Geçen hafta İngiltere’de asgari saat ücreti 6.31 sterlin iken bizim toplumda ne yazık ki 2.5 – 4 sterlin aralığında olduğunu yazmıştım…
Yazıdan sonra Yaşam Standartı Vakfı’nın bir açıklamasına rastladım. Vakfa göre asgari saat ücretinin ülke çapında 7.45, Londra’da ise 8.55 sterlin olması gerekiyor. Yazımda öncelikle işçi sınıfı ideolojisini savunan göçmen derneklerine sorumluluk yüklemiş ve onları bu vahşi sömürüye karşı yeterince refleks gösterememekle suçlamıştım. Yazıya ilginç ve farklı yorumlar yapıldı… Bazıları şöyle:
– Dernekler artık eskisi gibi değil hocam… Sosyalist literatürde işçi sınıfının kararlılığı zincirlerinden başka yitirecek başka bir şeyi olmamasına bağlanır. Dernek yöneticileri başta olmak üzere, bazı üyeleri artık esnaf ya da büyük patron… Onlardan bu soruna duyarlılık beklemek zor artık…
– Londra’da bizim topluma yönelik çalışan dernekler esnaftan bağış topluyor. Ne yani şimdi bağış veren bir işadamına gidip, “işçine 150 sterlin vermeye utanmıyor musun? Asgari ücretten vermen gerekir” denilebilir mi? Geç bunları anam babam geç…
– İşçiler, kendisini sömüren işverenlerini rol model olarak alıyorlar. Bu süreci doğal sanıyor ve sömürüye karşı çıkmıyorlar…
– İyi hoş yazmışsın ama sigortasız çalışmayı tercih eden bir işçi bu sömürüye gönüllü. İnsanca yaşama ücretini kendisi de talep etmeli ki sorun çözülsün…
– Bu işyerlerinde kadın işçiler iki katı sömürülüyor, üstelik taciz olayı çok yaygın. Bunları da yazıp çizmek gerekir…
– Dernekler önce esnaf ve işveren konumundaki üyelerinden bu temizliğe başlamalı ve sonra toplumdaki bu sömürüye de kurumsal bir birlik oluşturup el atmalı…
-“Militanca mücadele” yazmışsınız. Bu çok sert… İşçi ve işveren arasında bir uzlaşma olmalı, “militanca mücadele” değil…
Bu yorumlardan şu sonuç çıkarılabilir:
– Yorumlar söz konusu dernekleri töhmet altında bırakıyor.
– Olacak bir kampanya direk işverenin yasal ücreti ödemesini hedeflemelidir… – Bütün sözünü ettiğim dernekler Emek Komitesi’nde buluşmalı ve toplumun demokrat unsurları da bu komiteye katılmalı…
– “Emek Komitesi” işçisine emeğini veren işverene teşekkür etmeli, vermeyenin kapısında da kazan kaldırılmalı…
Dostlar, ben pandoranın kutusunu açmak istiyorum. Bu vahşi sömürü bizim yanıbaşımızda. Buna karşı bayrak açmaz, kampanya yapmazsak demokratlığımız haybeyedir… İşveren, işçinin özel konumu ne olursa olsun, emeğin yasal karşılığını vermek zorundadır.
Haftada 35 saat üzerindeki çalışma gönüllülük bazında olmalı ve fazla çalışma ücreti 2 katı olarak ödenmelidir. Senelik izin, doğum ve ölüm izinleri, resmi tatil gibi sosyal haklar tanınmalıdır. İşyerinde iş güvenliği ve iş sağlığı önemsenmeli ve bu konudaki yönetmelikler uygulanmalıdır. Dostlar bu vahşi sömürünün peşini bırakmaya niyetli değilim…
***
Geçen hafta yürek sızlatan bir kaç haberden daha söz etmek istiyorum… İlk haber: Independent İngiliz bir işadamının Irak’a sahte bomba detektörleri satmaktan suçlu bulunmasının üzerinden beş ay geçmesine karşın, bu detektörlerin Irak’ta halen kullanımda olduğunu ve son beş ay içerisinde bombalı saldırılarda ölen Iraklıların sayısının 4 bin 500 kişiyi geçtiğini yazdı.
Bu ne vicdansızlık yahu?
Bu da ikincisi: İtalya’nın Lampedusa Adası’na yarım mil uzaklıkta içindeki 500 umut yolcusuyla alabora olan teknede ölenlerin sayısı 127’ye yükseldi. Lampedusa Adası’na neredeyse yüzme mesafesindeki bir gemi nasıl batıyor? Karaya çok yakın batan bir gemide kurtarma çalışmaları neden zamanında yapılamıyor?
Gemidekiler umut yolcusu olmasaydı ölü sayısı yine aynı mı olurdu? İtalya hükümeti hesap vermeli…
YAZARIN İLGİLİ DİĞER KÖŞE YAZISI: Londra’daki Türk ve Kürt işyerlerindeki sömürü