'Darbelere Hayır' söylemi kimi kurtarıyor?

ÖDP başkanı tarafından Millet Meclisi gündemine taşınan “Darbeleri Soruşturma Önergesi” gerçekten fevkalade demokratik bir girişim gibi gözüküyor. Demokrasiye gönülden bağlı hiç kimse, halkın oyları ile iktidara gelmiş olan siyasal erki şu veya bu şekilde zor kullanarak iktidardan indirmek azmi ve cüretinde bulunamz! Ancak, darbelere karşı demokratik tavır geliştirilirken, geçen yazımın bir devamı ve sonu olarak, yürüyüş yolumuzu kaplayan bazı pürüzlerin temizlenmesini kaçınılmaz görüyorum.

Fizikî güç kullanarak, toplumsal yapıda kaos yaratarak siyasal iktidarı devirmeye çalışmanın demokrasi ile bir ilgisi olmadığı ortadadır. Şeffaf yönetim oluşturmaya yönelik olarak bu tür eylemlerin açığa çıkarılması ve yasal yollardan bertaraf edilmesi kaçınılmazdır. Söylenmesi fevkalade kolay, görüntüde de oldukça demokratik  olan bu savın akademik sorgulama ve diyalektik yöntem açıdan bir başka şekilde gözden geçirilmesi gerekmektedir. Bu yazıda, böyle bir amaçla, yaşadığımız ortamda oluşan koşulların sosyo-ekonomik arkaplanını irdelemeye çalışacağım. Açıktır ki, böyle bir yaklaşım, hukuk ve ceza sistemleri ile ilgili olmayıp, tamamiyle sosyo-ekonomik sorgulamayı içermektedir. Açıklamalarıma temel oluşturacak iki soru şudur: Sosyolojik olarak, her reaksiyonun bir aksiyona karşı geliştiği sosyolojik tez geçerli ise, yaşadığımız “darbe” türü girişimler ne tür aksiyonların diyalektik reaktif sonucudur? İkinci olarak da, çok partili sisteme geçişten ve özellikle de İkinci Paylaşım Savaşı sonrasında kominizme karşı yürütülen soğuk savaş döneminde ve komünizmin çöküşü sonrasında yeryüzüne yayılan yeni emperyalizm dönemde darbe veya darbe girişimlerinin giderek sıklaşarak gerçekleşmesini nasıl açıklayabiliriz?

Yeni Dünya Düzeninin, başta ABD’de olmak üzere gelişmiş merkez ekonomilerdeki sermayenin krizini aşma çabalarının politik ifadesi ve uygulaması olduğunu defalarca tartıştık. Bu tartışmalarda şunları da paylaştık ki, krizini aşmaya çalışan sermaye çevre ekonomilere uzanırken önündeki tüm engelleri temizlemektedir. Geçmişte silah gücü ile gerçekleştirilen emperyalizmin, günümüzde artık ekonomik ilişkileri kullandığını da bu sütunlarda sizlerle paylaştık. Bu bağlamda, devletin küçültülmesi ve ekonomiden çekilmesi, özelleştirme yapılması, sosyal politikalara son verilmesi vb gibi dayatmaların hep merkez sermaye dokusunun çevre ekonomilere bazen doğrudan, bazen de IMF veya DB gibi kanallarla yaptığı telkinlerle gerçekleştirildiğini gördük. Bugünkü konumuzu, yine bu dayatmalar temelinden yükselen, daha üst katmanlardaki operasyonlarla ilgili kurmaya çalışacağım.

İkinci Paylaşom Savaşı sonrasında kapitalizmin tüm yerküreyi sömürme hayalini karartan en önemli engel komünizm idi. Zaten, 1944 yılında kurulmuş olan DB ve IMF, ABD’de 1941 yılında toplanmış olan “Foreign Affairs Comission” kararları doğrultusunda komünizme karşı girişilen uzun soluklu mücadelenin uluslararası görüntülü  ekonomik ajanları olarak oluşturulmuşlardır. Komünizm 21. yüzyılın başında, şimdilik de olsa, sönümlendirildi, ama soğuk savaş döneminde komünizme karşı kapitalizmi koruyan, fakat şimdi kapitalizmin hareket sahasını daraltan iki ciddî engel bulunmaktadır. Bunlardan biri milliyetçilik ya da ulusalcılık, diğeri ise İslâm’dır. Zira, emperyalizm çevre ekonomilerin yerel kaynaklarını sömürerek bu ülke halklarını yoksullaştırdıkça, bu ülke halklarının milliyetçilik duyguları uyanmaktadır. Bunun yanında, petrol bölgeleri üzerinde yayılmış olan İslâm toplumlarının da emperyalizme karşı potansiyel tehlike oluşturabileceği düşünülmektedir. Bu iki oluşumu küresel emperyalizm yönünde dönüştürmenin yolunu da emperyalizm bulmuş gibi gözükmektedir. Şöyle ki, milliyetçilik ya da ulusalcılık engeli  ulus devletleri parçalamada da etkili olduğundan, emperyalizmin işine gelmekle beraber, aşırısı kontrol edilmesi gereken bir unsur olarak görülmektedir. İslâm engeli ise, büyük halk yığınlarının kutsal dokusu vulgarize edilip, “ılımlı İslâm” gibi ifadelerle sulandırılarak aşılmaya çalışılmaktadır. Dikkat edilirse kapitalizm sol ideolojiyi de kesinlikle cepheden reddetmemiş, tam tersine, “piyasacı sol” ya da “demokratik sol” vb gibi ifadelerle sulandırarak, dokunun içini boşaltmıştır. Kapitalizmin bu yöndeki çabalarının ne büyük bir başarısıdır ki, Türkiye’de sosyal demokrat olduklarından dahî kuşku duyulacak bazı partiler sol olarak algılanmakta, eski solcuların solculuk tanımı da merkeze doğru kaymaktadır!

Siyasî sorumlular yabancılara satılan çok değerli kamu kuruluşlarına yönelik itirazları, “binaları söküp memleketlerine mi götürecekler!” gibi akıl almaz ifadelerle savuştururken, başka biri çıkıp, “Türkiye’yi pazarlıyoruz!” derken, ya da halkın malını “Babalar gibi satarız!” saygısızlığını yaparken, sosyolojik olarak bazı tepkilerin çıkmamasını beklemek hiç de doğal değildir. Tabii ki, insanlar bu davranışlar karşısında fikirlerini söyleyecek, örgütlenecek, siyasî kararlar karşısında özgürce fikirlerini ifade edecek ve “meşrû sınırlar içinde” gösteride de bulunacaktır. Bunlara göz dağı vermek demokratik bir davranış olarak nitelendirilebilir mi!

Yazıyı belirli boyutlarda tutabilmek ve, olası koşullarda, gelecek buluşmalarımızda tartışmayı sürdürebilmek ümidi ile, şu soruları sizlerle paylaşarak konuyu sonlandırmak istiyorum: % 47 oy gerekçesine dayanarak, Anayasa’nın çok temel hükümlerini sollama girişimleri (eğer bu sav doğru olarak kanıtlanırsa!) demokratik bir davranış mıdır? Siyasal güce dayanarak, Van Üniversitesi Rektörüne uygulanan davranış biçimi demokratik olarak nitelendirilebilir mi? Tüm kamu yönetim alanlarını ele geçirmeye çalışma çabası demokratik bir yönetim olarak görülebilir mi? Tarikatlar ve cemaatlar desteği ile yürütülen bir yönetimin halka dayandığı ve demokratik olduğu ileri sürülebilir mi? Kömür ve erzak karşılığı alınan oyların demokrasi açısından geçerliliği olabilir mi? Ekonomiyi parlak göstererek, değerli kamu kuruluşlarını elden çıkarmanın yanında, carî açığı yüksek faizle finanse ederek hem ekonominin çökertilmesinin hem de ülke siyasetinin dış güçlere bağımlı hale getirilmesinin demokrasi ile nasıl bir ilintisi olabilir? 

Bu ve benzerî sorularla önce bir darbe tanımı yapalım; darbenin gizlisini ve açığını   birbirinden ayıralım ve hangi potansiyel darbenin hangi fiili darbeye tepki olarak ortaya çıktığını tartışalım! Eğer siyasal ortam darbe üretme bataklığı oluşturma potansiyeli taşıyorsa, salt sivrisineklerin ortadan kaldırılması (ki, bu durum hukukla ilgilidir) fazla bir şeyi çözmez; asıl olan bataklığın kurutulmasıdır (ki, bu alan siyaset ve sosyoloji ile ilgilidir)! Ergenekon olayına salt hukuksal olay olarak bakmak yerine, ki o işi ilgili yargı organları usulü dairesinde yapacaklardır, ondan çok daha anlamlı olarak, tüm oluşuma diyalektik çözümleme çerçevesinde sosyolojik aşıdan  yaklaşmak gerekmektedir. Kısacası, Ergenekon davası ile AKP’yi kapatma davası sosyolojik olarak kesinlikle birbiri ile ilintilidir!

_______________

* Prof. Dr.
 

1594950cookie-check'Darbelere Hayır' söylemi kimi kurtarıyor?

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.