Abdülhamit’in tılsımı “Osmanlının Sırrı”nda

-Bu ne hız Sayın Çavga, bu yıl da yeni bir romanla karşımızdasınız. “Osmanlının Sırrı” sizin beşinci romanınız. Her yıl bir roman yazmak zorunda mısınız?

Dünya çok hızlı dönüyor bu sıralar. Hatta insanlar dünyadan da hızlı dönüyorlar. Kimsenin vakti yok. Her şey çok çabuk değişiyor. Aldığınız bir araba veya televizyon bir yıl sonra demode olduğunu görüyorsunuz. Eski yazarların dingin idealleri vardı. Şimdi ise her şey dinamik. Yüzyılın başı okların gerilme zamanı idi. Şimdi ise ok havada süzülüyor. Ok hedefi bulmadan ve ömür nihayete ermeden, ne kadar olayı kâğıda dökebilirsem o kadar iyi mantığından yola çıkıyorum. Bu geleceğe doğru bir kaygımdan değil, değişen dünyanın ruhumdaki biriktirdiği binlerce olayı, hissî unutulmaması için bir şerh koyarak aktarma çabasından kaynaklanıyor.

-Neden “Osmanlının Sırrı”? “Abdülhamit’in Tılsımı” deseydiniz daha anlamlı olmaz mıydı? Romanda bir sır var mı, yoksa ben mi göremedim acaba?

Olmazdı. Osmanlı Hanedanının “ne de olsa sahibi yok” cinsinden hoyratça kullanıldığı günümüz de ise asla olmazdı. Neticede II. Abdülhamit Han da o ailenin bir mensubu . Ayrıca Osmanlı denildiğinde Osmanlı hanedanından ziyade Osmanlı medeniyetinin yaşam şekli de akla gelmesi gerekir. O medeniyet ve zamana dair düşünceler gündeme gelecek ise böyle eserler ile gündeme gelmesinde kanımca daha yararlı olduğunu düşünerek adını koyduk. Devletlerin yıkılıp devletlerin kurulduğu süreçte 600 yılı geçkin ayakta kalabilmiş bir devlet işleyişinin bir sırrının olmaması imkânsız. Eğer sır aranıyor ise sürece bakılmalı. Ancak benim bu sırrı ifşa edeceğim diye bir iddiam eserde olmadı. Sadece Abdülhamit han dönemindeki bir keside projeksiyon tuttuk. Ayrıca eser bir üçleme şeklinde devam ediyor olması dikkatlerden kaçmamalı. Bence yeni eserleri takip edin derim.

-Ne gibi?

Serüven devam edecek demek…

-Roman Üzeyir Garih cinayetiyle başlıyor. Üzeyir Garih ölmeden önce yeğenine bir zarf içinde eski bir tılsım bırakıyor. O tılsım da Abdülhamit’e kadar uzanıyor. Garih ailesi, Üzeyir Garih’in ismini romanınızda kullanmanıza ne tepki verdi?

Üzeyir Bey’i ortada bir karakter olarak esere koydum. Üzeyir Garih olarak niteleyenler (hatta ciddi ciddi araştırmaya girenler) ile öncesinde ve sonrasında yakın diyaloglarıma oldu. Basın ve medya tepki verdi. Canlı yayın programlarında davet ettiler. Medyaya malzeme lazım. Ancak aileden herhangi tepki almadım. Neticede yaşanan olaylar halen soruşturma aşamasında…

-Romanda sıkça sözü geçen Müslümanların “cifir” Yahudilerin de “kabala” dediği ilim bugün ne durumda? Kimler bu ilimden yararlanıyor? Var mı meraklısı?

Fazlaca. Dünya’yı yöneten tröslerin başındaki ailelerin hemen hemen hepsi gizlem düşüncelerden ilham alıyorlar. Zebur, Tevrat ve İncil öğretilerine karşı pagan düşüncelerini benimseyenlerin kıyasıya savaşını bizler devletlerin petrol, altın ve ekonomik iş birliği şeklinde algılıyoruz. Oysa tepelerde bambaşka düşüncelerin hâkimiyet savaşı var dünyada. Hatta bu silsileye bizim ülkemiz dahi boyun eğmiş vaziyette. İş böyle olunca bir kısmı saçma dahi görse “cifir” islam aleminde “kabala” ise hasidik Yahudilerde ve bir kısım İseviler’de hala inanç konusu. Bana soracak olursanız Tanrının geleceğe dair yarattıklarının her yerinde izler bıraktığına inanıyorum. Mesele bu izleri fark edecek bilgi ve algıyı geliştirmekte. Ancak yinede gaybı Allah bilir derim.

-Abdülhamit’e özel bir hayranlığınız var anladığım kadarıyla. Bundan bir önceki kitabınız “Kayıp Kitap”ta da Abdülhamit’le yolunuz kesişmişti.

Abdülhamit ‘i Osmanlı tarihinde başka bir yere koyuyorum. Modern toplum algısını en azından sanayi ve ekonomik alanda uygulamaya çalışan ilk lider. Onun sonunu getiren ittihatçıların Osmanlıyı 8 kat küçülttüğü gerçeği düşünülürse, öngörülerinin ne kadar haklı olduğu anlaşılır. Ama maalesef hiç anlaşılamamış hatta kızıl sultan olarak nitelendirilmiş birisi. Hicaz demiryolu tarihi dahi başlı başına bir olay. Hangi birini anlatsak ki. İki yüz yıllık tarihi olan Amerika binlerce görsel ve yazılı medyası ile mağlubiyetlerini bile zafer edasında toplumlara yansıtırken bizler böyle değerli şahsiyetlerin hayatlarını anlatmakta aciz kalıyoruz.

-Tarihçilerden hiç eleştiri aldınız mı? Tarih romanı yazmak iddialı ve zor bir iş ne de olsa…

Tarihçilerden olumlu tepkiler aldım. En azından Muhteşem Süleyman dizi filminde olduğu üzere olaylar ve şahsiyetler ile oynamadım. Sadece yaşanan gerçek olayların arasındaki bilinmeyen zamanları birbirine bağlayarak harika bir zaman dilimini tanıttım. Eğer tarihi bir roman veya sanat eseri ortaya koyacaksanız bu konulara da özellikle dikkat edilmesi gerektiğine inananlardanım. Eseri detaylı inceleyenler ve biraz tarih bilgisi olanlar ne demek istediğimi anlayacaklardır.

-Tarihi romanda dil kaygısı da söz konusu. O konuda biraz eksik kalmışsınız gibi. Eski Türkçe kullanmamaya dikkat etmenizin nedeni nedir?

Editörler tarafından fazlaca eski kelime kullandığımdan dolayı eser incelenerek günümüz yazım diline bazı kelimeler çevrildi. Onların kaygısını 350 kelime ile konuşan Türk İnsanına, roman satmak olarak niteliyorum. Maalesef dilimiz ile beraber hislerini kaybetmiş bir süreçte yaşıyoruz. İnternet ve Facebook’taki kısa sözlerden başka edebiyatla ilgisi olmayan çevremdeki bir çok insanın eseri rahatlıkla bu sayede okuduklarını gördüm. Hatta birkaç kişi eseri inceledikten sonra kitap okuma alışkanlığının geliştiğini ve yeni kitaplar sipariş ettiklerini bizzat bana söylediler. Bu açıdan editörlerin hassasiyetlerini doğru buluyorum.

-Sizde kayıp kitap motifi çok ön planda. “Kayıp Kitap” adlı romanınızda kayıp Barnabas incilinin peşindeydiniz. “Osmanlının Sırrı”nda da Yahudi kahramanınız İzhak’ta kabala ilminin şifrelerini öğreten Zohar’ın kayıp sayfası bulunuyordu. Kayıp kitap motifinin özel bir anlamı var mı?

Takipçiler sıkılmaz ise üçlememde bu konu hep farklı şekillerde de olsa irdelenecek. Aslında hepimizin hayatında kaybettiğimiz bir kitap var. Herkesin kendine ait bir kitabı var ve O kitapta bizler yazıyoruz. Yıkılmalarımız, seviçlerimiz, huzur ve mutluluklarımız ,ihtiraslarımız. Kim neyi kaybetti ise onu arıyor. Eserlere konu olan kitaplara atıf belki böylesi bir içsel yönü olabilir.

-Bundan sonraki projeleriniz neler?

Hali hazırda Paraf yayınlarından çıkacak yazımını bitirdiğim bir roman var. Mayıs ayına yetiştirmeye çalıştığım bir roman daha olacak. Yani 2012 yılına üç eser armağan edeceğiz. Ondan sonra roman çalışmalarına ara verip senaryo çalışacağım. Daha öncesinde yazdığım, yardımcı senaristliğini yaptığım dizi ve filmler oldu. Uzun metraj bir filmin senaryo yazımı teklifi aldım. Ayrıca Osmanlı’nın Sırrı Romanı’nı Pelikan Film ile beraber 13 bölümlük dizi haline getirme çalışmaları başladı. Seyhaat etmeyi çok seviyorum. Farklı kültürlerin içinde yaşadığımız ve uğraştığımız gündelik sıkıntılarımızın ne kadar küçük olduğuna şahit oluyorsunuz. Gezdiğim gördüğüm ülkelerde çektiğim fotoğraflar ile beraber bir gezi kitabı planlarımız var. Yani roman tadında olmasa da üretmeye devam

-Sizce edebiyatta doğru işler yapılıyor mu? Kimler var beğendiğiniz?

Doğru veya yanlış bir şeyler yapılması dahi her şeyin bilgisayarlara düştüğü bu ortamda süper bence. En azından kitaplar hala o güzel kokulu sarı sayfalarda kapağı ile köşe başımızda duruyor. Bu günleri dahi arayacağımız sanal ama bir o kadar zevksiz zamanlara doğru gidişat. Yazımımı etkilemesin diye kaynak eserlerin haricinde hiçbir şey okumamaya gayret gösteriyorum. Ama açlığım müthiş. Son dönem kitaplarını romanlar bitince okumaya başlayacağım emin olun. Yazarlardan en çok Tanrı’yı seviyorum. Güzel bir kitap yazmış. Kuran’ı Kerim.

-Bir kitabı ne okutur?

Konu, Yazar, Kitap ya da hepsi. Algıda seçiciliğiniz ne kadar gelişmiş ise ona göre kitap tercihiniz gelişiyor. İtirazım bu seçiciliğin manipüle edilmesine. Maalesef bu konuda bir haksız rekabet söz konusu.

-Hem de nasıl… Peki, ne yapılabilir bu haksız rekabete karşı?

Sanat elek gibidir. Zaman, iri taşları eleğin üzerinde bırakır ince kum taneleri akar gider.. .Ancak sanatın içine kar girdiği anda dökülen o kum taneleri ;ilgiyi, zamanı, asıl emek sahiplerinin haklarını da yanına katarak kaybolur gider. Sanat,ondan meşakkatli ve nankör bir yüzü barındırır sanatçıya karşı. Biz, kitap okuma kültürünü öncelikle kaybettik. Bunda harf devrimi ile bir milletin bir anda cahilleştirilmesininde etkisi çoktur. Atina’dan gelen bir rum 5000 yıl önce efes ve miletteki yazıları hiç zorlanmadan okurken bizler daha 100 yıl öncesinde yazılmış şiirleri,hikayeleri,seyahatnamelere parşömen kağıdı gibi duvarlarımıza süs olarak asarak kendimizi tatmin ettik. Eh böylesi bir toplum, dayatma kültürünün bereketini ceplerine cuka etmeyi bekleyen birde iş adamlarının eline geçerse sonumuzun böyle olması kaçınılmaz. Sanatçılara düşen vazife daha kaliteli eserler ortaya koymak olacaktır. Devlete düşen şey, ahbap çavuş ilişkisi ile kültür bakanlığının desteklediği projelerden ziyade gerçek kültüre hizmet edecek daha basit ama kapsamlı işler ile toplumu yönlendirmektir. Topluma düşen ise ekonomik sıkıntıları bahane ederek olayı arabekse bağlamadan kütüphaneleri, kitaçıları, sanatevlerini,doldurmaktır. Eminim o zaman algıda seçicilik ve kimliğin sanat talebi daha özgünleşecek ve sanat popüler kültürün değil kalıcı kültürün bir olgusu haline gelecektir.

-Kitabın okunmasında yayınevinin önemi var mıdır?

Yayınevlerinin dağıtım firmaları ile ilişkileri farklı. Güçleri farklı. Daha güçlü bir yayıneviyle çalıştığınızda tirajın arttığını görüyorsunuz. 150’ye yakın kitabevi olan firmalar var. Her birine 20 tane kitap koysa bir iki baskıyı kendi kitapçısında tüketmiş oluyor. Ama serbest çalışan yayınevleri içerisinde de bu kaliteyi yakalamışları yok değil.

-Peki editörün önemi ne kadardır?

Bana göre editör bir filmin yönetmeni kadar önemli. Kurgu ve cast oluştuktan sonra yorumu güncellemek ,buhranlı zamanlarda yazarın kaleme aldığı noktasız virgülsüz düz yazıları okuyucuya aktarmakta yazar kadar sorumluluğu var. Ancak maalesef ülkemizde bu es geçiliyor. Ne ciddi kitaplarda ne hatalar oluşuyor gözlemleyebiliyoruz. Bizde de oluyor. Buda editörlük mesleğinin yayınevleri tarafından kurumsallaştırılmamasından kaynaklanıyor. Bakıyorsunuz bir editör çalışmaları okuyor,kitap tanıtımı yapıyor hatta stantlarda duruyor. Kitap sektörü gün geçtikçe bu sorunlarında üstesinden gelineceğine eminim.

-Yazarın eserini üretmesi elbette sancılı bir süreç ama eserini yazdıktan sonra bastırması ve dağıtımını sağlaması daha sancılı bir süreç olmalı diye düşünüyorum. Siz yayınevi konusunda sorun yaşıyor musunuz?

Ben yaşamadım. Zira ilk eserimi birkaç yayınevine yollamıştım. İsmim cismim yok edebiyatçı da değilim. Çevremdekiler bu kadar edebiyatçı dururken kimse bu eseri basmaz dediler. Sonra Timaş yayınları aradı.Eseri basabileceklerini ancak ellerinde 35 adet basılmaya hazır eser olduğunu, her ay 4 roman bastıklarını ve benim eserimi 1,5 yıl sonra basabileceklerini söylediler. Kabul etmedim. Daha sonra Selis Kitaplar aradı hemen basabileceklerini söylediler. Benim için muhteşem bir duygu idi. Şimdilerde hayal avcılığı yaparak isteklilerin cebinden paralarını söğüşleyerek eser basan birçok yayınevleri türemiş. Bunu etik bulmuyorum.

-Bu kadar çok yayınevi olması iyi mi kötü mü?

Az bile. Daha da çok olsun. Ancak bir çoğu yayınevi değil ki. bir kapitalin (banka, holding vs) ya da düşünce kuruluşunun yan kolu. Bağımsız yayınevlerinin bu trösler karşısında şansı yok. İş dünyasını, Medyayı, Siyaseti şekillendirmeye çalışan güçler edebiyat gibi safi bir yolu boş geçmemişler. Keşke sadece masum yayınevleri olsa. Adamım bankası var, fabrikaları var, medyada televizyonu, radyosu va, yanında dergisi eh bu kadar adama birde kitap lazım diyerek yayınevleri var. Anlıyacağınız körler ağırlar birbirini sağırlar misali. Edebiyatı polüler hale getirenler de işte bu tip iş çevreleri. Algılarımızı dahi şekillendirebiliyorlar. Onların istedikleri satış mağazalarında ön plana çıkarılıyor istemedikleri arka raflarda toz yutuyorlar. Kitap alıcısı ise maalesef bu oyuna boyun eğmek zorunda. Seçiciliğiniz gelişmemiş ise önünüze konan domatesler ile yetinmek zorundasınız.

-Kitaplarınızdan para kazandınız mı?

Para kazanmanın daha kolay yolları varken neden kitap yazmayı tercih edeyim ki? Kitap yazmak benim için bir hobimin sonucunda amatörce tatmin ettiğim bir zevk. Ayrıca Türkiye’de kitap yazdım da gerçekten para kazandım diyen insanların sayısı bir elin parmağını geçmez. Zira yayınevleri dahi sattıkları kitapların paralarını kitapçılardan 4-5 ayda ancak alabiliyor. Ama soruyorsanız evet azda olsa para kazandım ve hepsini yardım kuruluşlarına bağışladım.

-Siz iş dünyasında yer alıyorsunuz.Aynı zamanda yazarsınız. Hem iş dünyasında varsınız hem de sanat dünyasında. İş dünyası ve sanat dünyası birbirinden çok farklı iki dünya. Ortayı nasıl buluyorsunuz?

Bulamıyorum. Bu nedenle randevularımda iş çevremle sanat camiasını hiçbir zaman yanyana getirmemeye özen gösteriyorum. Her iki sektördeki insan profilleri birbirine çok zıt. İş çevresi sürekli para’dan konuşurken sanat camiasının uçuk paradiğmaları onlara biraz komik geliyor. Tabi sanat camiasındaki insanlara da iş çevresi vampir gibi. Bunu mecburiyetten dolayı birkaç kez yaşadıktan sonra randevularımı ona göre ayarlamaya özen gösteriyorum.

734810cookie-checkAbdülhamit’in tılsımı “Osmanlının Sırrı”nda

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.