Şeker Muhammet’i nasıl bilirdiniz?

“İran’dan kaçtım; çünkü, sefilliğimden, yoksulluğumdan yıldım” diye gerekçelendirirdi. Sığındığı kurumlarda adından da kaçmanın yararını gördü; hatta bir adım ileri gitti, İsveç telefon katalogundaki birkaç sayfa kaplayan adlardan kopya çekti; Simon SVENSSON oldu. O zaman turnayı da gözünden vurdu; en azından yaşamının bu dönemecinde…


Okulda onu öyle tanıdılar; Sven oglu Sven anlamında SVENSSON. Kendini egitti, dilini öyle başarıyla degiştirdi ki; sarı saçlı mavi gözlü, anadan dogma Ìskandinavya’lılar, sesinden bunu da kendi kopyaları sanıyorlar ve en azından telefonla işlerini daha kolay cözümlemeğe yardımc oluyoilardı. “Dizayn”a uymayan bır tek derisi kalmıştı, degistiremediği.. Aynı pasaportları taşıyorlardi artiık, ama yüzyüze geldiği Avrupalı hemşerileri (!) hemen sormadan edemiyorlardı; “Musluman falan olmayasın; Ortadoğu’lu bir görünüşün var da”.. Neyse, sonunda rengini de benimseyen bir sarı saçlıya raslayınca evlendi… Çocukları oldu; onlar da SVENSSON idiler…


“Yoksulluğu da yendim” dedi birgün. Sigara icmiyordu fakat şaka gibi, ne düşünmüşse işyeri açılışında puro almıştı; bana da tuttu… “Bu ne la’ Memet?!” dedim; “Abi, ben artık patronum; sen de aile avukatımızsın; sakın diger işverenlerin yanında kendini  ‘Göçmen avukatı’ diye sunmayasın ha”?!  Vay, vay vaay!..


Bır aralar onu, hatta adresini de unutmuştum ki bir büyük gazetede rasladım.. Yok öyle kocaman bir haber degil, arada, neden ve nasıl yer almış dedirten nitelikte; hani o ABD bilmem nereyi bombaliyor; Jenin’de/KhanYunis’de/Rafah mülteci kampında yeni soykırımlar uygulanıyor fotograflarının arasinda bizim ŞEKER; “üç gün sonra sınırdışı edilecek’… Yanlış mı okudum?! Allah Allah; bır de göçmen dergisi aldım, tamam o, poz vermiş, kahkahalarla gülüyor; ailesi de olayı resmi şaka olarak degerlendiriyor…


Sorayım, ayıp olmasın, dedim; aradım, bulmanın olanagı yok; polis de arıyormuş… Böyle zamanda dakiktirler… Endişelenmedim desem yalan olacak; ne suç işledi acaba bu Simon, pardon ŞEKER?..


Eski bir gazeteci dostu yakaladım; ayrıntılara ulaştım. Vergi dairesi, yılın genç isadamları ödülünü verirken, “Bunu Muhammet kazandı, Simon SVENSSON’un yanına hiç degilse parantez içinde benim gerçek adımı yazar mısınız?” demiş…  Eee, ne var bunda; diye sordum; fakat kime sorduysam sustu…


“Ya’  abi, dedi biri, Chechenia’da adamlar yalnızca Muhammet’le ilgili görüldügü için avlanıyorlar, Balkanlar’da Ortadogu’da kitlesel olarak…”


“Bunca eziyete giriyorlar, bir de davadan dönenlere göz mü yumsunlar” diye espri yapmak istedim, kahkaha attım … Kimse gülmedi.. Başlarını egip gittiler…



**


Bir yönden de şöyle düşünüyordum; yahu, bu Muhammet 29 yıldır  “kendisi”  olmak istemiş ve 30’una gireceği gün, demokratik güvencelere de dayanarak gerçek adını plakette görmeği önermiş; dünya yıkılmaz ya; birileri herhalde abartıyor… Ne bileyim; göçmenlik psikolojisi falan olacak, kaptırıyoruz…


Söylendim… Kimbilir polis ona ne uyarısında bulundu, yanlış çeviri yapılmıştır; düzeltilir. Kırmızı ışıkta mı durmadı, kerata; n’aptı! Üç gün sonra adamı paketleyip ülkeden atacaklarmış; ne bu, Israil’de miyiz?!”… Avuttum kendimi!.. Hatta utandım; “Bir de göçmenlere akıl hocalıgı yaparsın” dedim ayna karşısında.. Böylece üç gün geçti… Dördüncü gün unuttum… 5-6; başka sorunlar çıktı, sonra sabunköpügü medyada Semranım dalgaları çok, beynimiz farkina varmadan presleniyor bir bakıma…


**


Bir hafta geçmedi, bir milyon satan bir “Murdoch-farm-paper”in yine ilgisiz diyeceğiniz bir köşesinde bizim Muhammet… Gülümseyen pozu altında “dünyası da değiştî” yazılı… Sakin olmağa zorladım kendimi…  Evet, inanamasanız da bildiniz; bu o, bizim Muhammet… Eğlence sayfaları bunlar, medyayı bildim bileli ve müjdeyle karısık şaka gibi haberler sıralanmış; araya Muhammet ŞEKER ekli; bir de alay edercesine kondurulmus bir makale; “Normal bir intihar!”..ç


**


Acı haber tez yayılır; nasıl olduğu bulanıksa da ölmüş olduğu kesindi… İkinci elden denilen ve  “kim kiracı kimse bilmez” diye anılan odalardan  birinde, Södermalm semtinde, ücret ödemesi bittigi için mi nedir, kapı actırılınca “insan cesedi bulunmuş” deniliyor… Elinde bir de pusula tutuyormuş; “Şimdi sınırdışı(mı) infaz edebilirsiniz; fakat lütfen, yakmayın beni, gömün; SvenSiyon falan degilim, Muhammet’im”…


“Normal” tv kanallarını açtım, ABD/ISrael ve orasını açan manken haberlerinden geçilmiyor ki Muhammet’lere sıra gelsin; geçtim Göçmen Channel’e, o da ısrarla SVENSSON deyip duruyor. Ağlamaktan ve alaycı yazarın tarzına sinirlenmekten ne yapacağımı şaşırdım; zaten, “normal intihar” diye yazan komedi yazarı, patlama noktasına gelmeme yetti… Bir arkadaşım, “Hasta mısın?”dedi; yanıtlayamadan gazeteyi gösterdim; pusula fotografına bakıp neden fenalaştıgımı anlamaga çalısırken şaşkınlık içinde mırıldandı; “Yav, bu ölen, imzasını amma da kocaman atmış; okunuyor”… Okudu: Muhammed SHAKERI . “Sh” kullanıyor; Avrupa’da şekerin ilk harf tadını veren karşılık yok…



***


Yolladık… Yalnızca bizim konuşup bizim dinlediğimiz bir kanalda bir maç haberinin uğultusu arasında bir habercik olabildi; o kadar… Hepimiz gibi bir insandı, fakat göçmen olduğu için her zaman  “fakat”ları vardı; hep kurtulmak istediği… Muhammet SHAKERI, Iran’lı Musluman’dı;  “Iran’lı Yahudi’yim” diyen ückağıtçı bir insan ticaretçisi şebekenin “yarı resmi canlı posta”sına karışmagı başararak gelmişti; elbette, kalan varını yogunu da onlara kaptırarak… Önce birkaç Yahudi adı kullanmagı denedi, begenmedi, Simon GARFUNKEL’i dinlediğimiz bir akşam ön-ad’ı buldu; familya adları ararken de katalogdaki birkaç sayfa tutan soyadlar ilgisini çekmişti; espritüel bir insandi, gerçek soyadı gibi…. Resmi işlemler aşamalarında, yasal prosedüre en çok uyan bir bu cıktıgı icin yurttaslık haklarını ötekilerden önce kazandı; okudu; iş kurdu; İsveçliyle evlendi; iki çocuğu olunca “Bari bunların anası ağlamasın” endişesiyle adlarını  ‘özisveççe” yaptırdı; kendi adını tabelada son kez modaya uydurdu; İsveçte en çok kullanilan bir Evangelist firması adıyla değiştirdi. Şablonlarla yaşamağa meyillenen bir dünyada vitrini dört dörtlüktü artık. İnsan olarak ise yasadıgı toplumun herseyine saygı gösterdi; kimseyi üzmemeğe özen gösterdi, çok sevildi; müşterileri akıl almaz biçimde çogalıyordu; kazancını dostlarıyla üleşiyordu ve dost çevresi genişledikçe kıskananlar da
artıyordu. Göçmen hastalığıdır; bir adama kızdılar mı fitnelerler; onu da öyle yaptılar, ama ters tepti; incelendiği makamlardan plaket aldı…


Vergisini o kadar dürüstçe verdi ki; yılın ödülü ona verildi… Ìste burada bir kırılma noktası var; ne olduysa… Bir gece uyumadı, onuruna dokunan birşeylere dayanamadı; sabah hemen bir deklarasyon verdi; “Adım bu, resmen deklare ediyorum ve bu ad dışında gelecek yazıları, cezası ne olur olsun;  yanıtlamayacağım!.. “Ulaaann; delirdin herhal; vaaay; sen haa? Kim oluyorsun da kükrersin”, diyenlerin başında sahte dostları, sahte göçmenler onu ikinci kez şaşırttı… “Size benzemem artık; eğilmem” dedi. Oy anam, eski dostlardan da ne biçim hayın düşman olurmuş; gözlemlendi… Sen misin diyen?! Gerçekten de gerçek adını kulanmak isteyince çevresindeki iyigün sürüsü çekildiler, sonra iş yaşamındaki biriktelikler eridiler; kaynaklar baltalanmağa başladı, gerilemeler oldu; kredisi kesildi… Anlaşılmaz bir izolasyon mekanizması yaşandı; Iskandinavya, bir tek bu insana çölleşmiş gibi görünmeğe baladı… Yıldırım hızıyla derler ya, öyle oldu…


Psikologlara başvurdu; kendinde bir hata mı olmuştu, diye.. Ne hata, ne de şaka; tasını tarağını topla, defol; diyenleri anlamağa çalıştı… Benzetmek yanlış olmazsa yatağı değiştirilen gölette mahsur balık gibi ölümü bekleniyordu; bir-iki gazeteci vardı artık ilgilenen ve yarali av gibi dolaşmasını gözleyen.. Medya kargaları arasında yabancıyı sevmeyen de çok; coşanlar görüldü… Öldürüldü resmen, yavaş yavaş… Ölümünden sonra da kin kusanları okuduk… Hatta fazla heyecana  kapılan bir Evangelist propagandist yazar, Musluman kini fışkıran makalesinde “Normal intihar; abartacak ne var” diyerek cenazeye gelen göçmen derneklerine uyarı yazısı dizdi; “abatmayın” diye buyurdu… “Ölürüm de artık Muhammet adını kullanırım” dedi; inanmayanların ağzını, “ölümüne” kapadı…


Cenazesine gittim; yakmasınlar diye… O kadar ilgi uyandirdı ki bu haksız “elimination”; yakamadılar; her ne kadar morg poşetinin üzerine Simon SVENSSON yazdılarsa da… Yalnız, birşey dikkatimi çekti; ardından yürüyenler arasında birkaç Somalili, başka birkaç güney-dünyalı, birkaç Lapon (belki Şaman), üç-dört katolik vardı; “Siz de protesto plaketi taşıyorsunuz” diye sorar gibi seslendigimde, “En alttaki katmanlardanız” dedi biri; “birgün sistem bir yerde bizi istemezse ne bahane bulur diye tüylerimizi titreten daha somut kanıt gösterir misiniz?” Kanıt, torbalanmıştı; kanımızı donduran bir gerçeklik tam önümüzdeydi; kendine değil artık kendi gelecegimize ağlatıyordu… Anladım… Media denilen evrende ŞEKER Muhammet hak ettiği bir sütun bulamadan gerçek anayurduna gömüldü… Sonraki güunlerde de egemenlerin sözde  “AntiRacist” onferanslarında anımsanmadı, çünkü piyasa mediası dediğimiz şey, özellikle İsveç’te birçok babası meçhul SVENSSON’un elindedir ve onlar için “eliminasyon” yoktur; dolayısıyla adına sahip çıkan onurlu bir Muhammet’e yer verecekleri sütunları asla yoktur.


Swedish Amnesty’yi aradım “Canlılarla işimiz” diye (benden önce) kapadılar ahizeyi… ICJ’de/HRW’de de böyle bir tavır buldum; “kendilerinden olmayan insana insan hakları” bile yok; olsa olsa  “Normal intihar” gerekçesi, yargıtay hükmü gibi tekellerindedir. Elimde, eğlence sayfalarında yer bulabilmiş bir küpür kaldı; işte ancak böylesi bir sütun “aranjmanı” takdir buyururlar.. O gazeteyi kestim, saklıyorum; birgün çocuklarım “ansiklopedilerde bulamadık” diyecekleri derecede bir vicdansızıik kavramı ararlarsa, açıklamama yararı olacak inancıyla…


_______________________



* Avukat, Stockholm, [email protected]

682910cookie-checkŞeker Muhammet’i nasıl bilirdiniz?

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.