ALMANYA’DAN… İnsan yaşamının değeri

12 Eylül 1980 Cuntası sonrası “bunları asmayalım da besleyelim mi?” sorusunun ülkenin başındakiler tarafından miting meydanlarında toplanan ahaliye sorulduğu bir dönemde 21 Ocak 1981 gecesi tam yirmi yaşında ayrılmak zorunda kaldım çok sevdiğim Türkiye’den.

6 Ekim 1982 tarihinden beri Almanya’da yaşamaktayım.

Türkiye’de bir çok kişi Almanya’da yaşam konusunda pek olumlu konuşmaz. Yeterince “sıcak” bulunmaz insan ilişkileri bu ülkede. Oysa gerçek öyle değil.

Gençliğini ve belki de kişiliğinin biçimlendiği yılları Almanya’da geçmiş ve bu ülkede olumlu çok şey öğrenmiş bir birey olarak son yıllarda artık Türkiye’ye dönme zamanımın geldiğini düşünmekte ancak bu kararımı yaşama geçirmek konusunda hızlı davranamamaktayım.

Geçen gün Bremen’de iki yaşındaki Kevin’in buzdolabında cansız cesedi bulunduğunda bir kez daha farkına vardım, niçin “kalbimin ayaklarıma söz geçirmekte zorlandığına”.

Bremen’li Kevin doğuştan şansızdı. Ehliyet ya da silah ruhsatı almak için sınava girilmesi zorunlu olan bu dünyada çocuklar kendi tercihleri dışı dünyaya getirilebildiklerinden Kevin’de anne ve babasını seçme şansına sahip değildi.

Kevin’in annesini de öldürmüş olabileceği araştırılmakta olan 41 yaşındaki uyuşturucu müptelası babası onu katletmişti.

Olay ortaya çıktığında Bremen karıştı. Gençlik Dairesi ve diğer sorumluların Kevin konusunda tüm uyarılara rağmen gerekli tedbirleri almadıkları iddia edilmekte.

2 yaşında bir Bremen’linin ölümünün sorumluluğunu sosyal alanda en üst düzeyde yönetici konumunda olan Senatör Karin Röpke üstlendi ve istifa etti.

SPD’li politikacı benim benzeri durumlarda Türkiye’de ibretle izlediğim, yetkililerin suçu birbirlerinin üstüne atarak koltuğa yapışmalarının tersine anında kararı verdi.

2 yaşında bir çocuğun onu koruması gereken yetkililer tarafından korunmayıp babasının zulmüne terk edilmesi ve yaşamını yitirmesi yeterli bir nedendi senatörün istifa etmesi için. Altındaki müdürlerin “kellesini talep edip, koltuğunu korumak” gibisinden vicdanlı bir devlet yöneticisinin yapamayacağı bir tavrı düşünemezdi bile.

Elbette Senatör Karin Röpke, Kevin’in ölümüne neden olmadı. Ama onun bu onurlu istifası eminim ki diğer Kevin’lere daha fazla özen gösterilmesini de beraberinde getirecek. Kevin olayında ise elbette görevlerini yapmayan yöneticiler ile ilgili soruşturma gereken dersin çıkmasını sağlayacak.

Düşünüyorumda, İstanbul’da son yaşanan büyük kar fırtınasında bir ilkokul öğrencisi donarak can vermişti. Hiçbir sorumlunun istifa ettiğini hatırlamıyorum. Hatta İstanbul gibi bir metropolde bir çocuğun donarak ölmesi ile ilgili olarak soruşturmanın ailenin parasızlığı ile yürütülemediğini okuduğumu ibretle hatırlıyorum.

Biliyor musunuz ? Aslında “Türkiye niçin AB üyesi olamıyor?” sorusunun cevabını belki de bu iki yaşamını yitiren çocuğun öyküsünde aramak gerekiyor.

Ev yolunda donan, babası taranırken onunla birlikte vücudu kalbura çevrilen, Manisa’da olduğu gibi işkence gören çocuklar diyarı Türkiye’de sorumlular koltuklarında oturdukları sürece Türkiye’ye “kıyak yapılsa” ve “Türkiye AB üyesi olsa ne olur” diye düşünmeden edemiyorum.

Anlıyor musunuz şimdi benim “Türkiye” diye “atan” kalbimin Almanya’da kalmakta “direnen” ayaklarıma niye hükmedemediğini.

Bu “insana verilen değer farkını” öğrenmeme neden olan Marmarisli ressama bundan dolayı teşekkür etmeyeceğim. Çünkü hak etmiyor! 


 

 

 

1615210cookie-checkALMANYA’DAN… İnsan yaşamının değeri

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.