ABD-Türkiye ittifakı ve Kürt politikası

ABD’nin hemen her dönem bir ‘Kürt Politikası’ oldu. Dünde vardı, bugünde var, yarın da var olmaya devam edecek. Hele Ortadoğu gibi stratejik enerji kaynaklarını elinde tutmak isteyen ve hatta bu stratejik bölgeleri kendi sınırları olarak gören dünya küresel kapitalist sistemin lider ülkesi için bu çok anormal değil. Özellikle söz konusu ülkelerin iç politikalarını ve stratejilerini etkileyen Kürt realitesi; Ortadoğu coğrafyasının en önemli politik krizlerinden birini oluşturmaktadır. Bu nedenle ABD-AB ittifakının bir Kürt projesinin olduğu kesin. Dünya kapitalist küresel güçlerinin Kürt sorununa dair bir planları olmadığını söylemek kesinlikle doğru değildir. Planları vardır. Plan özesel olarak, Türkiye, İran, Suriye gibi devletlerin genel politikalarına ders düşmeyecek şekilde, Kürtlere dair bir kısmı adımların atılarak bir denge unsuru oluşturmayı hedefliyor. Bunu yaparken de, özellikle PKK gibi sisteme karşı olan ve kendi toplumsal projelerini üreten siyasal hareketler, muhatap alınmak istenmiyor.

ABD’nin Obama ile başlayan sürecin en ilgi çeken yanı, hiç şüphesiz ki Ortadoğu politikasıdır. ABD’nin 1991’den beri uygulaya geldiği ve 2003’ten sonra çok daha aktifleştirdiği Ortadoğu politikasında çok ciddi sorunların gündeme gelmesi ve giderek başarısız bir grafik izlemesi, ABD’nin uluslar arası ilişkilerini ciddi oranda etkiledi. Bu sürecin kaçınılmaz bir sonucu olarak gelen Obama, daha ilk üç ayında kilitlendiği merkez Ortadoğu coğrafyası oldu. Bunun merkez üslerinde biri olarak Türkiye’yi seçti. Ankara’ya yapılan ziyaret, bölge ilişkilerinde ciddi bir dönüm noktasını oluştururken, Kürtlere yönelik yaptığı değerlendirmelerin ve önerilerin Türkiye’deki yansımaları kısa zamanda kendisini ortaya koydu.

ABD’nin Kürt politikası, hiçbir şekilde, ne Ankara’nın ne de Tarhan’ın temel politikalarıyla çelişki ve çatışmalı halde değildir. Özellikle de, ABD’nin söz konusu bu iki ülkeye biçtiği roller dikkate alındığında, Obama, geleneksel politikaya bir dönüş yaparak, iki ülke ile ilişkilerini yeniden belirliyor. Ankara’da parlamento’da ve İstanbul üniversitesinde yaptığı değerlendirmeler ABD’nin Kürt politikasına ilişkin verilerini sunmaktadır.

Ne demişti; PKK, EL-Kaide gibi terörist bir örgüttür. PKK bizimde düşmanımızdır ve yok edilmelidir. Bunun bir başka anlamı da PKK lideri Öcalan ile Ben-Ladin’i özleştirmektir. Ladin, politik bir lider değil, kriminal bir suçludur. Yakalanıp yargılanmalıdır. Bunu sağa sola çekmeyecek kadar çok açık olarak beyan etti. İkincisi, Türkiye’nin toprak bütünlüğünü savunduklarını, bir NATO üyesi olarak Türkiye’nin toprak bütünlüğüne yönelik her saldırıya karşı olduğunu özellikle vurguladı. Yani hem PKK eksenli yapılan bu değerlendirme, hem de ‘bölünmez-parçalanmaz’ vurgusu aynı zamanda İran, Suriye ve hatta Irak’a verilen çok açık bir mesajdır.

Buna paralel olarak parlamentoda grubu bulanan parti liderleriyle de görüştü. Bunlardan nispeten ön plana çıkan DTP’nin Eş-Başkanı Ahmet Türk ile yaptığı görüşmedir. Obama, Ahmet Türk ile görüşmesinde çok farklı bir şey söylemedi. PKK’yi kast ederek, şiddete kesinlikle karşı olduğunu, sorunların şiddet yoluyla çözülemeyeceğini vurguladı. İstanbul üniversitesinde yaptığı değerlendirmede ise Kürtleri azınlık olarak tanımlayıp, kültürel haklarının verilmesi gerektiğini belirtti. Bir bakıma Avrupa Birliği’nin birçok kez dillendirdiği görüşlere benzer bir değerlendirme yaptığı söylenebilir.
Obama’nın DTP ile görüşmesi hiç şüphesiz ciddiye alınmalıdır. Bunu, başta devletin kendisi hesaba katmalıdır. DTP, Kürt sorunun çözümünde açık bir taraf olduğuna göre, uluslar arası güçlerle diplomatik ilişkiler içerisinde olacaktır, olmalıdır. Görüşlerini ve önerilerini herkese ulaştırmak zorundadır. Hatta bu konuda bazı eksikliklerinin olduğu da vurgulamaktan yarar var.

İşin ilginç yanı, Kürt kökenli bir kısım yazarların bazen açık bazen gizli bir biçimde satır aralarına sıkıştırdıkları cümlelerle ABD ve AB hayranlığını dışa vurmalarıdır. Bu da politik bir yaklaşım olarak ele alınabilir. Neo-liberalizmin, Kürt yazar-entelektüel dünyasını da etkilediğini biliyoruz. Bu sorunun başka bir yanını oluşturmaktadır. Obama’nın Ankara’da DTP ile görüşmesinde Kürt sorunun çözümünde önemli bir adım attığını hatta devlete çok açık mesajlar verdiğini belirttiler. Türk devletinin hem DTP’ye yönelik saldırısını, hem de Genelkurmay Başkanı’nın yaptığı değerlendirmenin, ABD’nin Kürt politikasına yönelik bir tepki olduğunu dillendirmeye başlamaları, gizli bir Obama hayranlığının dışı vurumudur. Bu tür değerlendirmeler politik analizler olarak algılanabilir, ancak ABD’nin bölgesel devletlerle ittifak halinde, Kürtlerin politik yönetim organlarını ve mücadelesini tasfiye konusunda anlaştıklarını göz ardı ederek, esasen küresel sistem güçlerinin değirmenine su taşıdıklarını da belirtmek gerekir.

Dikkat çekilmesi gereken esas nokta; Obama eksenli ABD’nin geliştirdiği Kürt politikası, eski politikanın çok daha tehlikeli bir tarzda devamı olduğu ve hatta bu konuda Türk devletine çok daha fazla rüşvet verdiğidir. Bütün mevcut pratik veriler bu gerçeği doğrular niteliktedir. Son bir iki haftadır, Kürtlere yönelik saldırılar, ABD’ye rağmen olmuyor, tersine ABD’nin fiili bir onayı alınmış durumda.

29 Mart 2009 seçim sonuçları, sistem içerisinde ciddi politik bir krize yol açtı. Ortaya çıkan hazımsızlık fiili politik saldırılara dönüştü. Devlet şahsında AKP’nin aldığı politik darbe, Kürlerin politik kıblesini de çok açık olarak ortaya koydu. Ağrı seçim sonuçların çok bariz bir şekilde yapılan şike’nin ortaya çıkmasına karşı halkın oluşan tepkisine yönelik şiddetli saldırılar. Kürt halkının Öcalan’ın doğum gününü kutlamasına yönelik yapılan en manevi eyleme saldırılarak 2 kişinin katledilmesi. Devletin izleyeceği politikaya dair ilk veriler olarak algılandı.

Ancak dikkat çekici önemli yanlardan biri de, Obama’nın Türkiye’ye gelişinden sonra yaptığı açıklamalara paralel olarak Türkiye’de Kürtlere yönelik saldırıların giderek artmış olmasıdır. Çünkü DTP’ye yönelik eş zamanlı birçok ilde yapılan ve DTP’nin Genel Başkan Yardımcıları, il yöneticileri, Belediye Başkan Yardımcıları, Avukatlar, Osman Baydemir’in danışmanı gibi yüzlerce kişinin gözaltına almasına yol açan operasyonlar, ABD’nin bilgisi dahilindedir. Bu operasyonun DTP’ye değil PKK’ye yönelik olduğu iddiası da aslında çok bilinçli bir çarpıtmadır. Bu saldırıların arka planında ne var: PKK ile eş görülmeye başlanan DTP’nin politik gücünü sınırlamak, kriminalize etmek, DTP içerisinde politik çatışmalar oluşturmak, toplumsal dayanaklarını kırmak, DTP ile halk arasındaki bağı zayıflatmak ve böylece sistemin denetimine girmiş bir DTP yaratmak. Bu tür saldırılarla bunun gerçekleştirilme şansı var mı? Olmayacağı da çok açıktır. Bu tür umutsuz senaryolar yüz kez denendi başarılı olmadı, tersten DTP’nin toplumsal ağırlığı arttı. Kürt halkı bu tip saldırılara karşı meşru politik tepkisini kesinlikle gösterecektir.

Bir başka önemli nokta, Genelkurmay Başkanı’nın 14 Nisan 2009 günü yapmış olduğu değerlendirmelerdir. Başbuğ’un yapmış olduğu konuşmanın, ‘yeni bir durum ifade ettiğine dair çok yazı yazıldı. Peki, gerçekten Ordu’nun görüşlerinde bir değişiklik var mı? Bence kesinlikle söz konusu değil. Ulus-devlet çizgisinden hiçbir taviz verilmeyeceğini özellikle vurguladı. Kürt sorununda anayasal vatandaşlık haklarının verilmesine karşı çıktı. Üniter devlet yapısının her koşulda savunulacağını belirtti. Türklerin Kürtleri asimile etmediği yalanına devam etti. Türk kavramı ile ‘Türkiye halkı’ kastedildiğini yanı bu topraklarda yaşayan herkesin Türk olduğunu yine savundu. Özgür Politika gazetesinin manşette verdiği gibi ‘Kürtsünüz ama Türksünüz’ inkarcı politikayı bir kez daha savundu. Kamuoyunda PKK’nin politik bir hareket olarak görülmesini eleştirip kriminal bir örgüt olarak görüp öyle değerlendirilmesi gerektiğini talimatını verdi. PKK’ye yönelik operasyonların kesintisizce devam edeceğini belirtti. Hem de PKK’nin 1 Haziran 2009 tarihine kadar eylemsizlik kararını açıkladığı bir dönemde, bütün Kürt illerinde, gerillalara karşı eş zamanlı saldırılar artmaya başladı. MGK’nin belirlediği politikalar ekseninde Genelkurmay-AKP ittifakı ile Kürtlere yönelik çok yönlü saldırılar, imha ve yok etme konseptinin kesintisizce devam ettiğini ortaya koymaktadır.

Peki, Genelkurmay Başkanı’nın söylemlerinde sorunun çözümünde ne gibi pozitif öneriler var. Yok. Tersi bir durum söz konusudur. DTP’ye yönelik saldırılar, askeri operasyonlar, Genelkurmay Başkanı’nın değerlendirmeleri, ABD’nin Kürt politikasında bağımsız mıdır? Kesinlikle değildir. Tersine tam bir uyum söz konusudur. Ordunun hava operasyonları ABD’nin desteğinde yapılıyordu, bu durum hala devam ediyor. ABD, NATO’nun lider gücüdür. Türk ordusu da en önemli güçlerden biridir. Ordunun bütün saldırıları aynı zamanda bir NATO saldırısıdır. 5-6 Nisan 2009 tarihinde Fransa’nın Strasbourg kentinde yapılan NATO toplantısında PKK üzerinde ciddi pazarlıkların yapıldığı biliniyor. Bu gerçeklere gözlerimizi kapatarak politik analizler yapmamız mümkün değildir.

ABD-AB ile Türkiye’nin üzerinde anlaştığı ortak nokta, PKK’nin kiriminal bir örgüt olarak gösterilmesi ve PKK’nin onay verdiği kurumlarla görüşülmemesi, DTP üzerindeki uluslar arası ve iç politik baskıların arttırılarak edilgenleştirilmesi, böylece daha sonraki gelişmelere bağlı olarak muhatap almak için görüşülebilinecek bir seviyede tutulması, sistemin mevcut yapısını bütünlük olarak entegre olacak, Kürtlerin biçimsel bazı taleplerin karşılanmasına yönelik adımların atılması amaçlanıyor. Oluşturulan bu planın yaşam bulma şansının olmayacağı da çok açık. Ama denemekten vazgeçmeyecekleri de bir gerçek.

Obama’lı ABD, Kürtler için bir kez daha umut olarak görülmeye başlandı. Umut beklenen dağlara birçok kez kar yağdı, umutsuzluk ortaya çıktı. Bu kez de öyle olacak gibi. ABD’nin politikalarında çıkar esastır. Bölgesel çıkarları için Kürtleri pazarlamaktan çekinmeyeceğini asla unutmamalıyız. Kürt sorununda oluşturulan bu senaryoların boşa çıkartılması için tek çıkış yolu vardır. Bu da, Kürtlerin kendi aralarındaki ilişkileri güçlendirmeleri, politik temsilcilerine verdikleri desteği kesintisizce devam ettirmeleri, ileri sürmüş oldukları taleplere sahip çıkarak kararlılıkla savunmaları ve toplumsallaşmış serhıldanları büyük bir kararlılıklı sürdürmeleridir. Özellikle de Türk halkının, emekçilerinin, işçilerinin, gençlerinin, aydınlarının DTP’yi destekleme zamanıdır.

1606450cookie-checkABD-Türkiye ittifakı ve Kürt politikası

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.