Zamanı eski filmlere bakar gibi yaşıyoruz.

Eskiden bütün masallar ‘bir varmış, bir yokmuş’ ile başlar sonra söz dolanır ve ‘gökten üç elma düştü’ diye bilinen tekerleme ile sonlanırdı.

Yaşadığımız günlerde, sözün nasıl başladığını kimse anımsamıyor ama son cümlelere doğru gelindiğini, gökten üç elma beklemeye başladığımızdan anlıyorum. Gözler gökyüzünde, eller havada düşecek elmayı tutmaya hazırlanmış konumdayız. Bir masal, bir şekilde sonlanıyor ama hangi masal?

Zamanı eski filmlerde gibi yaşıyoruz, kulaklarımızda o çok bildiğimiz müzik, gözlerimizin önünde akan siyah beyaz görüntüler. Bizler, her zamanki gibi seyirci koltuğuna oturmuş, karanlıkta ses çıkarmadan gözlerimizin önünden geçene bakıyoruz. Anlamaya çalışıyoruz ama bizlerin seyirci olma özelliğini ortadan kaldırmıyor. Seyirciyiz, bize gösterilenleri anlamak için dikkat kesilmişiz.

Eski zamanlarda olduğu gibi filmler hep dışarıda yapılır ve bize sunulur. Bizim yaptıklarımızda dışarıdakinden esinlenme şeklinde oluyordu. Eski zaman filmleri siyah ve beyazdı, söz yoktu!

Eski zamanlardaki gibi, karanlık salonlarda seyretmeye çalışıyoruz, başımızın üzerinden geçen ışık demetinin anlattıklarını…

İstanbul, Türkiye’dir. Türkiye’nin her noktası İstanbul’da buluşmuştur. İstanbul’da atılan her adım, ülkenin en ücra köşesinde bile sesi duyulur. O yüzden İstanbul, politikanın merkezidir. Orayı örgütleyen her düşünce ülkeye hükmeder! İstanbul ama karanlık bir salon gibi, içinde seyircileri olan bir sinema salonu gibi durmaktadır. Eğer seyirci olmak istemeyen olduğunda, polis karşısına dikilir, her türlü elindeki biber gazını üzerine sıkar! Üzerine sıkılacak seyirci de bellidir, sol tarafta oturanlar!

Oturdukları yerin yakınında olan, taş ocağını protesto etmek isteyen Sultangazi halkının yüzüne sıkılan biber gazı gibi. En doğal hakları olan, yaşadığı yere sahip çıkmak isteyenlerin karşısında polis duruyor! Ne amacı var orada polisin? Polis, kimin güvenlik görevlisi? Halkın polisi olsa, o halka bırak biber gazı sıkmayı, protestosunu yapacak ortam yaratırdı.

Halk, sabah patlayan dinamitleri ve onların çıkardığı dumanı protesto etmek istiyor. Yerleşim yakınında taş ocağı olur mu? Orada astımlı, çocuk ve yaşlıların nefesini almasını zorlaştıracak her türlü ortam var. Halk sağlığı uzmanları, neden bu durum karşısında sessiz duruyor. Sessiz kalmak demek, desteklemek demektir.

Halk, yapması gerekeni yapıyor, yaşadığı çevreye sahip çıkıyor. Üstelik, barışçıl olarak. Halk yan yana gelmiş, ellerinde pankartları, dövizleri, ‘durdurun bu çılgınlığı’ diyor. Ama karşısında polis biber gazı ile karşılıyor. Polis kimin polisi? Halkın mı, taş ocağı sahibinin mi?

Taş ocağı sahibi, taşları kim için kırıyor, kim için çıkarıyor? Yeni yapılan yolların inşaatında kullanılan taşlar, asfaltlanan yollara dökülen mucurlar nereden geliyor? Eğer orada bir rant söz konusuysa, o rantın gerçek sahipleri, polisin kimin yanında durmasını söylüyor! Polis, bu emri ret etme hakkı var mı? Polisin vicdanı var mı? Eğer vicdan söz konusuysa, ret etme hakkı doğal olarak vardır!

Eski zamanlardaki filmlere bakar gibi gelişen olaylara bakıyoruz. Bazılarımızın görüntüsü beyaz perdeye yansıyor, bazılarımızın ise, gölge olarak dahi yansımıyor. Sessiz ve kımıldamadan ekrandan yansıyanı anlamaya çalışıyoruz. İzleyiciyiz, izleyici konumumuz eskiden beri değiştirmedik. İzleyiciler değişti, ekrandakiler değişti ama ortam tıpkı dünkü gibi hep aynı duruyor!


—————————
http://www.cemoezkan.de
http://cemoezkan.blogcu.com

1585050cookie-checkZamanı eski filmlere bakar gibi yaşıyoruz.

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.