Başbakan yanlış yere bakıyor

Referandumda “hayır” oylarının yüzde kırkiki olarak çıkması başbakanı tedirgin etmiş olacak ki, uzmanlarına bu durumu inceleme talimatı vermiş. Bir kere, referanduma katılma oranı yüzde yetmişsekiz, bunların içinde “evet” oranı da yüzde ellisekiz olduğuna göre, “evet” oylarının gerçek oranı sadece yüzde kırkbeştir. Bu durumda “hayır” oylarının gerçek oranı ise yüzde ellibeştir. Başka bir deyişle, “hayır” oylarının oranı “evet” oylarının üzerindedir. Siyasal etik gereği, hükümetin başı olarak başbakanın asıl görevi, vatandaşın önündeki engelleri temizleyerek, vatandaşın serbest iradesinin oluşmasını sağlamaktır. Bu amaca yönelik olarak, başbakanın dikkate alması gereken durum, salt ne “hayır” ne de “evet” oy verenler olmayıp, her iki halde de gerçek sosyal tercihlerin yansımasını engelleyen siyasal ve sosyal patolojilerdir. Bugün, bu konuyu tartışmak istiyorum.

Öncelikle şunu belirtmeliyim ki, emperyalizmin bu denli yoğun olduğu ortamda, kapitalist bir çevre ekonomisinde demokrasiden söz etmek gerçekten komik kaçıyor. Ancak, bu bilinçle, referandum öncesinde, sistem içinde ve kısa dönemde emperyalizmin ve onun içerideki ajanlarının önünün kısmen de olsa nasıl kesilebileceği etrafında yoğunlaşmaya çalıştığım gibi, bugün de aynı mantıkla hareket ediyorum. Bu çerçevede şu soruyu sorarak işe başlıyorum: Oylamada gerçek sosyal tercihlerin ortaya çıkmasını engelleyen davranışsal patolojiler nelerdir?

Çok temel bir sorun, tasarının bel kemiğini oluşturan iki temel hüküm ile talî nitelikli hükümlerin bir arada oylanması olmuştur. Çok muhtemeldir ki, toplumun bir bölümü kritik iki maddeye, başka bir bölümü de bunların dışındaki maddelere ağırlık vermiştir. Bu görüşü genişletirsek, gerçek bireysel tercihlerin saptırılmasında en temel rolü, maalesef, siyasal erkin oynamış olduğu sonucuna ulaşırız. Amacını gerçekleştirmek için bizzat siyasal erk böyle bir politika uygulamış olduğundan, bu konuda düzeltici adım atması söz konusu olamaz. Ancak, siyasal erk, böylesi bir manevra ile amacına ulaştığını düşünüyorsa, önce dönüp kendisine bakması ve giriştiği bu siyasî manevranın etiksel boyutu üzerinde uzun uzun düşünmesi gerekmektedir!

“Evet” oylarında cemaat etkisinin çok ciddî bir patoloji yaratmış olduğu gün gibi ortadadır. Cemaat mantığı ile, bireyler sürü davranışına itilerek, kendi ve toplumsal menfaatler dikkate alınmadan, ne pahasına olursa olsun, sandık kurtarılmaya çalışılmıştır. Gülen, TV konuşmasında, kendi başından geçen bir davada, yargıçların Lem’alar konusunu bilmediği ve böylece cahilce(!) karar verdiği iması yaptıktan sonra, hiçbir mantıksal gerekçe göstermeden, ölülerin bile “evet” oyu kullanması gerektiğini ifade etmesi, cemaati sürü davranışına iterek, onlara karşı ne denli saygısız davrandığını açıkça ortaya koymuştur. Başbakanın da bu davranışı şükranla karşılayıp, kendisine teşekkür etmesi, hiçbir siyasî anlayışa sığmayan çok ciddî bir siyasî hata ve halka karşı saygısızlıktır. Baykal’ın aynı siyasî hatayı yapmış olması, başbakanı kurtarmaz! Siyasî bir karar ortamında, toplumsal vicdanı köreltecek siyaset dışı ilişkiler, özellikle de kutsal duyguların kullanılması etiksel ve rasyonel bir davranış olarak görülemez. Özgür ve rasyonel davranan toplumlar güdülmedikleri için, “kanaat önderi” üretmezler ve böylelerinin kölesi olmazlar!

Referandumu tepkisel olarak boykot edenlerin davranışları da, zor altında olduğu durumda patolojidir. Ancak halkların bir siyasal amaç etrafında isteksel davranışları pataloji olarak görülemez.

Oylamada başka bir saptırıcı patoloji de, yine bizzat siyasal erkden kaynaklanan ve hiçbir şekilde onanması olanaklı olmayan açık ya da gizli tehdit unsurlarıdır. Çeşitli gruplara ve/veya toplumca tanınmış kişilere oylarını açıklama yönünde telkinde bulunulması, hatta bu konuda ısrarcı olunması, tam anlamı ile siyasal şiddettir. Kurumun oy açıklaması diye bir şey söz konusu olmaz, çünkü oylama bireysel bir uygulamadır. Herkesin oyunun kutsal olduğu anlayışı çerçevesinde, önceden oylarını açıklayan kurum ve kişiler, bu davranışları ile kendi kutsallıklarını çiğnemiş oldukları gibi, maalesef, ne derece demokrasi cahili olduklarını da topluma sergilemiş oldular!

Dilerdim ki, referandum süreci, parti kavgasına dönüşmeden, halka gerçekler anlatıldıktan sonra, gerçek iradelerin oluşması zeminin hazırlanması şeklinde geçmiş olsa idi! Bu süreçten kimse kazanmadı; ülke, hem hukuksal sonuç olarak, hem de, hatta ondan da öte, siyasal etik olarak çok şey kaybetti!
Referandum sonrasında yürütülen tartışmalarda, AKP’nin zahirî başarısı (başarı olarak algılanan zahiridir, çünkü“evet” oyları, potansiyel oyların sadece % 45’idir!) başbakanın “karizma” ve “toplumla anlaşabilme” gibi niteliklerine dayandırılarak, siyasette davranışsal muhafazakarlık övülmektedir. Bu görüşün iki açıdan fevkalade büyük bir hata olduğu kanaatini taşımaktayım.

Bir defa, karizma denen nitelik, bir toplum içinde tabanla birey arasında oluşan iletişim mekanizmasıdır. Her bireysel davranış, ancak tabana mesaj verebildiği sürece karizmatik nitelik kazanabilir. Başka bir deyişle, bir bireysel davranış, davranış biçimi ve içeriği ile tabanın algılama düzeyine göre o toplum tarafından karizmatik olarak görülebilir. Şu hale göre, karizmatik olduğu ileri sürülen bir kişinin davranışları ve söylemsel içeriği tabanın algılama derecesine göre algılanır ve ona göre değerlendirilir. Haşi ve kaba erkeksi tavırların başat olduğu, TV ekranlarında vur-kır türü tabancalı saldırgan dizilerden hoşlanan, akademik tartışmaların gece yarısına itildiği bir toplum, siyasîlerde sakin ve saygılı tavırlardan çok, saldırgan ve ezici ifade ve davranışlardan hoşlanır. Maalesef, medyada da benzer davranış kalıbının itibar gördüğü izlenmektedir. Böyle bir toplumda saldırgan ve güç kullanmaya eğilimli sahte liderler karizmatik olur. Ünlü hikâyede olduğu gibi, evine misafir olan Atatürk’ün kısa boylu oluşu ve ince sesiyle şekerli kahve istemesinin evsahibini hayrete düşürdüğü bir toplumda karizma sahibi insan da (lider diyemiyorum!) ancak haşin ve saldırgan davranışlarla öne çıkabilir.

Buradan ikinci meseleye geçelim. O da şudur; bir siyasînin rolü, toplumun düzeyine inerek, onu olduğu yerde tutmak mıdır, yoksa, tedricen de olsa, topluma örnek olarak, toplumsal davranışsal normların yukarı çekilmesine katkıda bulunmak mıdır! Siyasî çevreler ile akademik ve aydın çevrelerin birbirinden bu açıdan çok net olarak ayrıştıklarını kabul ederek, hatta toplumsal normların oluşumunun ekonomik, tarihsel ve benzeri çok çeşitli faktörlerin karmaşık etkileri sonucunda ortaya çıktığı kabulünü de yaparak, yine de siyasîlerin toplumsal normların oluşumuna katkıda bulunmak gibi bir rollerinin olduğunu düşünüyorum. Oy kaygısı ile, sosyal normaların en düşük seviyesini oluşturan ortalama ya da medyan norma göre davranan bir siyasetçi, toplumu olduğu yerde tutmakta, hatta geriletmektedir.

Toplumsal çıkarlar açısından etkin ve etken siyasetçinin, farklı toplumsal kurumların sistemlerle alâkasını saptayarak, topluma hangisi adına özgürlük sunduğunu vicdanî olarak düşünme ahlaksal bir zorunluluktur. Ne demek istediğimi, Türkiye’deki güncel gelişmelerden örnekleyerek anlatmak istiyorum. Günümüzde yaşadığımız laiklik ve dincilik olgu ve tartışmaları, yüzeysel demokrasinin nasıl derinden baskı ve vesayet sistemine çanak tuttuğu, toplumun geniş kesimleri tarafından çok açık olarak algılanamamakla beraber, mutlak bir gerçekliktir. Din karşısında, özgürlük adına geliştirilen dinciliğin, siyaset ve ekonomi alanında nasıl bir sermaye sömürüsü, baskısı ve vesayet sistemi oluşturduğu, günümüzde gün gibi ortadadır. Herkesin kendi dinini yaşayıp, dini özel alanda tutarak, siyaset ve ekonomi alanında sistem seçişi yapabilmesi mi; yoksa, dincilik aldatmacasını özgürlük olarak algılayıp, sermaye ve emperyalizmin baskısı altında yaşamayı mı gerçek özgürlük olarak kabul etmek durumudayız! Halkların cahil bıraktırılması sadece okul ve eğitim olanaklarından yoksun bırakılması ile olmayıp, bazı cehalet koşulları ise bizzat eğitimle oluşturulabilir! Emperyalizm ve içeride sermaye sömürüsü karşısında, dincilik ve tarikat yuvalanma özerkliğini, gerçek anlamda özgürlük, hatta hatta gerçek dindarlık açısından ele almak durumundayız!

1595490cookie-checkBaşbakan yanlış yere bakıyor

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.