedim ya. Sen değiştirmeden aynısını getirmişsin kardeşim.” Diye bira da sesini yükseltir.

Mumcu hiç sinirlenmeden “ Bak Teoman bu haber eksik-meksik değil. Bilgileri bu kadar ve haber servise konabilir. Ne yani, habere kenar süsü mü yapmalıyım” der…

Uğur’u pür-dikkat izleyenler bu tablo karşısında bıyık altından ve sessizce gülerler.
Teoman haberi alıp sonunda servise koymak zorunda kalır.

** ** ** **

Yıl 1982.. TBMM’de Anayasa tartışılıyor. Prof. Orhan Aldıkaçtı ve arkadaşlarına askerlerin hazırlattıkları değil, askeri cuntanın dikte ettirdiğii 1982 anayasa görüşmelerinde Hürriyet parlamento bürosunun başındayım. Rahmetli Çetin Emeç beni Istanbul’a davet edip görüşmemiz sırasında “Bu anayasa görüşmelerini senin izlemeni, ne var ne yoksa aksaklıkları, yanlışları hiç korkmadan, çekinmeden yazmanı istiyorum. Demokrasiye geçişi hızlandırmak için elimizden geleni yapmaya kararlıyız. Başına bir şey gelirse Hürriyet olarak arkandayım. Ekibini kur Meclise çık” demişti.

O zaman meclis kulislerine girmek yasak.
Milletvekilleriyle birebir görüşme imkanları yok.
Basına tüm kapılar sımsıkı kapalı.
Ne görüyorsak onu yazmak zorundayız.
Ama yine de içerden haber almak, neler olup bittiğini öğrenmek zorundayız.
Hergün gazateler konsey tarafından kapatılıyor.
Kapatılmamış gazetelerin başında Hürriyet geliyor.
Bu ceza hemen her gazeteye uygulanmış gibi.
Cumhurıyet ise nerdeysa haftada bir kapatılır hale gelmiş.

Ben içerden aldığım, duyduğum, araştırıp doğrulattığım ne kadar bilgi, belge ve kulis haberi varsa her şeyi geçiyorum.
Genel kurulda gördüğüm yanlışları, dangalakca yapılan konuşmaları, Danışma Meclisi üyelerinin durum-vaziyetlerini elime ne kadar eleştirel bilgi varsa aktarıyoruz.
Ekip iyi çalışıyor ama ben de Ankara notları ile haberleri takviye ederken Bir Günün Hükayesi Köşesi’ne de matrak ve kara mizah fıkraları hiç aratmayan milletvekili anekdotları aktarıyorum.

Bir gün Büronun kapısına dayanmış haber yazmamı izleyen birini göz ucu ile fark ettim.
İçeri girmemişti.
Büronun kapısında Uğur Mumcu…
Muzipçe gülüyordu.
İçeri gelmesini bekledim.
“Sen haberini yazmaya devam et. Gazetecilikte zaman çok önemli” diyerek beklenen nezaketi gösterdikten sonra söze devam etti:
“Benim merak ettiğim ve aklımın almadığı tek şey, Hürriyet’in hemen hemen her şeyi yazmasına rağmen kapanmaması. Bakıyorum sen de ince ayar eleştiri yapıp, anayasa görüşmeleriyle dalganı geçiyorsun ve tek kelime ne uyarı geliyor, ne de tekzip. Oysa ben iki kelime yazsam gazetemi ertesi günü kapatıyorlar. Bu ne biçim haldir .”

Ben yazımı kestim ve Mumcu’ya şunu söyledim:
“ Her iki gazete ve bizler bu askerlerin bir an önce kışlasına çekilmesini istemiyor muyuz?
Evet.
O halde sen yazamadıklarına bana ver, ben yazayım. Sen kapatılmaktan kurtul, ben de yazılamayanları yazmış olayım”
Karşılıklı kahkaha atmıştık.
** ** ** **

Yıl 1990’ın başları olmalı.
Mumcu öldürülmeden iki veya üç yıl önce.
Ben Tempo Dergisi’nde çalışıyorum.
Uğur Mumcu Cumhuriyet’te köşe yazarı.
Bir gün köşe yazısında Ankara’da yapılması planlanan yeni Devlet Konser Salonu projesinden bahsediyor. Bu projede oynanan oyunları, yanlışları dile getiren bir yazı…

Bu yazıyı kesip sakladığımı hatırlıyorum.
Belki aylar sonra yine aynı konunun devamını dile getiren bir yazısına daha rastlıyorum Cumhuriyet’teki köşesinde.

Sonra bu haberin taraflarını bularak, tek tek görüşmek, benzerlerinin olup olmadığını araştırmak için kolları sıvıyorum.
Yani araştırma haber için hazırlık yapmak zorunda hissediyorum kendimi…

Mimarlar, mühendisler, akustikciler, muzisyenler, eski ve yeni Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası (CSO) şefleri, Avusturya ve Almanya’daki bina örnekleri gibi çok yönlü bir araştırma yaparak haberi toparlıyorum.

Tempo’da oldukça geniş şekilde haber yayınlanıyor.

Ben yıl sonuna doğru bir telefon alıyorum.
Mimar ve Mühendis Odaları, Devlet Konser Salonu Projesi haberleri ile bir “oyunu bozduğumuz” ve “ yanlışları” ortaya çıkardığımız için Mumcu ve bana gazetecilik ödülü vermeyi kararlaştırmışlar.
Bunu bir yemekte vermeyi düşündüklerini söylediklerinde sevinmedin diyemem.
Eşimle birlikte Bulvar Palas’ta verilen yemeğe ve törene katılmak için salona girdiğimizde TBMM Başkanı Hüsamettin Cindoruk’un iki yanında bizlere yer ayrıldığını fark ettim. Zaten öyle de oturduk.
Uğur’un eşi Güldal hanım sanırım işi ve mazereti olduğu için yemeğe katılmamıştı.
Belki de Uğur “tantana ve gösterişi” sevmediği için eşini getirmek istememişti.
Bilemem.
Mumcu da benim gibi böyle ödül törenlerini sevmeyen gruptan olabilirdik.
Ben hayatımda 30’dan fazla ödül almama rağmen eşimi ilk defa böyle bir yemeğe götürmüştüm.

Neyse, yemek ortasında ikimizi de kürsüye davet ettiler.
Cindoruk, Mumcu ve bana sembolik ödül sertifikalarını vererek bizleri kutladı.
Kısa bir konuşma yaptı Cindoruk.
Tam o sırada Uğur kulağıma eğilerek “Bak benim sayemde ödül aldın, bunu unutma emi” demiş ve kahkaha atmamak için kendimi zor tutmuştum.
“Haklısın” dedim.
Çünkü haklıydı…
Allah rahmet eylesin.
Işığı sönmesin.

1627770cookie-checkUğur Mumcu’ya dair

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.