AVUSTURYA’DAN… 2006’nın ardından…

Avusturyalılar geride bıraktığımız 2006 yılından menmun olduklarını belirttiler. Hele Noel Bayramlarına rast gelen 24 Aralık günü bir de kar yağmış olsaydı, keyiflerine diyecek olmayacaktı. Bu mutluluklarından mahrum kaldılar.  Ancak 2006 yılının bütününden duydukları mutlulukları hiç şüphesiz basının dolduruşu ile de desteklendi.

Ben şahsen pek mutlu olmadım. Avusturya’nın iç politik gelişmelerinin dışında, dışında da denilmez ya, hep biz vardık.  Bizi anlatışları da yabancı düşmanlığına hep çanak tuttu. Bizimle ilgili gündeme girmeden Avusturya’nın gündemini neler belirledi, bir bakmak isterim.

2006 yılının başlaması ile bir Avrupa Birliği Dönem Başkanlığı rüzgarı esti.  Altı aylık AB Dönem Başkanlığına iki önemli zirve sığdırdılar ve onlara  ev sahipliği yaptılar; Bunlardan birisi AB – Amerika zirvesiydi, eli kanlı Bush’u Avusturya’da ağırladılar; Diğer zirve ise AB ve Latin Amerika zirvesiydi. Bu ikinci zirvede ise diğer Latin Amerika devlet adamlarının yanında özellikle Eva Morales ve Hugo Çavez Avusturya’yı onurlandırdılar. İki güçlü devlet adamının karizması karşıtlarının bile gözlerini kamaştırdı.

Avusturyalılar 2006 yılında kayak sporunda oldukça başarılı olmuşlardı, ancak bu başarıları alışmışlığın dışında bir doping skandalı ile gölgelenmişti. Dopingi uygulattıran kişi kış olimpiyatlarının yapıldığı İtalya’da polisle köşe kapmaca oynamıştı da, ülkede nerdeyse halk sporu denilebilincek kayak sporuna bu şekilde kara çalınmış olması Avusturyalıları üzmüştü.

Klasik müzigin en büyüklerinden olan Wolfgang Amadeus Mozart’ın doğum günü olan 27 Ocak’ta Mozart yılı çerçevesinde üç günlük etkinlikleri içinde 125 gösteri tam tamına yüzbin insan izlemiş. Mozart Avusturya’da böylesine onurlandırılırken, Avusturya’nın yaşayan en büyük yazarlarından olan Peter Hanke’nin bir davranışını hem Avusturyalılar hem de Batılılar provokasyon olarak değerledirdiler ve Almanların verdiği Heinrich Heine ödülünün Hanke’nin elinden alınmasına tepki göstermediler.  Almanların Hanke’ye karşı olan bu davranışın nedeni, Avusturya’nın asi çocuğu Peter Hanlke’nin Jugoslavya Devlet Başkanı Slobodan Miloseviç’in cenaze törenine katılıp bir de konuşma yapmasıydı.

Avusturya polisinin yabancı düşmanlığı tavrı da ülkede gündeme zaman zaman damgasını vurdu. Ancak polisten önce artık hayatta olmayan ve yeni yılın ilk günlerinde vefat eden İçişleri Bakanı Liese Prokop Hanım yabancılarla iligili yapılan çalışmanın tanıtımını yaparken “Topluma uyum sağlamayan yabancılar yurtdışı edilmelidir” ifadesi polislerinin yabancı kökenlilere olumsuz davranışlarının tetikçiliğini yaptı. Polisin bu davranışlarından ilki Afrika kökenli birisinin yurtdışı edilmesi sırasında kıyasıya  dövülmesiydi; Bir diğeri iseAvusturya vatandaşlığına geçmiş Türk kökenli teakvandocu Tuncay Çalışkan’nın kendisine kötü davranan polisi, gene polise şikayette bulunması sırasında poliste hırpalanmasıydı. O ise son olimpiyatlarda Avusturya bayrağı altında Avusturya milli takımında bulunmuş, olimpiyatlarda Avusturya’yı temsil etmişti.  Tuncay Çalışkan’nı polisin gazabından ne Avusturya vatandaşlığı, ne de o ülke adına olimpiyatlara katılmış ve Avusturya’yı temsil etmiş olması kurtarmıştı. 

Dış politikada Avusturya’nın gündemine yukarda belirtmiş olduğum iki zirvenin dışında ve Türkiye’nin AB üyelik başvurusunun dışında, sadece İsrail bombaları ile öldürülen Avusturyalı Birleşmiş Milletler’de görev yapan asker vardı. İsrail bombaları ile öldürülen ailenin bütün çabalarına rağmen, Avusturya hükümeti İsrail nezdinde ciddi bir protestoda bulunamadı. Nasıl bulunsun ki, Avusturya İsrail’in en yakın dostlarından birisidir; bu dostluk,  Avusturya Dışişleri Bakanı Ursula Plassnik’in Kasım ayında İsrail ziyaretinde de kendisini gösterdi. Devlet dosluklarının yanında, İsrail ve Avusturya’nın Dışişleri Bakanları birbirlerine şahsi dostluklarının da olduğunu belirttiler. Kendilerinin haftada en az bir defa telefon görüşmesi yaptıkları Avusturya basınında dile getirildi. 

2006 yılında Avusturya gündeminin zirvesini üç konu oluşturdu. Birincisi 10 yaşında kaçırılıp da 18 yaşında özgürlüğüne kaçan Nataşa Kampuş, ikincisi Avusturya Sendikalar Birliği ve onun bankasının 3 milyar Avro’yu riskli bir ticari ilişkide ABD’de Karabik adalarında kuma gömmesi, üçüncüsü ise 1 Ekim’de yapılan genel seçim ve o günde bu yana kurulamayan hükümet.  Gündemin bu üç konusu önümüzdeki yılda ve yıllarda da Avusturya’yı meşgul edecektir.  Nataşa Kampuş ülkede yılın kadını seçildi, yayıncılar ve yazarlar onun anılarının peşindeler, gelecek yılda da bu ilgi devam edecektir.

Seçimin üzerinden tam tamına üç ay geçmiş olmasına rağmen, hükümetin kurulamamış olması hükümet üyelerinin herbirinin almış oldukları 14 ile 15 bin Avro’luk  maaşı haksız aldıklarının ve aldıkları maaşı da hak etmediklerinin sözleri toplumda çoktan edilmeye başlandı. Burada Avusturya Başbakanı Wolfgang Schüssel Avusturya’da basın tarafından en az sevilen dördüncü insan olarak seçilmiş olduğunu ve yeni hükümeti görmeye ömrü yetmeyen İçişleri Bakanı’nın Prokop’un yerine Schüssel’in İçişleri Bakanı olarak da Avusturya Cumhurbaşkanı tarafından 2. Ocak 2007 tarihi itibariyle atandığını belirteyim.

Diğer gündem maddesi ise bir çok boyutu ile derslerle dolu, bu derslerden birisi 1,5 milyon üyeli sendika nasıl dağıtılır ve sendikacılık nasıl yerle bir edilire çok çarpıcı örnekti. Çıkarılacak başka bir ders daha vardı ki, işçi sınıfına şenlikti. Kasım ayında Viyana’da dünya işçilerini  yeni bir dünya sendika örgütü kurmada öncülük etmek isteyen Avusturya’nın sendika konfederasyonu, “bir sınıf dayanışması örneği göstererek” Aralık ayında da sahip oldukları bankayı işçi düşmanı bir Amerikan finanz grubuna satmasıydı.

İkinci Dünya Savaşı sırası dışında ciddi sorun yaşamayan Avusturya sendikalarını 2000 yılından 2006 yılına kadar yaşamış oldukları finanz sorunlarından kısa süreliğine bu satış biraz rahatlatacaktır, ancak uzun vadede sendikaların yitirmiş oldukları güveni geri getirmeyecektir.  Bu arada bu banka skandalının baş aktörleri olarak kabul edilen Avusturya Sendikalar Birliği eski Genel Başkanı Fritz Verzetnitsch sevilmeyenler sıralamasında altıncı sırada bulunurken, banka eski genel müdürü Helmut Elsner ise hiç sevilmeyen insan sıralamasında birinci sıraya seçilmiş bile.

Bütün bu olayların dışında, Avusturya gündeminde biz Türkler vardık. AB’nin genişlemesinin her tartışılmasında Türkiye mutlaka merkezde oldu. Genel seçim mi yapılacak, ırkçı partiler biz Türk  göçmenleri ve ülkemiz  Türkiye’yi seçim çalışmalarının merkezine yerleştirdiler. Uyum mu konuşulacak, Türkler, dini bir tartışma mı sözkonusu gene bizler, sözde “islamcı terörizim” mi tartışılacak hep bizler konuşulduk.

Sanki Tuna Nehri üzerinde inşa edilip, de Alp Dağlarının suyu ile doldurulacakmış gibi, Dicle üzerine inşa edilmek istenen Ilısu Barajı konusunda Avusturyalılar’ın düşünceleri soruldu. Gazetelerden bazıları sayfalarında ayrıca Türkiye köşesi açtılar. Bu köşede gazete okurları AB, islam, göçmen sorunu ve onunla bağıntılı olan uyum veya uyumsuzluk gibi konuları içeren düşüncelerini, düşünceden daha çok, hakaret, aşağılama ve kinlerini kustular. 

Kin kusma tavrına Orhan Pamuk’un almış olduğu Nobel ücreti bile kullanıldı. Orhan Pamuk’a verilen ücret sayesinde de suratımıza atılmadık tokat kalmadı. Pamuk’la estirilen kin ve düşmanlık furyasının bitiminden sonra Viyana’nın büyük kitapevlerini gezdim. Pamuk’un hiç olmazsa okunuyor mu diye raflarda onun kitaplarını nafile aradım, durdum. Bir kitapçıda sadece iki kitabı vardı, diğerlerinde ise hiç. Bize onca hakarete sebep olan kişinin kitapları Avusturyalının gündeminde yoktu.

Basında ve toplumun içinde yeralan bu düşmanca tavırı gördükçe, duydukça ve okudukça, hep iyi ki herşeye rağmen ayakta duran bir ülkemiz, bir Türkiye var dedim hep. Aksi taktirde bizlere de bir kristal gecesinin yaşatılması hiç uzak bir ihtimal olmayacaktır tesbitini kendi kendime dile getirdim.

Türkiye’nin Avrupa Birliği üyelik süreci de Avusturya’da haftada bir gündemi meşgul eden konu oldu, belkide ülkede en sık yazılan konu ürkiye oldu. Her önüne gelen parti veya meslek örgütü ve odası Türkiye ilgili düşünce belirttiler. Bu konuda da kendi aralarında iyi polis ve kötü polis rolleri dağıtılmıştı; işçi örgütü olumsuz düşünce belirtirken, işveren örgütü olumlu düşünceler açıkladılar, ya da bunun tersi oldu. Aynı durum siyasi partiler için de geçerliydi, sosyal demokrat parti sözcüleri Türkiye’ye umut veren bir açıklamada mı bulundu, sağ muhafazakar parti temsilcileri bunun aksini dillendirdiler. Ancak değişmeyen bir tavır vardı ki, o da ırkçı partilerin düşmanca tavırlarıydı, bir de Türkiye’nin her türlü çalışmalarına ve çabalarına rağmen toplumda sürekli dibe vuran Türkiye taraftarlığıydı.

Gazetelerde ve politik arenada zaman zaman bizleri bile şaşırtan olumlu yazılar ve açıklamalar yer alsa bile genel tavır degişmemekteydi, iyi ve kötü polis rolü aralarında dağıtılmıştı sanki.

Avusturya’nın tarihinde hep güçlü ve iktidar partileri olmuş olan Avusturya Sosyal Demokrat Partisi (SPÖ) ve Avusturya Halk Partisi  (ÖVP) 2006 yılının Aralık ayında Türkiye’nin AB üyeliği konusunu bir daha gündeme taşıdılar. Her iki partinin dışişleri sözcüleri de Avusturya Dışişleri Bakanı Ursula Plassnik’in bir söyleşide dile getirmiş olduğu tavrı onayladılar.

Avusturya’nın yeni günlük gazetelerinden olan Österreich gazetesinin kendisi ile yapılan söyleşide Avusturya Dışişleri Bakanı Ursula Plassnik, Türkiye ile Avrupa Birliği görüşmelerine bir mola verilmesi gerektiğini açıkladı. Gazetenin genel yayın yönetmeni Wolfgang Fellner’in sorularını cevaplandıran Dışişleri Bakanı Plassnik, Türkiye’ye AB’ye tam üyeliğin dışında bir birliktelik teklifinde bulundu.

Gazetenin Genel Yayın Yönetmeninin Türkiye’nin Kıbrıs ile ilgili yapmış olduğu teklifin bir kafa karıştırma mı biçimindeki sorusuna Plassnik, Avusturya’nın pozisyonunun açık olduğunu, Türkiye ile yapılacak görüşmelerin sonucunda otomatikman bir üyeliğin sözkonusu olmadığını, görüşmeler sonrasında üyeliğin ucunun açık olması gerektiğini belirtti.

Gazete Avusturya’da Türkiye’nin AB üyeliğine olumsuz yaklaşanların sayısının artmasını nasıl değerlendirdiği biçimindeki sorusuna Plassnik, kapıların kapatılmaması, görüşmelerin de ciddi ve açık bir şekilde sürdürülmesi gerektiğine inandığını belirtti.  Dışişleri Bakanı, bugüne kadarki görüşmeler sürecinde Türkiye ve Avrupa Birliği  hayli yolaldığını belirttikten sonra, görüşmeleri devam ettirmenin artık bir anlamının da olmadığını, görüşmelere bir ara verilmesi gerektiğini belirtti. Bu mola verilmediği taktirde Türkiye ile AB arasında daha başka sorunların da çıkacağını da belirten Plassnik, görüşmelerin devamının her iki taraf için de iyi sonuçlar doğurmayacağını sözlerine ekledi. 

Gazetenin  bu molanın nasıl olması gerektiği sorusuna, en az bir yıllık bir ara olması gerektiğini belirten Dışişleri Bakanı Plassnik,  Türkiye’deki iç politik sorunlara da dikkat çekerek, Türkiye’nin önünde bir genel bir de Cumhurbaşkanlığı seçiminin bulunduğunu, bunların atlatılması gerektiğini ifade etti. Ve böylecede gene oyalama taktiği ile gerçek düşüncelerini açıklamayarak Recep Tayyip Erdoğan’a bir seçim desteğinde bulunmuş oldu. 

Avusturya Sosyal Demokrat Partisi (SPÖ) ile Avusturya Hıristiyan Demokrat Partisi’nin kuracakları koalisyon hükümetinde de Dısişleri Bakanı olmasına kesin gözüyle bakılan Ursula Plassnik,  gazeteci Wolfgang Fellner’in “Türkiye üye olacak mı” biçimindeki somut sorusuna ise, Avusturya da Türkiye’nin AB üyeliği için mutlaka bir referanduma gidileceğinin altını çizdikten sonra, Türkiye’nin tam üyeliğinin yerine “Türk –  Avrupa Birliği”nin zorunluluğuna vurgu yaptı.

Yıl içerisinde Dışişleri Bakanı Ursula Plassnik memurları ile başı epeyce ağrıdı. Çeşitli ülkelerde görev yapan Avusturya Büyükelçileri yıl içerisinde para karşılığında vize verdikleri ortaya çıkmıştı. Son olarak bu skandalla ilgili Avusturya’nın Belgrad eski Büyükelçisi Sırp polislerince tutuklanmıştı.

Avusturya’nın Budapeşte, Kiew, Bükreş ve Ankara Büyükelçileri aleyhinde de vize skandalından dolayı soruşturmalar başlatılmış,  Avusturya’nın Laos eski  Büyükelçisi cezaya bile çarptırıldığı Avusturya Dışişleri Bakanlığı tarafından duyurulmuştu.

 Avusturyalının noelde görmediği kar ve seçimden bu yana tam üç ay geçmesine rağmen kurulmayan hükümet arzuları şimdilik yeni yıla kaldı. Yeni yılda da Avusturya’nın gündemi şimdiden belli, banka skandalı, sendikalar, yeni hükümet, yaratılan yıldızlar…

11 Ocak 2007’de yeni bir hükümet kurulacağı Avusturya Cumhurbaşkanı Heinz Fischer tarafından yapıldı. Bir terslik olmazsa seçimden 3,5 ay sonra Avusturyalı 2007 yılında önemli bakanlıklar karşılığında sosyal demokrat bir Başbakana sahip olacak.

 

 


 

1597180cookie-checkAVUSTURYA’DAN… 2006’nın ardından…

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.