“Hasankeyf’te atı alan Üsküdarı çoktan geçti”

Aykan Özener (46/Balıkesir), Türkiye’de ilk kez arkeoloji fotoğrafçılığını tez yapan ve ilk kez fotoğraf festivali düzenleyen bir fotoğraf gönüllüsü… Çanakkale Güzelyalı’da olabildiğince sade bir yaşamı var. Aklı fikri Türkiye’nin hüznüne fotoğraflarla tanıklık etmek, bir de 18 Mart Üniversitesi’ndeki, çoğu kırsal kesimden gelen öğrencilerine bildiklerini eksiksiz aktarabilmek… Eleştirmenlere göre fotoğrafların herbiri ‘büyülü’ olan Özener ile gazeteci Faruk Eskioğlu Güzelyalı’da sohbet etti…

– Hasankeyf bölgesini ilk kez mi gezdiniz?

İstanbul’dan Diyarbakır uçtum. İlk gün Müze Müdürü’yle görüştüm. Gezeceğim bütün yerler (höyükler) Diyarbakır’daki müzeye bağlıydı. Amacım; Ilısu Barajı altında kalacak höyükleri sular altıda kalmadan son bir kez fotoğraflamak, bir de rutin olarak 2007’den bu yana yapılan kurtarma kazılarının da fotoğrafını çekmek ve hocalarıyla sohbet etmekti. Yıllardır görmek istediğim bölgelerdi. Diyarbakır, Mardin, Batman ve Hasankeyf’i en son 1999 yılında görmüştüm. Oralarda en büyük değişikliği şehirler görmüş. Ancak ben buraların kırsalında çalıştığımdan benim için farketmedi. Aralarında bir tek Siirt’i görmemiştim.

– Ne zaman bölge sular altında kalacak?

– Planda 7 yıl içinde sular altında kalacağı söyleniyor. Barajlar tamamlanıyor. Ne zaman baraj kapakları kapanırsa bölge sularla dolmaya başlayacak. Yasal olarak baraj yapımı başlandığından 7 yıl içerisinden itibaren kurtarabildiğini kurtaracaksın. Kalanı sular altında kalacak. Bu nedenle kazı yerleri ödenek olduğu süreçte hızla çalışıyor.

– Kazı çalışmalarını hangi kurum yürütüyor?

– İlk önceleri bu kazıları ODTÜ Tarihsel Çevre Araştırma ve Değerlendirme Merkezi (ODTÜ-TAÇDAM) üzerine almış ama sanırım 2003’te bir karışıklıktan dolayı kazılar 3 yıl durdurulmuş. Ardından Kültür Bakanlığı ve DSİ yeni bir ödenek çıkararak kazıları başlatmışlar. Benim gezdiğim yerler çoğunluklu olarak 2005-9 arasında faal olarak kazılmış. Bir kaç kazı yerini yabancı arkeologlar yürütüyor. Yöre halkı, hocalar ve sanırım yetkililer ODTÜ-TAÇDAM’ın önderliğindeki dönemi arıyor gibime geldi.

– İlk durak Diyarbakır’da neler yaptınız?

– Öncelikle müzede daha önce çıkarılan eserleri fotoğraflarım diye düşündüm ama İçkale’de bir müze yapılıyor. Eserler o müzede sergilenmek üzere kaldırılmış. İçkale’deki eski kolordu, eski bir cezaevi ve kiliseyi müzeye dönüştürüyorlar. Eskiden harabe olan bu yerler iyi standartlarda birer müzeye dönüşecek.

– Diyarbakır’dan sonra neler yaptınız?

– Dicle Nehri’nin kıyısında taş, toprak yollar, pamuk tarlaları panoramasında yola çıktım. Ben de gideceğim yerleri bilmiyordum doğrusu. Müze müdürlüğü bile gezmem gereken yerler konusunda bir harita veremedi. Bir maceraperes gibi yola koyulduk. İlk kazı yerini bulduğumda işimin kolaylaşacağını biliyordum. Nehrin kenarında olduğu için höyükler diğerlerine de yönlendirirler diye düşünmüştüm. Tepe Beldesi’nin girişinde Hakemiuse diye bir höyüğe gittim. Hacettepe Üniversitesi’nden Yrd.Doç.Dr.Halil TEKİN kazı başkanı olarak kazının başındaydı. Beni sabahleyin karşıladı. İz yok, yol yok toprak bir tarlaya daldık. Bu höyükler bugün kullanımı olmayan izbe yerler. Eskinin yerleşim yerleri olan höyük denildiğinde yüksek bir tepe algılanır ama benim gezdiğim yerlerden sadece bir kaç tanesi tepeydi, kalanı düzdü. Hocalar tarif etmeseler ya da beni götürmeseler bulmam imkansızdı. Jandarmaya soruyorsunuz kazı yerini bilmiyor. Köylüler bi haber… Diyarbakır’da arkeoloji müzesini sorduğumda neredeyse kimse bana müzeyi tarif edemedi.

Böyle bir yerde arkeologlar çalışmayı sürdürüyor. Bismil bölgesi pamuk tarlalarıyla dolu düz bir ova. Dicle’nin aktığı yer. Orada da çalıştım. Orada 10-12 höyük çalıştım. Toplamda da 23 höyük çalışmıştım. Bismil’den sonra Batman Beşiriye’ye gittim. Ardından Botan Vadisi de bunun içinde olmak üzere Siirt ve Eruh-Pervari arasında son kazı yerini çalışarak geri döndüm.

– Ne kadar sürdü?

– Benim için inanılmaz macera dolu bir 10 gün geçti. Başka zaman gezemeyeceğim yerlerdi. Zaten güvenlik nedeniyle tehlike arzediyordu. O nedenle çok ilginç ve anısı bol bir gezi oldu…

– Hocalar kazı konusunda neler söylüyorlar?

– Hocaların çoğu kendilerine verilen görevi en iyi şekilde yapmaya çalışıyorlardı. “Kazı ne zaman bitecek” sorusunun yanıtını onlar da bilmiyorlar. Kazı yarın bitecekmiş gibi harıl harıl çalışıyorlar. Ben Yunan Klasik Arkeolojisi ile ilgileniyorum. Klasik Arkeolojide kazılardan direk ayağa kaldırırsın, bir kent ortaya çıkar ve o kendi bir daha gömmezsin. Burada höyük kazıları farklıydı. Kazılarda buluntuları alıp kazı mekanını fotoğraflıyorlar kazıp bir alt katmana iniyorlar. Böylece pastayı yiyip yiyip bitiriyorlar. Çalışmalar höyüklerde eskiye ait hiç bir şey kalmayacak biçimde sürüyor.

– Baraj yapımı yalnızca gezdiğiniz bölgeyi mi tehdit ediyor?

– Benim gezdiğim yerler Kuzey Mezapotamya sayılıyor. Bizim höyükler gibi binlercesi Suriye sınırında da var. Dicle ve Fırat eskiden ticaret yoluymuş. Diyarbakır’dan hemen sonra Bismil’de suyun üzerinde yüzen keleklerle(bir tür sal) Suriye’ye kadar gidip mal satıp aldıkları yeni malları getiren tüccarların ulaşım yoluymuş. Bu kelekler 1960’lara kadar da kullanılmış. Suriye’den Türkiye’ye doğru ters akıntıyla kelek yoluyla gelmek zor olduğundan bu kez eşeklere kelekleri de bağlayarak kara yolunu kullanıyorlarmış. O zaman için büyük bir olay. İpek Yolu’nun benzeri…

Kent devletler var. Bazı höyükler oldukca büyük. Tepe Beldesi’nin biraz ilerisindeki Ziyaret Tepe diye anılan bölge Asur uygurlığı için oldukca önemli. O zamanın liman kenti aynı zamanda. Tüccarların sürekli uğrak yeri. Müslüman Tepe denilen bir yerde de tanıştığım Eyüp Hoca, 1960’lara kadar koyun postlarından yararlanarak yapılan sandallarla dokuma ticaretinin yapıldığını ve bu tüccarlara da “kelekçi” dendiğini söyledi. Tabii çok önceleri bu ticaret daha büyükceymiş. Günümüzde de koyun postu yerine tır iç lastikleri kullanarak yapılan sandallarla balıkcılık yapanları gördüm.

– Yerel halkın baraj konusunda görüşünü sorma şansınız oldu mu?

– Konuşamadım. Gittiğim yerler Kürt köyleriydi. Köylülerle sohbet şansım olmadı ancak kazı yerlerindeki işçilerin sohbetlerine tanık oldum. Köylerin içinden geçerken köyleri ve köylüleri inceledim. Fakir fukara insanların yaşadığı evlerdi çoğu. Ancak durumu iyi olanlar bile aynı mimarideki evlerde oturuyordu. Sanırım iklim ve coğrafya mimariyi belirlemiş. Toprak damlarında demir pervazlar vardı ve damdaki yataklarda insanlar yatıyordu. Yatakların hepsinin mavi renkte olması çok dikkatimi çekti. Birde her sabah yataklar toplanıyordu.

– Her kazı ekibi yaklaşık kaç kişi?

– Bir kazı, kazı başkanı başta olmak üzere 20-30 personeli vardı. Hergün sabah 9’da ‘neşeli’ kahvaltı saatleri vardı. Sabah 4’te kazı başlıyor çünkü. İlk arayı sabah 9’da veriyorlardı. Doğu olduğu için gün çabuk ağarıyor ve öğle saatleri çalışılamamayacak kadar çok sıcak oluyor. Dikkatimi çeken bir başka şey de arkeolojik kazı yerlerinde 457 Sayılı İşgüvenliği Yasası’na uyulması oldu. Tuzla Tersaneleri’nde de uyulması istenen bu yasaya kazı yerlerinde uyuluyordu. Kazılardan birinde bir işçi çukura düşüp felç olmuş ve sonrasında bu önlemler getirilmiş. İşgüvenliği müfettişleri kazı kazı geziyorlar. Bu çok sevindirici tabii. Üç dört kazıda bu müfettişler ve beraberindeki doktorla karşılaştım ve bu ekip kazı personeline eğitici seminerler de verdiler. Örneğin baretler, yangın söndürme tüpü ve gerekli uyarı tabelaları kazı mekanlarında göze çarpıyordu. İşçiler tozdan korunmak için de filtreli ağızlıklar kullanıyordu. Çok hoşuma gitti.

Bu gezi sonrasında ‘Bir daha gider misin?’ diye sorsanız, belki ‘yine giderim’ derim. Çünkü bu gezi benim macera duyguma da hitap etti. O bölgede inanılmaz bir doğa ile karşılaştım. Son olarak Munzur Dağları’nda bu duyguyu yaşamıştım. Arkeoloji’de “10 binlerin dönüşü” diye bir kitap vardır. Botan Vadisi’nde binlerce insanın kıyıma uğradığı tarihi mekandı. Orada doğanın, dağın, vadinin ne olduğunu gördüm. Vahşi doğa havasını Botan Vadisi verdi. Askerler mayın taraması yapıyordu ve bizim girmemiz yasak bölgeler vardı.

– 1993’de boşaltılmış bütün köyleri de gördünüz mü?

– Evet çoğunu görme şansım oldu. Bunu anlatmak çok üzücü. Siirt’te bir ağanın elinde olan köyleri gezdik. 1915’te Ermenilerin başına gelenleri 15 yaşında tanık olan canlı bir tanıkla tanıştım. Hatta Orhan Koloğlu’nun Abdülhamit döneminde 47 Kürt aşiretin kurduğu atlı alayları anlatan “Batının Kıskacında II.Abdulhamit” kitabındaki olayların geçtiği yerleri gördüm… Bu topraklar vahşi doğa geçmişte son derece yürek burkan acı öykülere ev sahipliği yaptı. Bugünkü hali de çok acı veriyor. Orada yaşayan yaşlı bir teyzenin “Gördüğün 37 köy ağaçtan gözükmezdi…” diye gösterdiği panoramada meyve ağaçları bakımsızlıktan kurumuş… Yeni yeni insanlar köylerine dönmeye başlamış ve su akan yerlerde yeşermeler vardı. Kahvelerde tavla oynayan yöre halkını fotoğrafladım. Duvarda Şeyh Said ve Atatürk yanyanaydı… Bunlar benim için çok ilginiç görüntülerdi.

– Asker yok muydu?

– Asker tepede konuşlanmış. Tabii gezdiğim yerler PKK’lilerin geçiş yoluymuş ve güvenlik önlemleri sıkıydı. Benim geçtiğim güzergahlarda da 10 günde 3 kez uzaktan kumanda ile bomba patlatıldı.

– Arkeologlara PKK baskısı yok mu?

– Şimdilerde yok. Ancak bu yine de olmayacağı anlamına gelmiyor. Bir kez arkeologlara PKK saldırısı yapılmış. Geçmişte kazı arabasına konulan bomba sonucu 2 yardımcı doçent ölmüş. Bu olay üzerine Mezapotampa arkeolojisi yapan arkeologlar artık doğudan uzaklaşmaya başlıyor ve esas uzmanlığı Mezapotamya olan hocalar Ege Arkeolojisi dediğimiz Klasik Arkeoloji alanında çalışmayı tercih etmişler. Kazı bölgesindeki görevli arkeologlara göre bu olay kazılara ciddi bir darbe vurmuş. Üç dört mezopotamya arkeolojisi eğitimi almış hoca burada kalarak, bugün öğrencileriyle birlikte yeni bir jenerasyon yaratmışlar.

Bu kazıların aslında Mezapotamya Arkeoloisi’nin canlandırdığını da belirtmeliyim. Kuzey mezopotamya dediğimiz bölgede yapılan kazılar yeni kaliteli mezopotamya uzmanı arkeologlarımızın yetişmesine olanak tanımış. ABD’li, Fransız, Japon ve İtalyan arkeologlar da çalışıyor…

Japonlardan birisini Hasankeyf’teki bir höyük kazısına vermişler. Ne yazık ki Hasankeyf kazı alanını fotoğraflayamadım. Kazı alanı ben gitmeden 15 gün önce bir kaza nedeniyle kapatılmıştı. Hasankeyf’te eski kente çıkan köşenin yanında içinde magara evleri olan çok büyük bir kaya kütlesi koparak çökmüş. Bu kaya kütlesi yılda 1 milyon turistin gezdiği sahile girişi kapatmış. Derenin içinde sazlıklardan yapılan restoranlara da giriş olmayınca esnaf ayaklanmış. Kazı başkanı Batman Rektörü Abdülselam Hoca çok büyük tepki almış. Eskiden Oğuz Arık Hoca Hasankeyf’te çalışmış. Köylüler bir zamanlar değerini bilemedik dedikleri Oğuz Hoca’yı mumla arıyorlar.

– Peki Hasankeyf’in kurtarılma çalışmaları başarılı olabilir mi?

– Hayır atı alan Üsküdarı çoktan geçmiş…

FOTORAFLAR İÇİN LÜTFEN TIKLAYINIZ
http://picasaweb.google.com.tr/aykanozener/GDoguGezisi#

AYRINTILI BİLGİ:
www.aykanozener.com
www.aykanozener.wordpress.com
www.kayiki.net

733500cookie-check“Hasankeyf’te atı alan Üsküdarı çoktan geçti”

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.