‘Her şeyimi çöpe atıp gidiyorum…’

Suzanne Swan 20 yıldır Antalya Kaş’ta yaşayan Kanadalı bir gazeteci. Turistlerin başucu kitaplarından biri olan ve 1.8 milyon adet satan Eyewitness Turkey başta olmak üzere Türkiye’nin Peynir Hazineleri ve Türkiye’nin SPA’ları kitaplarını yazdı. Doğu Anadolu’da 8 kenti kapsayan GAP Kültürel Mirası Geliştirme Projesinde çalışıyor. Yirmi yıldan sonra artık ‘Türk gibi’ olduğunu ve ömrünün son dönemlerini huzur içinde yeni kitaplar yazarak geçirmek istiyordu. Bunun için de Türk vatandaşlığına geçmek istedi. Çünkü ona göre bunu hak etmişti. Ancak Kaşlıların deyimiyle ‘bizim Suzi’nin Türk vatandaşlığına geçmek istemesiyle birlikte Türkiye sevdası da kâbusa döndü. Swan’ın vatandaşlık başvurusu, yetkililer tarafından iki kez reddedilmiş. O, bunun bir komploya dayandığına inanıyor. Biri sevdiği adam diğeri ise muhbir olan iki erkeğin adının karıştığı bir komplo… Swan, 1998 yılında Kaş’ta yaşayan bir gazetecinin kendisini PKK’lı diye Kaymakamlığa ihbar ettiğini söylüyor. Bu ihbarın ardından da beş yıl birlikte olduğu Türk sevgilisinin, ‘birlikte olduğun kadının bilgisayarını bize getir’ sözleriyle dönemin kaymakamı tarafından tehdit edildiğini ve bilgisayarının bir gece ansızın ‘götürüldüğünü’ iddia ediyor.

Yirmi yıllık Kaş günlerini bavuluna sığdırmaya çalışan Suzanne Swan, ‘her şeyimi toparlayıp bir çırpıda çöpe atıyorum’ sözleriyle özetliyor yaşadıklarını. Başına gelenler için ‘kırgın değilim’ dese de hep gülümseyen yüzünde beliren o ince keder, Dostoyevski romanlarından anımsatan insanlık durumlarına dair derin düşünceler yaratıyor insanda.

‘Akdeniz’de bir yaz daha geçirmeden gitmeyeceğim’ diyen Suzi’yle Kaş’taki son gününde konuştuk. İşte Suzanne Swan’ın hayat bilgisi kıvamındaki Türkiye günleri…

-Hürriyet’e verdiğiniz röportajda Türk vatandaşlığına kabul edilmemenizle ilgili ilginç ayrıntılar ve iddialar dile getirdiniz. 20 yıl yaşadığınız ve birçok anı biriktirdiğiniz Kaş’tan gitme nedeninizi anlatır mısınız?

-Bir ülkede yirmi yıl yaşadığınızda orası aklınızda ve kalbinizde yer ediyor. Yirmi yıldan sonra Türk gibi oldum. Bu ülkede yaşıyorum ve Türkçe konuşuyorum. Türk vatandaşlığına girmek istedim, çünkü artık çalışmak istemiyorum. On yedi yıldan beri sarı basın kartım var. Her yıl bunu yenilemek zorundayım. Artık kendi kendime bağımsız olarak kitap yazmak istiyordum ama burada nasıl kalacağım? Vatandaşlığa geçebilmek için başvurdum ve gerekli teminatları yerine getirdim. Ama yetkililer kabul etmediler. Ben de çok şaşırdım, röportajda okuduğunuz gibi çok rahatsız oldum, ağladım. Turist olarak kalmak için uzun dönem vize alınabiliyor ancak ben bunu istemedim. Sadece benim sorunum değil bu. Burada yerleşik yaşayan birçok yabancı da benzer sorunları yaşıyor. Biliyor musunuz, Kaş’tan Meis Adası’na her hafta üç dört tane tekne gidip geliyor bunun için. Fethiye’den yola çıkan bir otobüs, yol boyunca küçük köylere gire çıka yerleşik yabancıları toplayıp getiriyor ve vize için Meis’e gidiliyor. Ancak bunlar turist değil, burada yerleşik yaşayanlar. Bu çok yanlış bence. Burada yerleşik yaşayanların özel bir statüye kavuşturulması gerekiyor. Özel bir vize olabilir örneğin. Çünkü burada uzun süre oturanların hakkı bu.

-Burada yabancı olmak zor mu?
-Benim durumumda çok zor. Ben ne yapacağım şimdi? Rahatsız oldum ama kırgın değilim. Acı, ekşi değilim. Öyle gitmiyorum. Çünkü Türkiye’yi çok seviyorum. Sadece kendi kendime üzüldüm. Biliyorsunuz, bütün yaşamım burada benim. Şimdi her şeyimi toparlayıp bir çırpıda çöpe atıyorum.

-1998 yılında, Kaş’ta yaşayan bir gazeteci sizin PKK’lı olduğunuzu iddia ederek kaymakamlığa bir ihbarda bulunmuş. Sanırım o dönemde yaşadıklarınız dosyanıza işlenmiş ve bundan dolayı vatandaşlığa kabul edilmediğinizi düşünüyorsunuz. Bütün bunları Ertuğrul Özkök de köşesine taşıdı. Bu konunun ayrıntılarını anlatır mısınız?

-Çok ilginçtir, aynı günlerde İstanbul’da tarihçi Caroline Finkel için de Topkapı Sarayı Müzesi arşivlerinde hırsızlık yaptığı iddiaları gündeme gelmişti.

-Bu gelişmeler birbirine yakın zamanlarda mı olmuştu?

-Yaklaşık altı yedi gün arayla oldu. O dönemde Hürriyet Gazetesi’nde yer almıştı bu hırsızlık iddiaları. Caroline’i arayıp neler olduğunu sorduğumda, bunun bir komplo olduğunu ve dava açacaklarını söyledi. Ve açtıkları bu dava sonucunda 5 bin dolar tazminat kazandılar. Ancak benim burada başıma gelenler hiçbir şekilde basında yer almadı.

-Sizi ihbar eden gazeteciyle aranızda bir sorun mu yaşanmıştı, neden ihbar etmiş olabilir?
-Burası küçük bir yer. Biraz dikkatini çekmiş olabilirim. Ama kaymakamın beni tanımadan, bilmeden böyle bir şey yapması çok yanlış. O günlerde Ertuğrul Özkök’e bir mektup yazarak burada başıma gelenleri anlattım. Bütün olup bitenleri, isimleri, her şeyi yazıp imzalayarak faksla ilettim. Biliyorsunuz her yıl Aralık ayında ikametimi yenilemek için Antalya Emniyet Müdürlüğü’ne gidip işlem yaptırmam gerekiyor. Yaklaşık dört yıl önce yine bu işlem için gittiğimde, Emniyet Müdürlüğü’nde kendi dosyamı gördüm. Türkçe okuyabiliyorum, dosyanın üstünde Kaş Kaymakamlığından giden bir şikâyet yazısı vardı.

-Neler yazılıydı gördüğünüz dosyada?
-Bir şikayet dilekçesiydi. ‘Kaş Kaymakamlığı şikâyet formu’ yazılıydı. Kendi gözlerimle gördüm. Fazla ayrıntısına bakamadım tabii ki. Ancak geçtiğimiz hafta Hürriyet’te çıkan makaleden sonra bu dosya bulunmaz artık. Kaybolmuştur çünkü.

-Hürriyet’e yolladığınız mektuba dönersek, Ertuğrul Özkök’ten bir yanıt aldınız mı bu konuda?
-Bir haber almadım kendisinden. Ancak o günlerde benim cep telefonuma o gazeteciden “defol, si…git” şeklinde küfür ve tehdit içeren mesajlar gelmişti. Sanırım bu konuda ona bir uyarı gelmiş olabilir.

-Bu şikâyetin ardından 5-6 yıl kadar birlikte olduğunuz Türk sevgilinizin bilgisayarınızı Kaymakamlığa götürmesini nasıl karşıladınız?

-Böyle bir şeyi nasıl yapabildiğini sorduğumda, “Suzi çok korktum” dedi. Ağladı. ‘Tamam tamam’ dedim. Çünkü tehdit etmişler onu.

-Bilgisayarınızda ne buldular?
-Hiçbir şey bulamadılar. İsteseler evimin kapısı açıktı, gelip bakabilirlerdi. Bilgisayarımı kendim götürebilirdim Kaymakamlığa. Evime bu şekilde girilmesinin yanlış olduğunu, bunun hırsızlık olduğunu söyledim ona. Polise gideceğimi ve bunun başına büyük sorun açacağını söyleyince ağladı. Kaymakam ne söylerse, ‘evet beyefendi, evet evet evet… O yüzünün altında kendine ait bir düşüncesi yoktu sanırım. Burada en sevdiğim ve dürüst insanlardan biriydi…

-Bunca yıl birlikte olduğunuz bir insanın bunu yapması duygusal olarak sizi yıprattı mı? Bu olanlardan sonra görüştünüz mü kendisiyle?
-Tabii. Biz arkadaşız hala. Ama bu olaylardan hiç konuşmadık.

-Sizi aradı mı peki bu son haberlerden sonra?

-Hayır. O, çok tedirgin ve öfkeli son günlerde.

-Kanada’ya ne zaman dönüyorsunuz?
-Şimdi Paskalya için gidiyorum. Nisan sonunda geri geleceğim. Ardından Haziran’da eşim buraya gelecek. Birlikte küçük bir tatil yapıp, Temmuz’da döneceğiz. Biletlerimizi aldık. Veda zamanım Temmuz. Akdeniz’de bir yaz daha geçirmeden gitmeyeceğim.

-Kanada’ya döndükten sonra Kaş’a gelip gideceksiniz sanıyorum…
-Tabii. Burada Kanada’dan daha fazla arkadaşım var çünkü.

732190cookie-check‘Her şeyimi çöpe atıp gidiyorum…’

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.