Erdoğan, neden “Al Capone” dedi?

ERDOĞAN NE DEDİ?

Başbakan Erdoğan, Wall Street Journal tarafından yayımlanan söyleşide Doğan grubuna getirilen rekor vergi cezasını savunarak bunu “rutin bir vergi incelemesi” olarak nitelemişti. ABD’de 1930 yıllarında yaşanan Al Capone olayına değinen Erdoğan şöyle konuşmuştu:

“ABD’de de vergi kaçırılması ile ilgili sorunları olan kişiler var. Akla Al Capone geliyor. Çok zengin idi ancak hayatının geri kalan bölümünü cezaevinde geçirmek zorunda kaldı. Bu olaylar olduğu zaman hiç kimse sesini çıkartmadı…”

DOĞAN HOLDİNG’İN TEPKİSİ

Doğan Holding ise başbakanın bu sözlerine tepkide gecikmedi. “Başbakanın sözlerinin kastı aşan bir beyan olduğuna inanmak istediklerini” belirterek “Doğan Holding Yönetim Kurulu Başkanı Sn. Aydın Doğan ile Amerika ve dünyanın en büyük gangsteri olarak ün yapmış Al Capone arasında bir benzerlik kuran sözlerinin kastı aşan bir beyan olduğuna inanmak istiyoruz” denildi.

Doğan Holding’İn açıklamasında şu ifadelere yer verildi: “Al Capone, Amerika Birleşik Devletleri’nin en karanlık günlerinde adam öldürme, adam kaçırma, içki kaçakçılığı, haraç kesme, kumar gibi toplumsal ahlak açısından kabul edilemez suçlarla sivrilmiş, kurduğu suç örgütü ile uzun süre yasalardan kaçmış bir gangsterdir. Doğan Holding kurucusu Aydın Doğan ise, 50 yıldır yasal zeminde tüm şeffaflığıyla ödediği vergi, yarattığı istihdam ve kurmuş olduğu vakıf aracılığı ile gerçekleştirdiği sosyal hizmetler ile Türk iş dünyasının saygın bir üyesidir. Aydın Doğan genç yaşından beri vergi ahlakını savunmuş ve yıllardır yüksek seviyede vergi ödeyenler listesinde yer almıştır. Sn. Başbakan, kendisine atfen yapılan Al Capone-Doğan benzetmesinin Doğan ailesini ne kadar rencide edeceğini bilecek kadar aileyi yakından tanımaktadır. Ayrıca, Doğan ailesinin hiçbir ferdi Sn. Başbakan ile Rusya Başbakanı Vladimir Putin arasında bir benzerlik imasında bulunmamıştır.”

SÖZÜN ASIL SAHİBİ

Başbakan’ın isim vermeden alıntı yaptığı sözün sahibi ise gazeteci Finkel’in New York Times’ta yayınlanan yazısı aynen şöyledir:

The New York Times’ın, Türkiye’de basın özgürlüğünü ele alan başyazısı, “her zaman hükümetin çizgisini izlemeyen gazetecileri susturmanın bir çok yolu vardır” diye başlıyordu. Değinmekle birlikte, bunun en basit yolu olan, eleştirel bir sesi kafasından vurmanın üzerinde durmuyordu.

Ancak başyazı, hayatı ve zamansız ölümü pazartesi akşamı İstanbul’da düzenlenen duygu dolu bir ödül töreniyle anılan Ermeni editör Hrant Dink’in öldürülmesi üzerine değildi. Söz konusu ödülü alanlardan biri olan Alper Görmüş, Aktüel gazetesinde üç yıl önce yayımladığı bir röportaj nedeniyle 1996 yılında hapse atıldığında, denenmiş ve sınanmış başka bir yöntemle susturulmuştu. Görmüş, 2007 yılında, üst düzey subayların bir askeri darbe hazırlığında aktif olarak yer aldıklarına dair inandırıcı deliller veren bir haber nedeniyle, yetkililerin bir sabah baskınıyla bilgisayarına el koyup dergiyi kapattıklarında da Nokta’nın başındaydı. Üzerinden iki yıl geçtikten sonra bu iddialar artık sıradan geliyor, ancak Nokta bu iddiaları ilk ortaya atmanın bedelini ödedi.

Bir internet taramasının ardından bilebildiğim kadarıyla The New York Times Nokta’nın kapatılmasını konu etmemişti. Geçen cumartesi günkü başyazısındaki öfkesi, Doğan Medya Grubu’na, sahip olduğu medya dışı şirketlerden birinin faaliyetlerindeki usulsüzlükler nedeniyle kesilen milyarlarca dolarlık vergi cezasına yönelikti. Doğan Grubu’na bağlı gazeteler ve televizyon kanalları belirsiz bir gelecekle karşı karşıya. Başyazı okurlara, Gazetecileri Koruma Komitesi’nden (Committee to Protect Journalists) Joel Simpson’un “yüklü ceza kesilmesi çoğu zaman etkili bir bastırma aracıdır” sözüne gönderme yaparak, Dördüncü Kuvvet’in önde gelen bir temsilcisinin ayağının özellikle pis bir numarayla kaydırıldığı izlenimini veriyordu. Ne var ki, basılmaya değer Bütün haberleri basmakla övünen ünlü bir gazetenin, bu olayda, hikâyenin en ilginç kısmını dışarıda bıraktığı sonucuna varmamak güç olur.

İktidardaki Türk hükümetinin, tıpkı kendisinden önce gelenler gibi, medyayı kendi yanına çekmek için havuç ve sopa taktiği uyguladığı konusunda hiç şüphem yok. Ancak, seçimle gelen hükümet özgür ve canlı bir basına değer veriyor olsaydı bile (ki böyle olduğu günler de oluyor), basının kendisinin bu rolü oynamaya hazır olup olmadığı sorusu ortada duruyor. “Jurnalci” kelimesinin gazeteci anlamına gelmeyip, 19. yüzyılın sonlarında, II. Abdülhamit’in hükümdarlığı sırasında polis muhbirlerini tanımlamak için kullanılması tesadüf değildir. Yarı – doğrular ve yanlış bilgilendirmenin devlet lehine kullanılması, eski ama hiç modası geçmeyen bir kavramdır. Hrant Dink’in Türk devletine hakaretten mahkûm olmasına ve ardından öldürülmesine yol açan ortamı doğuran karalama kampanyasında bir Doğan Grubu gazetesi olan Hürriyet başı çekmişti.

Bundan 10 yıl önce, Türk ordusunu eleştiren bir yazımdan dolayı altı yıl hapse mahkûm olma tehlikesiyle karşı karşıya kaldığımda beni savunan Gazetecileri Koruma Komitesi’ne şahsen müteşekkir olmuştum. Ne var ki bu tecrübeden çıkardığım sonuç, sonunda beni aklayan Türk yargı sisteminden ziyade, başka bir yazım nedeniyle, Milli Güvenlik Kurulu’nun ısrarı üzerine beni işten çıkaran (Doğan Grubu’na ait olmayan) Sabah gazetesinden korunmaya ihtiyacım olduğuydu. Devlete eklemlenmiş olanların Türk gazetecilerinden ziyade, malî çıkarları nedeniyle editoryal bağımsızlıktan yoksun olan ve iş ahlakındaki zaafları nedeniyle hükümet baskılarına açık olan gazete sahipleri olduğunun böylece farkına vardım.

Türk hükümetinin, vergi otoritelerini siyasî kavgaya alet etmesinin yanlış olduğu konusunda The Times’a katılıyorum. Ve Doğan Medya Grubu’nda görev yapan, meslek ilkelerine sadık olup tek dertleri, işlerini düzgün şekilde yapabilmek için yeterli yer bulabilmek olan bazı dört dörtlük meslektaşlar için kaygılıyım. Ne var ki Türk demokrasisine zarar veren ve ifade özgürlüğünden ziyade dar çıkarlarıyla ilgilenen tarzda gazeteciliğe öncülük eden bir basın grubuna karşı duyulan yaygın hoşnutsuzluğu ben de paylaşıyorum. Sahtekârlıktan dolayı dava açamayınca Al Capone’u vergi kaçırma suçlamasıyla mahkemeye veren Amerikan federal savcısını neden kimsenin kınamadığı aklımın köşesinden geçiyor.

ANDREW FİNKEL?

1989 yılından beri Türkiye’de gazeteci olarak çalışmaktadır. Bu süre zarfında The Daily Telegraph, The Times, The Economist, Time, ve CNN gibi çeşitli basın yayın kuruluşlarının temsilciliğini yürüttü.

Aynı zamanda The Washington Post, Cornucopia magazine ve en son olarak da Le Monde Diplomatique olmak üzere diğer yayınlara da katkı da bulunmuştur. Alışılmışın dışında Türkçe gazetelerin haber servislerinde ve bazı gazetelerde köşe yazarı olarak çalıştı ve düzenli olarak Türk TV’lerinde yer aldı.

2002-2003 yılları arasında Michigan Üniversitesi’nde Karsten Prager bursu ve 2005’de Washington Demokrasi için Ulusal Yardım kuruluşundan Reagen Fascell Demokrasi bursu aldı. Basın güvenirliliği konularına akademik çalışmalara katkı vermekte ve Today’s Zaman’da köşe yazarlığına devam etmekte…

AÇIK GAZETE: Editörümüz Faruk Eskioğlu’nun Hürriyet Ekonomi Servisi’nde çalıştığı 1998-2000 arasında sigorta primlerinin ödenmediği ve telif ödenerek yasaların kötüye kullanıldığı savıyla Doğan Grubu aleyhine açtığı davanın duruşması 15 Ekim saat 10.15’de Bakırköy 3’ncü İş Mahkemesi’nde devam edilecek…

Önceki duruşmalarda Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Başkan Vekili ve Hürriyet Ekonomi Müdürü Vahap Munyar ve Eskioğlu’nun 2 eski iş arkadaşı mahkemeye gelerek Eskioğlu’nun haftanın belirli günleri haber ve fotoğraflarını dışarıdan gazeteye getirdiği ve sigortayı hak edecek konumda olmadığnı öne sürmüşlerdi.

Eskioğlu, basın özgürlüğü ile mücadele eden bütün kurumları ve Aydın Doğan’ı savunan yazarları bu duruşmaya katılmalarını istedi.

İLGİLİ KÖŞE YAZISI: Hürriyet, insan haklarıyla dalga geçti

1496740cookie-checkErdoğan, neden “Al Capone” dedi?

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.